Şiddettin Eğitimsizlikle Özdeşleştirilmesine Dipnot
Farklı şartlarda oluşmuş bir sistemi bire-bir alarak kullanmanın farklı dinamiklerle karşılaşınca işe yaramadığını gördükçe kaos büyüyecektir.
Rıdvan Arifoğlu
[email protected]
Grigory Petrov’un Ak Zambaklar Ülkesinde adlı kitabını bugünkü veriler eşliğinde tekrar okuduğumda kafama bir soru takılıyor: Neden acaba biz eğitim sistemimizin kendi içimizde şiddeti önleme konusunda en önemli araçlardan biri olduğunu düşünüp başka bir ülkenin eğitim sisteminin iyi oluşunu sadece teknik bir konu olarak değerlendirme eğilimindeyiz?
Ak Zambaklar Ülkesinde kitabı dönemin, 1910’lu ‘20’li yılların bir takım genel-geçer görüşlerini de yansıtıyor. Finlandiya’nın, yani o zamanlar Avrupa’dan oldukça soyutlanmış bir ülkenin eğitim, üretim, ticaret gibi konularda nasıl bir kalkınma yarattığını, bataklıklar ülkesinin, İncil’deki tabirle nasıl bir beyaz nilüferler ülkesine dönüştürüldüğünü anlatıyor. Aydın kişi yine bir çeşit öğretmen ve vaiz konumundadır. 19. Yüzyıl’da askeri kışlanın bir okul, bir eğitim mekanı olarak kullanılması görece gelişmişliğin en önemli araçlarından biridir.
Kitapta büyük bir bölüm Johan Vilhelm Snellman’a ayrılmıştır. Eğitimin Fince olması gerektiğini savunan Snellman aslında Stokholm doğumlu, İsveççe de konuşan ve Finlandiya’da İsveççe gazete de çıkarmış, maliye bakanlığı yapmış akademisyen bir aydındır. Finlandiya’nın kalkınmasında en önemli fikir mimarlarından biri sayılır.
Bugün cinsiyet eşitliği sıralamasında Finlandiya 2005-2017 arasında Avrupa’nın en yavaş gelişen ülkesi olmasına rağmen dünyada üst sıralardadır. (Bkz.: EIGE, European Institute for Gender Equality raporları). Eğitim alanında da farklı araştırmalar Finlandiya’yı en üst sıralarda gösteriyor. Eğitim sisteminde dünyada ilk sıradadır. Avrupa’nın en genç ülkelerinden biri olan Finlandiya bu alanda 19. Yüzyıl’dan başlayan köklü değişimlerle bugünkü durumuna geldi, ancak kadına yönelik şiddet veya ev içi şiddet konularında da genellikle ilk üçe giriyor. Yani paradoksal bir durum varmış gibi görünüyor. Bu bir paradoks değildir. Dünya Mutluluk Raporu’na göre de 2019’da ilk sıradadır. Kadına yönelik şiddet konusunda İsveç, Norveç veya Danimarka gibi ülkelerin de üst sıralarda olup yavaş gelişme göstermeleri coğrafi koşulları düşündürüyor. Ayrıca arkadaşlar arasında şiddet veya halkın şiddetten haberdar olma oranı gibi konularda da pek çok rapor var.
Kıbrıs’ta eğitimle ilgili Yunanca, Türkçe, İngilizce çalışmalar yapılmıştır. Yakın zamanda yazarlarıyla konuşabildiğim kadarıyla Kıbrıs Türk eğitim sistemiyle ilgili de bunlara en az üç ciddi araştırma eklenecektir. Kıbrıs Türk eğitimiyle ilgili araştırmalarda temel alınan kitapların başında ise Hasan Behçet’in Kıbrıs Türk Maarif Tarihi (1571-1968) adlı kitabı gelir.
