1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ŞİİR SERÜVENİNDEN FİKRET DEMİRAĞ’A VE KIBRIS’A DAİR (2)*
ŞİİR SERÜVENİNDEN FİKRET DEMİRAĞ’A VE KIBRIS’A DAİR (2)*

ŞİİR SERÜVENİNDEN FİKRET DEMİRAĞ’A VE KIBRIS’A DAİR (2)*

ŞİİR SERÜVENİNDEN FİKRET DEMİRAĞ’A VE KIBRIS’A DAİR (2)*

A+A-

 

Metin KARADAĞ
[email protected]

Şiir attım denize. Hayat denen denize:
Yüreğim enkazı gidiyor yüze yüze...(F.Demirağ)


Hayatın koşulları içindeki  zorlu ayrılıklar, hırçın gurbetleri yaşatır şaire. Londra’daki zamanlarını, amaç ve özlemlerini yansıttığı Göç Şarkısı Çağıran (1973) başlıklı şiiri, gerçekle umudun karşılaştırmasını sergileyerek, Akdeniz’in büyülü çağrısından kaçılamayacağını haykırır:

Süt sağ, zeytin kır, turşu, reçel yap
nor, köfter, zivaniya, şarap yap
gülsuyu serp yüreğine, çocuk emzir, yorganımı çiçekle,
ben gider dönerim
orda kalmam, orda ölmem, korkma
ben gider dönerim
bir iş tutmak, para pul
senin şarkını kaçırmamak için gerekli bana.
Ya yusuflar sararken
Ya zeytinler kararırken
Ya hayıtlar kuruken güneşte
Ya drenaneleri kokularını postalarken
Zamanın pulsuz-damgasız zarfından bana,
Ben döner gelirim,
Londra’yı kilometrelerce karelik bir sis
Ve sterlin yağmuru olarak
Olduğu yerde bırakarak
Ben döner gelirim.
(...) (agk. 42).

Uzak diyardaki bu kent yaşantısı şaire, taşıyamayacağı ağır yükler getirmiştir. Akdeniz’in orta yerindeki doğanın ziyafet sofrasından Londra’daki  “asfalt, ter ve elektrik kokulu”, bir tek çiçek açmayan ağaçların arasındaki  “gözleri şilin şıngırdayan insanların” trajedisini haykırmak düşer şaire:

(...)
dümdüz gideriz sövme düdükleri çalarak
çünkü alkış düdüklerini bilmiyoruz çalmayı bilmiyoruz
çünkü şilinler şıngırdıyor onların da gözlerinde! (...) (agk. 43).

Çağın teknolojik gelişmeleri çılgın bir devinim içinde dünyayı değiştirme sürecini başlatmıştır. Bu değişim ve dönüşümün yarattığı metal dünya”nın “makina adam”ı, giderek silahlaşan günlerin de mucidi olmuştur. Naylonun, plastiğin egemenliğindeki gelişim evreni, telefonla, televizyonla, roketler, uçaklar, elektronik beyinlerle, dahası çirkin silahlarla bireyi kuşatır, duygu kavramını örseleyen metalleşme sürecindedir büyük insanlık... Bu ortama gerçekçilikten asla şaşmayan bir isyan vardır “Demir Papatya” şiirinde:

dün yerde  demirden bir papatya buldum
aldım kokladım kokmuyor
okşadım duymuyor, konuştum ses vermiyor
yirminci yüzyıldan yere düşürüldüğü belli dedim
bir makina-adam’ın yüreğinden düştüğü belli

o naylon, o metal dünyayı görmeyeyim
çocuklarımı telefonda mı okşayacağım
karımın sesini ve ağzını telefonda mı öpeceğim
plastik ağaçlar, papatyalar arasında mı dolaşacağım?
O naylon, o metal dünyayı görmeyeyim!(…)  (agk. 46).

Teknolojinin insanı dışlayan, duyguyu öteleyen yapısı, şair yüreğinde tepkiyle yansıma bulur. Metal zamanların robotik  metal aşkları, makinalaşmış ilişkiler burgacında ince bir ironiyle dizelere yerleşir:

Sevdiğim metal kızın, beni görünce
teneke yüreği şöyle bir tıkırdıyor,
şöyle bir , biip...biip...sinyal veriyor,
gözlerindeki metal yuvarlaklar şöyle bir dönüyor,
irili ufaklı renkli lambacıkları
şöyle bir yanıp sönüyor;
sonra birden silkinip toparlanıyor
bir saniye duyguya yenildiğinden kızgın:
-aman geç kaldım trafiğe karışmaya,
robotlar seline karışmaya geç kaldım,
süt+şeker+ekmek+ su hapımı
yutmaya geç kaldım!
bir daha ne zaman mı buluşuruz?
elektronikbeyinler bilir,
belki de yirmi otuz yıl sonra! (agk 47)


