1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ŞİİR SERÜVENİNDEN FİKRET DEMİRAĞ’A VE KIBRIS’A DAİR... (3)
ŞİİR SERÜVENİNDEN FİKRET DEMİRAĞ’A VE KIBRIS’A DAİR... (3)

ŞİİR SERÜVENİNDEN FİKRET DEMİRAĞ’A VE KIBRIS’A DAİR... (3)

ŞİİR SERÜVENİNDEN FİKRET DEMİRAĞ’A VE KIBRIS’A DAİR... (3)

A+A-

 

Metin KARADAĞ
[email protected]

Şiir attım denize. Hayat denen denize:
Yüreğim enkazı gidiyor yüze yüze...(F.Demirağ)


Savaşların yol açtığı yıkımlarda insanların acıları, Demirağ’ı derinden etkiler. Beyinlerde köpüre köpüre akan kan, bulduğu yolda akar, durur. Bir zamanların kıyı balığına benzettiği ve yüreklerinde yaralı portakal çiçekleri kımıldayan ada insanı, şimdilerde hırçın sular üzerinde kanayan yaralara dönüşmüştür:

 

 

 

 

Hepimizin yüzünden
hırçın bir nehir geçmiş gibi,
izini, uğultusunu bırakmış;
beyinlerimizde bir yerde
akıp duruyor hâlâ
suları kan köpüre köpüre

Şimdi yaralı portakal çiçekleri
kımıldıyor yüreğimde

Birer kıyı balığıydık
yıllar önce
kendi ılıman denizlerimizde,
şimdiyse zamanların açtığı
yaralarımız kaynıyor
hırçın suların üzerinde

Bilge zeytin ağaçları sallanıyor
sevgilimin gözlerinde (agk. 111).

1973’te savaşa bakış açısı:

biz ozanlar şarkı gerillalarıyız;
zulme karşı “aşk-ülke”nin sınır boylarında
söz ve çiçek mermili tüfeklerimizle çarpışırız ( agk 59)

biçimindeyken, 1974’de sergilediği savaş hüznü, kendi iç tutarlılığını sürdürmektedir:

sen vurulup öldün, eylülün topları patladı,
yani sustu ölümün topları, yani ‘ateşkes’e girdik,
sensiz, sokaklar, eylül toplarının salvoladığı
hüzün çiçekleri içinde şimdi... (agk. 59)

Binbir kokusuyla büyüleyici esintilerin mekânı olan portakal bahçelerinde büyüyüp yüreği şiirle çarpan Fikret Demirağ için kayıpların kimlikleri değil, varlıkları önemlidir. O’nun savaşı söz ve çiçek kullanılarak yapılan bir barış sevdasıdır.

Savaşın zamanı, düşen takvim sayfaları gibi savruk ve vurdumduymaz değildir. Şair, kara Kıbrıs zeytini gözlü kuşakların ortak bilincindeki yarınlar için umuttan ırak dizeler yansıtır. Çocukların yarınlarını,  şiir ve tüfek ikileminden ya da bir şarkı ile bir yangından hangisi oluşturacaktır, sorunsalının peşine 1982 tarihli şiirinde düşer:

Karşı arsada top oynayan çocuklar
bir  şiire mi büyüyorlar, bir tüfeğe mi,
dünya bir şarkı mı bir yangın mı hazırlıyor onlara?

Yarın nasıl esecek onlara doğru yaşam,
nasıl esecekler delikanlı gövdeleriyle
akıl ve yürekleriyle yaşlı dünyaya?

Kara Kıbrıs zeytini gözleriyle
hangi rengi vuracaklar yarın dünyaya,
hangi rengi vuracak yaşam onlara? (agk. 113).

Çatışmaların soluk aldığı süreçlerde geriye bakıp tankların, uçakların ardından alt alta, üst üste kalan ölülerin; otobüslerle bir yerden bir yere taşınan insanların ayılamamış çığlıklar gibi kalan yüzlerini, yeni dönemlerin yansıması olarak yorumlar:

Atılması gerekip de atılamayan
bir sürü çığlığın toplamı gibi
duruyor artık bu dünyada gözlerin.

Tanklar geçti, uçaklar uçtu
ateş-kes oldu, eylül geldi
ölüler kaldı altalta üstüste

otobüsler geldi, otobüsler gitti
İnsanlar gülümsedi yeniden,
buruk ve yaralı olsa da yeniden,
yaşam olağan akışına girdi.

Ekmek kurşunuyla vurdular seni de,
ölmeden gömdüler seni de,
ayılamamış çığlıklar gibi kaldı yüzün (104, Demirağ 1994).


Demirağ, Kardeşim Barışı Ne Zaman Yapacağız başlıklı 1985 tarihli şiirinde barışa olan özlemini, pas tutmuş sevdaların ovup parlatılarak yeniden büyük harflerle yüreklere kazınması umudunu ömrü boyunca hep yineleyeceğini dile getirir. Hızla geçen zamanın muhasebesini yaparken yaşamından çalınanlar, halkın yaşamından koparılanlarla özdeşleşir:

Kim vurduya gitti barışsız ömrümüz,
bilmelisin neler çalındığını yaşamımızdan;
basılıp geçilen, dönülüp bakılmayan bir halk
acıların  metni altına bir dipnot olarak geçti.
bilmelisin neler çalındığını ömrümüzden (agk. 155).