Her ülkenin, her toplumun gelişimi kendine özgü nüveler içerir. Bunları düzgün incelemedikçe tıpkı üretilmiş başka bir malı ithal eder gibi eğitim v.b. sistemleri de sorgusuz getirip kullanma rahatlığı oluşacaktır. Farklı şartlarda oluşmuş bir sistemi bire-bir alarak kullanmanın farklı dinamiklerle karşılaşınca işe yaramadığını gördükçe kaos büyüyecektir. O sistemin insanları nasıl kendilerini ve başkalarını inceleyip en uygun olanı bulmaya çalışmışlarsa Kıbrıs’ta da bu olmalı.
İşte Ak Zambaklar Ülkesinde kitabı da Finlandiya’nın 19. Yüzyıl’daki sağlık, spor, eğitim, ticaret gibi konularını genel olarak anlatıyor. Biraz da Atatürk önerdiği için Türkçede ayrıca çok okunan bir kitaptır. Snellman’ın “Sağlam ruh sağlam bedende bulunur,” gibi düşünceleri ise genç cumhuriyetler için oldukça işe yarayan genel bir düşüncedir. Petrov, Snellman’ın düşüncelerini temel alarak modern haliyle yeni gelişen futbola pek yüz vermez. Petrov’un kitabında bununla ilgili ayrı bir bölüm var. Futbol o zamanlar başka konularda da rastlanan İngiliz özenticiliğinin bir devamı olarak görülür.
Bir başka bölümde ise yine Snellman’ın anlattığı iki gerçek kişilikten bahsedilir. Bunlardan biri büyük bir örgütlenmeyle “tatlı kralı” olmuş bir ticaret insanı olan Jarvinen, diğeriyse hırsız, katil Karokep’tir. Karokep en sonunda günahlarını kabul etmiştir. Söylenmek istenen şey tıpkı İyi, Kötü ve Çirkin filminde söylendiği gibi bir şeydir aslında: Buralarda zaten iki seçenek vardı, ya papaz olacaktım ya da haydut! İçine doğdukları ortam böyle idi. Yani insanın bir iradi gücü olsa da ortamlar insanlarını yaratırdı. Bunun üstesinden gelmek için ne yapılabilirdi? Kitabın konusu bunlardır. Eğitimci niteliğindeki memur kitlesini yaratmak için Finlandiyalı memurlar, İsveçli eski memurların yerini alacaktır, Finlandiya’daki “iyi İsveçliler” de buna dahil edilecektir v.b..
Sürekli olay örgüsü üzerinden veya medyatik denebilecek bir tavırla sunulan Kıbrıs’ın farklı tarihleri araştırılacaktır, ancak bunlar sistematik olarak kavramsal boyutlarıyla ele alınmalı. Amerika’yı tekrar keşfetmek gerekmese de Kıbrıs’ı tekrar keşfetmek ve başka kıtalarla en sağlıklı şekilde birleştirmek gerekir. Kitap sanki eski Finlandiya’yla yeni Kıbrıs arasındaki bir takım benzerliklerden de söz etmiş oluyor. Ancak bunlar sadece benzerliktir. Ciddi araştırmalar farklı toplumların gelişimini de göz önünde bulundurarak yolu daha iyi görmeyi sağlayacaktır. Aklımdaki soruya geleyim: İyi bir eğitim sistemine sahip olan bir ülkeyi sürekli örnek vererek sanki orada eğitim şiddetten kopukmuş gibi düşünmek yanlıştır. Belki de, kendi eğitim programlarını şiddeti engelleyecek bir araç olarak da görüp başka bir toplumu değerlendirirken onu şiddetten soyutlamak, eğitimle şiddeti birbirleriyle ilgisizmiş gibi görmek kendi yaşadığı toplumda şiddetin olmadığı düşüncesinden ileri gelmektedir. Bu durumda, iki kavramın ilişkisine iki toplumda farklı farklı bakılırsa Kıbrıs, Finlandiya v.b. anlaşılamaz. Varsayma özgürlüğü pek fazla, çünkü veri yok. Güney için var. Kıbrıs’ın kuzeyinde şiddet olmadığını varsaymak vahim bir durum tabii. Nüfusunu bile bilmeyen bir topluluk Finlandiya eğitim sisteminden ne çıkarabilir acaba?