Bu ironik eleştirel bakış, öğretmenlik yaptığı yılların uzun ve duyarlı gözlemlerine dayanan kendi söylemiyle “gittikçe çoğalan okul kaçkını oğlanların langırt tıkırdatmalarından gül gözleri kurutulmuş kızların tavşankız, modakızı, filimkızı, barkızı” özentilerilerine uzanır:

Okul kaçkını oğlanlar kulübe pingpong oynamaya
angırt tkırdatmaya, cem karaca fotoğrafı çoğaltmaya!
Gül gözleri kurutulmuş kızlar yasaklardan
Göz dipleri çürütülmüş dikiş nakış kızları
Yüreği kopuklarca yürütülmüş sevdakızları!
Tanşankız, modakızı, filimkızı, barkızı özentileri(...)
Kim selam verir çiçek açmış bir dal görse!(…)

önce çiçekler açan ağaçlar diklemeli bu kente
sonra herkese yürekten selam vermeyi öğretmeli
çiçek açan ağaçlara! sonra? Sonrası kendiliğinden gelir (agk 44).

O dönemlerin gözde iletişim aracı olan radyodan izlediği arabeskleşen yaşamın çirkinleşen düzeni, şairi zaman zaman karamsarlığa itmekte ama O, ozanların şarkı gerillaları olduğunu haykırararak karanlıklara meydan okumaya devam eder:

radyolardan dünyanın gürültüsü geliyor
bin türlü çalgı gürültüsü geliyor
şarkıcı, türkücü gürültüsü geliyor
politikacı, parababası gürültüsü geliyor;
radyolardan herşeyin gürültüsü geliyor da
bir tek halkın gürültüsü gelmiyor (agk 58).

Atomu, nötronu, kan gölleri yaratan trafik canavarı, yalan-talan düzenini modalaştıran renkli televizyonları, videoları, kahredici bir arabesk yaşamı ile  çağdaş zamanların yalancı cennetleri,  insanlığımızın puslu gözlerinden ruhlarımıza, kişiliklerimize kol atar. “Bungun olan” şarkımız ve insanımız mayalandığı incir, limon, portakal, zeytinli gökyüzümüzde nefeslik alanlar arar:

(...)
Atom, nötron, bencillik günleri
yalan, talan, kan kargaşa
renkli tv, video, arabesk günleri
Akıp duruyor puslu gözlerinden
insanlarımızın ve sevdiğim kızın. (agk. 132).

“Zonklayan bir çağın, dünyanın çocuğuyum” diyen şair, “ dünyaya zonklayan bir şiiri” olduğunu söyler, “Hayatı Ağrıyan“ başlıklı dizelerinde:

(...)
Hayatım ağrıyor.
Zonlayan bir çağı, dünyanın çocuğuyum.
Kanım, beynim, yüreğim zonkluyor
çağımın  ve dünyanın zonklamasıyla birlikte;
zonlayan dünyaya ilişkin bir şiir zonlıyor bende de (agk. 63).


İlerleyen zamanla öznel ve edebî  kişiliğin oluşup, olgunlaşması süreçlerine ulaşılır Demirağ,  zamanla olgunlaşan hayata bakış açısı ve sanatsal poetikasının uzun  bildirgesini, “Dinle Şarkımı” adlı şiirinde dile getirir. Kişilik manifestosu diyebileceğimiz  bu şiirin girişinde “kimlik kökenleri” hakkındaki şairin geniş evrensel bakışı, insanlığın onurunu yakalama çabalarına dayanır. Hitit’in,Urartu’nun, Kartaca’nın mirasıyla Homeros ve Virgilus’a kadar inen özbenliğindeki paydaş kültür varsıllığından söz edilir:

Dinle şarkımı:
Ben bir uzay mühendisiyim
Sümerden beri,
Hitit’den beri şafak şarkıcıyım.
Karşıtım uluyan bir SS tümeni kumandanı
Kartaca’dan, Roma’dan beri.(…)

Tarihle koşut bu köke dayalı kimlik ve kültürün öznelleştirilmiş yansımasını haykırır şair. Ülkesi, mavi Akdeniz’in orta yerinde belki pek çok  şeye ırak bir coğrafyadır, ama şair “dünyanın hayhuyunu” yüreğinde taşır:

Dinle şarkımı:
Evren, içinde oluştuğum yumurta.
Yeryüzü yurdum
Kıbrıs doğumluyum.
Mavi Akdenizli.
Dünyanın hayhuyunu yüreğimde
taşıyorum... Şarkımı dinle! (...)

