Şifa Alçıcıoğlu: “Kültürümüz yaşatılmalı, yok olmamalı”
Şifa Alçıcıoğlu ‘Argasti’ dergisinde Kıbrıs kültürüne dair kaleme aldığı yazıları ‘Nenemin Deyişiynan’ isimli kitapta bir araya getirdi.
Şifa Alçıcıoğlu ‘Argasti’ dergisinde Kıbrıs kültürüne dair kaleme aldığı yazıları ‘Nenemin Deyişiynan’ isimli kitapta bir araya getirdi. Khora yayınlarından çıkan bu kitap, Şifa’nın nenesiyle yaşadığı öykünülecek denli güzel anıların birer ürünü aslında… Kitapta çocuk oyunlarından, ovalarda yetişen otlara, eski mesleklerden, değiştirilen ölçü birimlerimize kadar pek çok farklı pasaja yer veriliyor. Satır aralarında kendimizden bir izi bulurken, kültürümüze dair bilmediğimiz pek çok detayı da öğrenme şansına sahip oluyoruz.”
2005 yılında Atatürk Öğretmen Akademisi’nden mezun olan Şifa Alçıcıoğlu, o günden bu güne öğretmenlik mesleğini sürdürüyor. İlk olarak onu biraz daha yakından tanımak, yazmaya nasıl başladığını dinlemek istiyorum.
“On dört yıldan bu yana ilkokul öğretmeni olarak çalışmaktayım. Bunun yanında Baraka Kültür Merkezi’nde aktivistim. On beş yıldan bu yana Argasti isimli, kültür politika, sanat içerikli bir dergi çıkarıyoruz, onun editörlük işlerini yapıyorum, dergide yazıyorum. Yazmayı çocukluktan bu yana sevmişimdir ama yazmaya esas olarak Argasti dergisinde başladım. Yazdıkça da kendimi geliştirdiğimi fark ettim. On iki yıldır dergide seçtiğimiz dosya konularına göre yazılar yazıyorum. Son altı yıldır da tamamen Kıbrıs kültürü üzerine yazılar kaleme alıyorum. Derginin varlığı bizim için kendimizi ifade etmek, ülke sorunlarını tartışmak anlamında çok önemli. Bu yönüyle de tek olduğunu söylemek mümkün.”
“ESKİ DEDİĞİMİZ NOSTALJİDEN ÇOK DAHA FAZLASI”
Argasti dergisinde kaleme aldığı Kıbrıs kültürüne dair yazıları Khora Yayınları’ndan çıkan ‘Nenemin Deyişiynan’ kitabında toplayan Alçıcıoğlu, nenesinin anlattıklarından ilham alarak kaleme aldığı bu yazıları şöyle bir ifade ile özetliyor; Eski dediğimiz nostaljiden çok daha fazlası…
“Kültür toplumsal hafızanın güçlenmesinde, kültürel kimliğin korunmasında var olan, yaşayan, yaşattıkça çoğalan bir olgu. Bu nedenle de eski dediğimiz şey elbette nostaljiden çok daha fazlası. Bizim kültürümüzün temeli. Kültürümüz yaşatılmalı, yok olmamalı. En basit olarak söylüyorum ki, eskiden yapılan bir yemek bugün unutulmamalı. Ben bunu yapmalıyım ki, benden sonra çocuğum da bunu yapsın. Böylece kültürümüz sürüp gitsin. Kültür sonuçta yaşayan bir şey, elbette zaman içinde evrilecek ama biz yaşattıkça varlığı devam edecek. Kültürün geçmişe olduğu kadar geleceğe de değer kattığı kanısındayım”
“NENEMİN ANLATTIKLARINDAN İLHAM ALARAK YAZMAYA BAŞLADIM”
Şifa’nın Kıbrıs kültürüne dair yazmaya başlamasının ise çok güzel bir anısı var. Bizimle bir yaz yağmuru ile başlayan bu anısını da paylaşıyor. Yıllar evvel yaşanan bir an, bir kitaba dönüşüyor.
