1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Şiddet, Sükunet ve Mesuliyet
Şiddet, Sükunet ve Mesuliyet

Şiddet, Sükunet ve Mesuliyet

Şiddet, Sükunet ve Mesuliyet

A+A-


Cansu Nazlı
[email protected]

Kıbrıs’ta kadına ve çocuğa şiddetin yoğun bir biçimde görünür olduğu günlerden geçiyoruz. Şiddet olaylarının yargı organlarına yansıması veya medyada daha fazla yer alması kadına yönelik şiddetin arttığının değil su yüzüne nispeten çıkmaya başladığının bir göstergesi  kuşkusuz. Hal böyle olunca şiddet her ne kadar kötü olsa da görünür olması, farkındalığın artmasına ve çözüm yolları üretilmesine katkıda bulunacağı vesilesiyle olumlu bir yan taşıyor.

İçinde bulunduğumuz duygusal ilişkiler, aile yapısı ve toplum nazarı aile içinde yaşanan şiddetin görünmesini önleyici bir etkiye sahip. Evvela bir aile içinde büyürken bize öğretilen, ev içinde yaşadığımızın ev içinde kalması gerekliliği, karı-koca arasındaki ilişkilere hiçbir zaman müdahil olunamayacağı, ailenin bekası için sıkıntılarımızı sineye çekmemiz gerektiği fikriyatı, ev ile çevre arasına adeta bir kale suru örmekte. Ne var ki aynı gaileyi yurdun kolluk kuvvetleri de paylaşmakta, fertlerinden gayrı düşünülebilir gibi aileyi soyut bir varlık olarak korumayı kendine görev edinmekte.

Kimi daha çocuk, kimiyse olgun yaşta kadınlar Lefkoşa, Mağusa, İskele demeden dört bir koldan, erkekler tarafından tekme, tokat, topuz, sair cisim ve sözlerle şiddete uğradı. Kıbrıs’ta bugünlerde gün yüzüne çıkan kadına yönelik şiddet güncesine bir göz atalım.

Cinsel Taciz Davasında Savcı ve Ceza Yargıcından kadına şiddete karşı dik duruş

Lefkoşa’da gerçekleşen cinsel taciz vakasının ‘müstehcen darp’ suçlamasıyla yargıya yansıması sonucu bu suça büyük bir ihtimalle ilk kez hapis cezası verildi. Hapis cezasının 25 gün olması ilk bakışta tatmin edici görünmese de daha evvel benzer vakalardaki mahkûmiyetlerin adli para cezası olması açısından hapis kararı önem teşkil etmekte. Ayrıca suçun, Ceza Yasası tadil edilip cezası ağırlaştırılmadan evvel işlendiğini de göz önünde bulundurursak bundan sonra gerçekleşecek olan cinsel taciz vakalarına çok daha caydırıcı nitelikte cezalar verileceğini beklemek hayalcilik olmaz.

Mağusa’da Boşanma Davası: 1 Kadın, 2 Çocuk Yaralı

Yanlış okumadınız, trafik kazası değil boşanma davası. Düşünün ki bir boşanma davası açıyorsunuz ve çocuklarınızla birlikte yara bere içinde hastanelik oluyorsunuz. Yani ailece içinde bulunduğunuz araçla kaza yapmanız ile eşinize boşanma davası açmanız arasındaki hayati tehlikeniz denk.

Adam kendisine boşanma davası açan eşini ve 8 ile 5 yaşlarındaki çocuklarını bıçaklamış. Aile fertlerinin canını evlilikle kendisine verilmiş mal gibi istediği zaman tasarrufta bulunabileceğine inanıyor. Malum aile cüzdanında da paşalar gibi ailenin kendisi yerinde kendi (erkeğin) adı yazıyor. Aile ERKEK; Eşi KADIN. Biraz daha ileri götürürsek şunu bile diyebiliriz: “Eş”ten boşanacak biri varsa o da erkektir, zira eş kadındır; kadının kendi kendisini boşama durumu da olamayacağından erkekten boşanması mümkün değildir.  Şimdi biz tüm bu ibareleri değiştirebiliriz elbet, eşit durur, şık olur. Aile cüzdanı üzerindeki kelimeleri değiştirmekle boşanmak istediği için karısını bıçaklayan adamın zihniyetini değiştiremeyeceğimizi de biliriz. Zira erkeğin kendini kadından üstte gördüğü, kendi istediği olmasına kadın engelse onu öldürecek kadar bile ileri gidebileceği  fikrinin kaynağı tarihseldir. Tarihsel olguları değiştirmenin de yolu toplumsal hareketlerden geçer.