Söylemin orta yerinde “kim”liğini soruşturan Demirağ, şiir, ışık ve şarkı üçlemesinin öz benliğini  şiir pınarlarına  fırlatacak düdük sesini beklemektedir:

Ben kimim?
Adım ve misyonum ne?
Şiir, ışık ve şarkı
Diski avucumda, yay gibi geriliyim
olimpiyat alanlarının tam ortasında;
fırlat düdüğünün sesini
beklemekteyim. (...)

Şair, büyük insanlık macerasının zulmünü, tutsaklığın kahredici ezikliğini yaşamış Spartaküs’ten yola çıkarak, haksızlığa isyan bayrağını açmış Pir Sultan’a, insan olmanın yüceliğine ulaşmış Yunus Emre’nin göksel sesine ulaşır:

Dinle şarkımı:
Ağır işçilerin yorgunluğunu
Spartacus’un başkaldırısını
Pir Sultan’ın acısını
Yunus’un göksel, boynubükük sesini
bilmem kimlerin aldırışsızlığını
içimde irdeleyip hesap kitap yapıyorum. (...)

Demirağ, yaşam ve kişiliğin somut bildirgesini  dünyayı, çağı, özbenliğini ve akan hayatı çözümleme ve anlama çabalarının gerçek yaşam felsefesi olduğunu vurgulayarak noktalar:

Şarkımı dinle,
dinle şarkımı:
Kendimi çözümlemeye çalışıyorum.
Çözümlemeye ve anlamaya kendimi.
Çözümlemeye ve bir şiire koymaya
güzelim ve çirkin, umutlu ve dehşet verici
dünyamı, çağımı ve akan hayatı (agk. 77).

Akdenizli kimliğini doğrudan şiirlerinde yansıtan Fikret Demirağ, yaşamı boyunca şiddet, zulüm, haksızlık, barbarlık ve savaşlara karşı çıkmıştır. Bir portakal ya da zeytin ağacına saldırıda yüreği sızlayan şairin, insana yapılan saldırılara, öldürmelere şiddetle karşı çıkmasından daha doğal bir tutum olamaz. Çocukluğundan beri farklı zamanlarda doğrudan tanık olduğu ayrı kimliklerin egemenlerce çıkar amaçlı istismarı, onun şair ruhuna denk gelecek işler değildir. Doğasına hayran ve âşık olduğu adasının tarih öncesinden, mitik devirlerden gelen mirasının kurşun ve bomba sesleriyle kirletilmesine hep karşı çıkmıştır. Politikaların ötesinde yüreği insancıllıkla atan Demirağ’ın şiiri de barışcıllıkla kurgulanmıştır. Adadaki siyasal çatışmaların kanlı yansımalarına tanık olduğu yıllardan ölümüne kadar  barışın özlemini, beklentisini haykırmıştır.
Çatışmaların başlangıç dönemlerini yansıttığı “Gökte Yaz Sonunun İlk Bulutları” adlı şiirinde karmaşa ve şiddete yönelik ilk yorumlarını izlediğimiz Demirağ, o günlerde dahi, hayatından hiç silmediği “umudun kuş şarkıları”nı terennüm eder:

(...)
Sarayönünde, şurda burda günlük didişmelerin
akışıp duran, açılıp burguçlanan selleri,
zulümlere rağmen yaşamak güzeldir,
inanç ve yürek işgallerine rağmen,
kirlenmelere rağmen yaşamak güzel.
(…)
Karamsarlık kararlı adımlarla geçilebilir,
havada  yağmur kokusu var, dünya güzeldir (103, Demirağ 1994).


Aklın ve yüreğin bakımlı çimleri, dağlı çiçekleri bomba ve kurşunlarla kana bulanmıştır. Delik deşik yüreklerden akan sızı, artan acı ve kederlere yol olur, gider. Karartma geceleri, güzün göğünü terkeden bulutları arar durur boşuna. Hasretler, ayrılıklar  adanın yoldaşı; kongreler, konferanslar, söz fırtınaları koldaşı olur:

Anam yakar söndürür elektrikleri,
uzak coğrafyalardan geçer antiloplar,
(...)
bulutlar  bırakıp gider güzün göğünü,
otobüslerde, uçaklarda hasretler, yolculuklar.

Portakallar, limonlar irermekte dallarda,
kongreler, konferanslar birbiri ardısıra,
Awacs’lar, güdümlü füzeler birbiri ardı sıra,
demeçler, savaş çığlıkları birbiri ardısıra,
ve saleeeep bağırıyor gece bir adam soğukta

Kimseler yutulmasın küçük ayrıntılara,
kimseler sarsılmasın, çünkü sarsıntı(...)
zonklayan bu çağı özümlemeye ayrılmıştır.
Anam yakar söndürür elektrikleri,
yaşam yakar söndürür elektriklerini,
daha çoook dökülür betonlara yapraklar (agk. 105).


* devam edecek

Bu haber toplam 2961 defa okunmuştur
Gaile 391. Sayısı

Gaile 391. Sayısı