“Hiç unutmuyorum bir Ağustos günü çok yağmur yağmıştı. O an aklıma Minallayalar geldi. Nenemin hesabını yaptım ve dedim ki Minallayalarda şimdi Şubat ayı anlamına geliyor. Arkadaşım çok şaşırdı, bunun ne anlama geldiğini sordu. Ben de anlatmaya başladım. Çiftçilerin eskiden ekinler için gökyüzüne bakıp da nasıl tahminlerde bulunduğunu açıklamaya çalıştım. O da bana bu gibi konularda yazmamın güzel olacağını söyledi. Ben de böylece nenemin anlattıklarından ilham alarak, merak ettiğim konuları derinlikli araştırarak, Kıbrıs tarihi ve kültürü konusunda yazılan kitaplara da bakarak, yazmaya başladım. Sözlü tarihimizde yaşayan, eskilerin dilinde kalan ama benim neslim ve sonrasının bilemeyeceği konuları derlemeye başladım. Zaman içinde bu metinler gelişti. Altı yıl boyunca bu konuda yazmaya devam ettim. Bunun üzerine de dergide bu yazıları okuyamayanlar için bir kitapta bir araya getirmeye devam ettik. Böylece Nenemin Deyişiynan kitabı ortaya çıktı.”
“MİLLİYETÇİLİK İNSANIN SADECE KENDİNİ GÖRMESİ, BEĞENMESİ ANLAMINA GELİYOR”
Kitapta Kıbrıs kültürünü anlatılırken, bunun bir Kıbrıs milliyetçiliği dürtüsü ile yapılmadığına özellikle vurgu yapılıyor. Şifa, aynı ismi taşıdığı ninesine de sıklıkla atıfta bulunuyor.
“Adamız çok kültürlü bir ada. Geçmişi düşündüğümüzde bu adada ne denli çok kültürün iz bıraktığını fark ediyoruz. Şu an da ada bütünüyle çok kültürlü bir yapıya sahip. Adanın her iki yanında da farklı kültürler mevcut. Bence tüm kültürler yaşatılmalı, kaynaşmalı. Birini bile dışlarsak milliyetçiliğe varan duygulara kapılabiliriz. Milliyetçilik iyi bir şey değil. İnsanın sadece kendini görmesine, kendini beğenmesine, başkalarını yok saymasına kadar varacak tehlikeli bir süreç. Bence farklı kültürler mutlaka iç içe geçmeli, birlikte yaşatılmalı. Annem babam çalıştığı için beni nenem büyüttü. Onunla büyürken ondan kültürümüze dair zaten pek çok değer, alışkanlık görüp, öğrendim. Hiç unutmadım. Bildiklerim de sadece bende kalmasın istedim. Ona her zaman sormaya devam ettim, öğrenmeye devam ettim. Sanırım bu kolay kolay da bitmeyecek. Mesela bir sel felaketi yaşadık. Benzer bir felaketin geçmişte adanın güneyinde de yaşandığını öğrendim. Kültürümüzle birlikte geçmişte yaşanan olayları da öğrenmeli, onlardan ders almaya çalışmalıyız.”
“HAYATIMIZDA İNKÂR EDİLEMEZ BİR GERÇEK VAR, ASİMİLE EDİLİYORUZ”
Şifa kitapta diyor ki; nenelerimizin kullandığı dil ile aramız açılmakta, kullanılan kelime ve deyimlerin yerini başka sözcükler almakta…
“Kesinlikle hayatımızda bu durum söz konusu, elbette medya araçları, izlediğimiz televizyon kanalları, düzgün Türkçe dediğimiz İstanbul Türkçesi’nin bunda etkisi büyük. Hayatlarımızda bu dil yer ediyor. Kendi kelimelerimiz unutuluyor. Mesela benim küçük bir yeğenim var, nenem ona bir gün ‘dikkat et gadeh düşüyor’ dedi, o neneme ‘o bardaktır, gadeh nedir’ dedi… Hayatımızda inkar edilemez bir gerçek var asimile ediliyoruz. Bu 1958 yılından bu yana da devam ediyor. Bizim köyümüzün ismi değişti. İsmi Türkçe Kurumanastır olmasına rağmen değişti, Çukurova oldu, neymiş içinde manastır kelimesi geçiyormuş. Dile yapılan asimilasyon çok güçlü. Asimile edilen bir toplum haline geldik. Yine de baskının olduğu yerde direniş de olmalı. Bence asimilasyona karşı durmak gerekiyor.”
“TARTI VE ÖLÇÜLERİN DEĞİŞTİRİLMESİ ÜRETİMDEN KOPARILMAMIZA DENK GELİYOR”
Elbette kitapta işlenen çok farklı konular var. Unutturulan sözcükler, çocuk oyunları, kaybolan meslekler, tren yolu, yaban bitkileri, efsaneler, Kanlıdere’nin hikâyesi, değişen tartı ve ölçü birimleri gibi… Şifa özellikle tartı ve ölçüler konusunu Kıbrıslı Türklerin üretimden koparılmasıyla da ilişkilendiriyor. Bu nedenle de bu mevzu ayrıca dikkatimi çekiyor.