İlim irfan sahibi bir adam elinde topuzla eski eşine neden gider?

KTÖS’ün Genel Sekreterlik görevini de yürütmüş emekli bir öğretmen gecenin bir vakti boşanmış olduğu eşine elinde topuzla gidiyor, araya giren damadını dövüyor. Neyse ki polis bazen yetişiyor da adam maksadına ulaşamadan tutuklanıyor. Bu örnek bizim için iki bakımdan önem teşkil ediyor. Bunlardan birincisi toplumdaki kadına şiddetin öznesinin eğitimsiz ve gelir seviyesi düşük insanlar olduğu yanılgısı, diğeri ise kadın beyanı konusundaki samimiyeti ortaya çıkarmasıdır.

Kıbrıs’ta yerel halkta erkeğin karısına şiddet uygulamadığı, kadına şiddetin yalnızca fakir göçmen ailelerine özgü bir olgu olduğu tespitinin gerçek olmadığını medyaya yansıyan bu haber bize bir kez daha gösteriyor. İçinde bin bir sakınca barındıran bu fikirden kurtulmak da yine kadına şiddetin giderek görünür hale gelmesiyle mümkün olacaktır.

“KADIN BEYANI ESASTIR” İLKESİ

Kadın beyanı esastır ilkesi, kabaca tariflersek kadına şiddet vakalarında soruşturmanın başlatılması için kadının bu yöndeki beyanının yeterli kabul edilmesidir. Ülkemizde bu ilke, ilk kez KTOEÖS Başkanı ile ilgili ortaya çıkan kadına yönelik şiddet iddialarına binaen konuşulmaya başlandı. Kadın beyanın esas alınması ilkesi yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı üzere şiddetin gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde bir yargı içermemektedir. 

Olaya geri dönecek olursak bu ilke çerçevesinde yürütülen mücadeledeki talep şu yönde idi: Kişiye yöneltilen iddia aydınlanıncaya değin disiplin kurulunca başkanlık görevinden alınsın. Konu tartışılırken talebi mevzubahis şahsa yönelik saldırı olarak adletmek kadına yönelik şiddete şüphe etmekten ağır bastı.

KTÖS’ün Tavrı Net

Geçtiğimiz ay yapılan Genel Kurul’da tüzük değişikliğine giden KTÖS “Kadın Beyanı Esastır” ilkesini onayladı. Tesadüf bu ya, KTÖS’ün Genel Sekreterlik görevinde de bulunmuş emekli bir öğretmenin yukarıda değindiğimiz haberi kısa bir süre sonra medyaya yansıdı. Yeri gelmişken bilgi verelim ortalığı hiç bulandırmadan, kimsenin parmağının ardına saklanmadan yapılması gereken yapıldı ve KTÖS meseleyi  doğrudan Haysiyet Divanı’na taşıdı.

Kadın Beyanını Ciddiye Almamanın Dayanılmaz Ağırlığı...

2011 yılında ayrı olduğu eşini öldürmekle yargılanan Çetin Sadrazam hakkında geçtiğimiz ay 25 yıl hapis kararı verildi. Davanın sonuçlanmasından birkaç hafta sonra Sadrazam yeniden mahkeme huzuruna çıkarıldı.

Kadın, öldürülmeden bir süre evvel, eşinin kendisini telefonla arayarak tehdit ettiğiyle ilgili polise şikayette bulundu. Polis bilgisinde olan ancak umurunda olmayan tehdit gerçek oldu. Adam karısını öldürdükten sonra kaçtı, yakalandı, yargılandı. Kadın ölümünden koskoca 4 yıl sonra aldığı ölüm tehditleriyle ilgili, kadını öldürmekten mahkum edilmiş adam mahkeme önüne çıkarıldı. Sonrası malum, kadın öldüğü için davalar geri çekildi. Eğer kadının maruz kaldığını söylediği taciz ve tehditleri polis dikkate alıp kadını korusaydı büyük ihtimalle kendisi hala aramızda olabilirdi.

