Sıfır noktasına doğru mu…
“TC Gençlik ve Spor Bakanlığı Yurtdışı Koordinasyon Ofisi”nin kurulması ve faaliyetlerine ilişkin, TC ile KKTC hükümetleri arasında imzalanan anlaşma, ilgili Meclis Komitesinde görüşülmeye başlandı.
Özde ülkemizdeki spor faaliyetlerine dönük alt yapı yatırımlarına katkı sağlanması amacının taşındığı düşünülen Anlaşmanın, değerlendirildiğinde hiç de bu denli iyi niyetli bir metin olmadığı ortaya çıkıyor.
Ülkemizdeki demokratik yapının bozulmasında ve siyasetin önemsizleştirilmesinde yüksek etkisi olan, açıkça paralel devlet fonksiyonu gören TC Yardım Heyeti (yeni adıyla Kalkınma ve Ekonomik İşbirliği Ofis) modelinin ortadan kaldırılması gerekirken, bu yeni Anlaşma ile tam tersi olacak, yani Kıbrıslı Türk toplumunun kurumsal yapısını ciddi anlamda tahrip eden, “sadece tokmağın değil…hem tokmağın hem de davulun bizde olmayacağı” yeni bir sürece girilecektir.
Ne olacaktır ?
Kuzey Kıbrıs’ta gençlik, spor ve kültür alanlarında faaliyet göstermek üzere, bir başka Devletin “Daire”si kurulacaktır. Program ve proje üretecek olan bu “Daire”, bu Anlaşmada KKTC hükümeti ile istişare edecek diye yazılsa da kendilerince çok doğal olarak Türkiye’de uygulanan siyaseti ve uygulamaları buraya taşıyacaktır.
Yüksek imtiyazları olan bu Daire, TC’den gelecek bürokratlar tarafından yönetilecek ve TC Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı olarak çalışacak.
Gençlik ve Spor Bakanlığımızın, Gençlik ve Spor Dairelerimizin, Anayasa ve yasadan aldığı yetki ile yürüttüğü faaliyetler, Anayasa düzeyinde bir Hükümetlerarası Anlaşma ile etkisizleştirilecek hatta ortadan kalkacak ve yerine bu Ofis/Daire kurulacaktır.
Anlaşma kapsamına göre görevleri…
-Gençlik ve spor alanlarında işbirliği
-Öğrenciler için barınma ve burs
-Engellilere yönelik sportif etkinlikler
-Gençlik kampları ve merkezlerinin kurulması ve işletilmesi
-Spor tesisi inşası
-KKTC genelinde TC Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğünce işletilen ve işletilecek olan yurtların inşası, işletilmesi
-Gençlere yönelik, eğitim, kültür ve spor faaliyetleri yapılması
-Projeler için ekipman, danışman, eğitimci, yardımcı personel sağlanması
-Program hazırlanması
ve bu çalışmaların sürdürülmesi için KKTC tarafı, bu süreçte hiçbir engelleme yapamayacak; gelecek ekibe her türlü imtiyazı tanıyacak; kendi devlet kurumu gibi her türlü imkandan yararlandırılacak.
Sn.Serdar Denktaş’ın kendini AK Partiye kabullendirme yolunda gösterdiği yüksek çaba ile yeni bir durumla karşı karşıya kaldığımız açıktır. TC artık sadece Yardım Heyetiyle değil, kendi devlet kurumları ile ülkemizde faaliyet göstermeye başlıyor. Ortaya çıkarılan bu model, sağ ve milliyetçi kesimlerin bu ülkede en çok üzerinde durdukları ve yeri göğü inlettikleri, ayrı devlet, ayrı demokrasi iddialarını yerle bir ederek Kıbrıs Türk yönetsel varlığını Türkiye Devletine teslim etmekten başka birşey demek değildir. Bu akıl ile kendi kendimizi yönetmekten değil, bizi TC Dairelerinin yönettiğinden bahsedebileceğiz. Bugüne kadar Yardım Heyeti ve Protokoller üzerinden yaşanan dayatma siyasetleri artık doğrudan bir TC kurumunun burada konuşlanması ile şekil değiştirecek ve ülkemizdeki gelişmesi gereken kurumsal yapıyı tamamen etkisizleştirecektir. Bu yeni model bundan sonra sadece bahse konu alanlarda değil, bir örnek teşkil ederek, “daha süratli hizmet”, “ekonomik sorunların aşılması”, “hantal devlet yapılanmasının aşılması” gibi “ekonomik aklın” haysiyet tanımayan yaklaşımları ile toplumun tümüne sirayet edebilecektir.
Artık dayatmaya gerek yok, adam gelecek programını hazırlayacak ve kendi uygulayacak…Peki sen neredesin…Sıfır noktasında !
Artık demokrasiden ve bir halkın kendi kendini yönetmesinden bahsedemezsiniz.
Burada uygulanacak olan gençlik, spor ve kültür programları elbette AK parti hükümetinin Türkiye’deki uygulamalarının “aynısı” olacaktır.
Karşımızdaki muhatabın sosyal politikası, kısa zamanda Kıbrıslı Türk kimliğine ciddi zararlar verecek, bu durum güç yoğunlaşmasından dolayı “asla” denetlenemeyecek, engellenemeyecek, daha büyük sorunları da beraberinde getirecektir.
Biz hukuken yaratılan belirsizlik durumlarında her zaman kaybeden olmaya mahkumuz. Gücümüzün sınırlı olması ve Türkiye’nin ekonomik ve kurumsal gücü karşısında olası belirsizlikleri Kıbrıslı Türk toplumunun lehine sonuçlandırma, yönetme olasılığımız neredeyse yoktur. Bahse konu Anlaşma, kendi içinde ciddi anlamda belirsizlik ifadeleri taşır. Bu belirsizlik noktalarından ciddi müdahaleler yapılacağını şimdiden görmemiz gerekir.
2010’da imzalanan Su Protokolu, 2012 yılında Meclis’te görüşülürken, dönemin UBP ve DP vekilleri, “yahu bu şekli ile imzalayalım Türkiye günü geldiğinde bize gerekli kolaylığı yapar sudan para almaz”, diyorlardı. Gün geldi çattı…şu anda kuruşun hesabı yapılıyor. Demek ki, “şükrancılık” geçer akçe değil, artık herşey pazarlığa ve ticarete bakıyor neo-liberalizmin çizdiği günümüz “çağdaş” siyasetinde…
Bu noktada, bu Anlaşmanın Anayasanın 3.maddesine ciddi anlamda aykırı olduğunu belirtmek de önemlidir. Halkın size verdiği ve kullanmakta olduğunuz bir yetkiyi, siz devrediyorsunuz. Böyle bir şey olamaz.
Dün Kıbrıslı Rumlara karşı “egemenlik-egemenlik” diye yeri göğü inletenlere kulak veriyorum: ses yok ! Demek ki dertleri Kıbrıslı Türklerin kendi kendilerini yönetmesi falan değil. Eskiden gelen giden Türk’tü. Bugün Dairelerini de sırtlamış geliyorlar…
Felaket senaryosu çizdiğimin farkındayım. İnanın daha az yazdım.
Çok tehlikeli bir senaryo oynanıyor….
Ya toplumsal kimliğimiz ve geleceğimiz ya da…üç beş saha.
Bu oyunu bozmalıyız !