“Argasti için her üç ayda bir dosya konuları belirliyoruz. Benim yazılarım da her zaman bu konularla paralel olarak kaleme alındı. Siz de biliyorsunuz ki Kıbrıslı Türkler dil, din, hatta eğitim sistemine kadar pek çok alanda müdahaleye uğradı. Bunlardan kuşkusuz en önemlilerinden biri tartı ve ölçülerin değiştirilmesiydi. Bu konuyu üretimden koparılma konumuz altında işledim, çünkü Osmanlı ve İngiliz sömürge yönetimi de dahil olmak üzere kullandığımız ölçü birimleri, bir günde, bir yasayla değişti. Hatta bu yasa uygulamaya başlayınca ülkede adeta bir deprem yaşandı. Biz okka, inç, ayak, arşın, evlek gibi ölçü birimleri kullanıyorduk. Bunların hepsi bir anda değiştirildi. Şimdi belki gençler bu terimleri bilmez ama bu yapılan değişiklik Kıbrıslı Türklerin üretimden koparıldıkları zamanla da örtüşmektedir. Tüm bunlar bilinçli olarak yapıldı, fabrikalarımız kapatıldı. İnsanlara bir dönem nispeten bir refah sağlandı. Halk memur olmaya itildi. O zaman için gelir düzeyi yükselen insanlar sessiz kaldı ama bugün tüm bunların dezavantajlarıyla yüzleşmeye başladık. Üretmek lazım. Üretmeden var olamayacağımızı anlamak lazım.”
Kuşkusuz en ilginç hikâyelerden biri Hamit Buba ve Hamitmandrez… Şifa’nın annesinin soyu burada bahsi geçen Hamit’e uzanıyor.
“Bir zamanlar çamurlu yollarıyla fakir, az insanın yaşadığı Hamitmandrez bugün Lefkoşa’ya yakın, Türk topraklarıyla çok cazip bir yerleşim noktasına dönüştü. Çocukluğumda çokça zaman geçirdiğim bu köyden geriye bir şey kalmadı. Kitabın bir bölümünde de annemin köyünün hikâyesini anlattım. Annem Alibaba’lardan… Annemin annesi de burada Alibaba mahallesinde büyüdü. Hamit Buba’nın oğlu olan, Ali Buba’nın çocuklarının ve torunlarının yaşadığı sokak burası. Hamit Buba zaten Hamit Köyü kuran kişi... Hikâyesi de dilden dile hep anlatılır. Ben de böylece ailemizin hikâyesini anlattım. Hamit Buba ilk olarak buraya yerleşen, buraya mandıra kuran insan. Hatta bu nedenle köyün ismi Hamitmanderez diye anılır. Rivayete göre Hamit adaya Arabistan’dan gelmiş. Lefkoşa’da zengin bir adamın yanında koyunlara bakmak üzere çalışmaya başlamış. Emeğine karşılık da yavrulayan koyunlardan kuzular almış. Böylece kendi mandırasını bu köyde kurmuş. Başka bir rivayete göre ise Lefkoşa’da çalıştığı yerde altın bulup onları alarak koyunlar satın aldığı, mandıra kurduğu yönünde. Elbette kimse tam olarak gerçeği bilmese de Hamit isminin nereden geldiğini bilmeyenlere anlatmak istedim.”
Mustafa Korkut ve Mehmet Altuner’in fotoğraf arşivine de yer verilen kitapta, tüm metinleri günümüz ve gelecekle ilişkilendiriliyor. Şifa, babasının çocukluğunda yaşadığı trajik bir deneyime de yazılarından birinde yer vererek, bir daha tarihte böyle acıların yaşanmamasını temenni ediyor.
“Babam on yıl önce aramızdan ayırdı. Ama hayatta olduğu sürece yaşadığı bir acı olay vardı ve bize de hep anlattı. Babam ortaokuldayken bir geziye gitmek için otobüslere biniyorlar. O zamanlar kızlar, erkekler ayrı otobüslerle seyahat ederlermiş. Kızların otobüsü Mağusa’da kaza yaparak, bir kamyonla çarpışıyor ve dört öğrenci bu kaza sonucunda hayatını kaybediyor. Geçtiğimiz yıl saatlerin ileri bırakılmasından dolayı yaşanan ve dört gencin hayatını kaybetmesine neden olan kaza, bana babamın hep anlattığı bu acı olayı hatırlattı. Nenem o günü bana yeniden anlattı. Çok acı bir deneyim olarak bu olay onun hafızasında kaldı. Ben de kitapta anlattım. Yıllar sonra benzer şekilde dört öğrenciyi daha kaybetmiş olmamız, geçmişten ders almamamız büyük bir acıydı. Dilerim bu son olur.”