‘Kadın Beyanı’ tartışmalarında ilkesel tavır geliştirmeyen birçok kişinin gözden kaçırdığı nokta, erkek itibarını riske atmaktan çekinirken kadın canını riske attıklarının farkında olmamalarıdır.

Kumyalı’da  Çocuğa Cinsel Saldırı

Kumyalı bölgesinde 5 yaşındaki kızlarını rahatsızlığı sebebiyle doktora götüren aile, çocuklarının tecavüze uğradığını öğrendi. Doktor muayenesi ile olayın kendisi, doktorun yetkililere haber vermesiyle ise faili gün yüzüne çıktı. Küçük kıza saldıran bir yabancı değil, çocuğun eniştesi.

Yıllarca kızlarını yetiştirirken onlara değil tanımadıkları çevreye güvenmeyerek özgürlüğünü kısıtlayan ebeveynler artık öğrenmeliler ki kadınlar yabancılardan ziyade en çok yakın tanıdıklar tarafından şiddete uğruyor. Kadını özgürleşmesi değil, tam aksine yalnızlaştırılması güçsüzleştiriyor ve savunmasız hale getiriyor.

Olaya geri dönecek olursak şiddetin saptanmasında hastanenin hayati rolü olduğunu yeniden görmüş bulunuyoruz. Sosyal Hizmetler’in aile içi şiddetin kayıt altına alınması için yaptığı uygulama kapsamında maalesef yalnızca polis şikayetlerinde forum doldurulmakta, hastaneler bunu yapmaktan imtina etmektedir.

Burada şuna da vurgu yapmak lazım ki özellikle çocuk tecavüzü gibi kamuoyunda infial uyandıran olaylarda hatırı sayılır miktarda insanın Hammurabi Kanunları gibi kısasa kısas ya da idam biçiminde gayri insani ceza taleplerinde bulunması  ve linç kültürü benimsemesi tehlikelidir. Çocuk haklarına dair tek kelam etmeden tecavüzcüyü asalım,keselim, kellesini uçuralım demek sorunun çözümüyle ilgili bizi bir yere vardırmayacağı gibi toplumsal duyarlılık kılığında şiddeti yeniden üretmektedir.

Şimdi tüm bunları yazarak karamsar bir tablo çizmenin ne manası var derseniz Radikal Feminist Finn Mackay şöyle açıklıyor:

“Kadınların ezilmişliğinin adını koymak olumsuz ya da karamsar değil, özgürleştiricidir. Bizim hareketimiz her kaybı, her onur kırıcı olayı, her saldırıyı içinde hissediyor; çünkü bu her birimizi ilgilendiriyor, birimizin ötesinde hepimizle birden ilgili. Bu, bir erkek kadar değerli olmadığı hissettirilen her kadınla; vücuduna yabancılaştırılan, vücudunu sevmeyen her kadınla; sadece cinsiyetinden dolayı kendini sorgulamak ve yargılamak zorunda bırakılan her kadınla; fırsatları elinden alınan her kadınla; yetersiz, ikinci sınıf hissettirilen her kadınla ilgili."

Peşi sıra saydığım birbirinden bağımsız olaylar silsilesi gibi görünen vakaların hepsi aslında ortak bir paydada birleşiyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi yaşadığımız topraklarda da kadınlar evlerde, iş yerlerinde, sokakta, gece kulüplerinde şiddet görüyor. Şiddet vakalarına münferit bir mesele gibi yaklaşan, şiddeti meşrulaştıran sebepler ortaya koyan, şiddet uygulayanı değil mağduru suçlayan, seks köleliğini olağanlaştıran, şiddete tanık olup ses çıkarmayan herkes kadının ezilmesine neden olan bu düzenin devamından mesul. Zira Aziz Nesin'in de dediği gibi "İnsan yalnızca konuştuklarından değil, sustuklarından da sorumlu".

 

Bu haber toplam 1972 defa okunmuştur
Gaile 326. Sayısı

Gaile 326. Sayısı