Yaşanmış tüm acılara, paylaşılmış onca kedere karşın Özdemir İnce’nin dediği gibi Fikret Demirağ  “adresi Kıbrıs olan” bir şairdir. Tarihsel serüveninde yaşadığı tüm çatışmaların yanında Akdeniz rüzgârının enginliğini hep dizelerine taşıyan Demirağ, bu kimliği de sorgular, Akdenizli başlıklı şiirinde:

Bir sevdayla sevişmeyi bilmeyen
Akdenizli değildir
bir gövdeyle sevişmeyi bilmeyen

Bir sevdanın mezar taşıyla
bir umudun külleriyle konuşmayı bilmeyen
Akdenizli değildir (...)

Bir kadınla sevişmeyi bilmeyen
Akdenizli değildir
bir yangınla sevişmeyi bilmeyen (agk.139/ 140).

Fikret Demirağ, budur. Akdeniz mayasında yoğrulmuş; acının yoldaşlığında umuda ve tutkuya kol atmış bir şairdir. Çünkü her sabah umutla açılan gözlerini, Akdeniz gününe hasretmiştir. Sabahlar, yeni bir zaman umudu taşır şairin yüreğine, toprak testideki soğuk su misali:

Her sabah uyandığımda
tüfekler ve sorularla dolu
bir Akdeniz günü karşılıyor beni(…)
(agk. 146-147).

Akdeniz bir sevgili, bir bilge,  eski ama vefalı  ve zamanın hırpaladığı bir dosttur O’nun için. Şair,  dert ortağı, sevda kaynağı olan denize, yüreğinin “Yankı”sını terennüm eder:

Durduk Akdenizle, o bilge  denizle karşılıklı
birbirini  aldatmış iki sevgili gibi
zamanın hırpaladığı
yaşamın yaraladığı iki sevgili. (...) (agk.122)

Tutkusu Akdeniz olan şairin benmerkezci romantik devinimlerden ırak, bütünü kucaklayıcı tavrı, O’ndaki toplumcu, evrensel duyarlılıklarla dopdolu savaşımcı kişiliği daha da anlamlı kılar. O, hepimizin adına yollara düşen, bizim için tarlakuşunun sesini ilk dinleyen, portakal ağacının dilinden ilk anlayandır. Aşağıdaki dizelerinde doğa imgelerini ustaca kullanarak sanatçı duyarlığı içinde kamusallığını haykırır:

Her sabah siz uyurken yollara düşen ozan
sizin adınıza da taşıdı başında sabah yıldızını
sizin adınıza da tanıdı sesinin ilk uyanan tarlakuşunun,
sizin adınıza da çırptı sevinçle yapraklarını
onu görünce bir portakal ağacı,
sizin adınıza da bağırdı: Sevgilim, adımla çağır beni,
sana, adıma ve herkese
yaraşır bir ozan olduğum gün!
(Demirağ, 1999. 55).

Yurdunun büyülü doğasında büyümüş, acılarla mayalanmış hüzünlerin umuda açılan şafaklarını sürekli beklemiş olan Fikret Demirağ, bitimsiz sevdaların ayrılık istasyonunda veda şarkısını yollar gökyüzüne ve uğruna ömür tükettiği insanlığa:

Gidiyorum. Elimi tut ölürken!
Bir hayat yetmedi içimdeki şiiri söylemek için;
Hayat’ın incecik bir dalında incecik bir yapraktım,

artık duyuyorum beni düşürecek rüzgârı.

Gidiyorum. Umut cesetleri kanımda,
sesim boşlukta yankısız kanat sesi,
kendi uzayında kaybolan Dünya’nın bir oğluyum,

son imdat mesajlarımı gönderiyorum.

(Hoşçakal. Sesim, ağacının dibine düştü
                                    Düşüyor...) (Demirağ, 1996. 77).

 

Sonuç yerine:

Fikret Demirağ şiiri; tutkuların, Akdeniz ufuklarında yaşanmış sevdaların, kan ve gözyaşı selleri akıtmış savaşların, ihtiras ve açgözlülüğün kirlettiği politikaların eşliğinde uzun sürememiş bir ömrün öyküsüdür. Doğanın sesini ve ruhunu yakalayabilmiş, mayasını oluşturan kültürlerin değerlerini özümlemiş olan Demirağ, bu zenginlikleri gelecekte de yaşayabilecek bir ustalıkla şiirine yansıtmıştır. Şair, ölümlerin hayat devinimleri içindeki doğallığını vurguladığı “Sen Öldükten Sonra” başlıklı şiirinde tüm ömrüne damga vurmuş yaşanmışlıkların ya da umutların, özlemlerin sürekliliğini dile getirir. Kendine seslendiği bu şiirinde zeytin ve şiirin hasadında sürecek hayatın panoramasını çizen Demirağ, yaşamış olduğu mutlulukların noktalanmasındaki melâli aktarır. Yaşanmışlıkların sonsuzluğa kadar sürüp gidecek olması, insanlığın büyük dramıdır. Bol yıldızlı yaz göklerinin altında kalacak herşey, dünyada sevdanın ve umudun hasadı olarak sonsuza kadar sürüp gidecektir:

Sen öldükten sonra da sürüp gidecek
dünyada zeytinin ve şiirin hasadı
sen öldükten sonra da

(…)
Sen öldükten sonra da sürüp gidecek
Dünyada sevdanın ve umudun hasadı
Sen toprağa dağıldıktan sonra da (Demirağ 1994, 152).

Yolculuğun son durağındaki vasiyeti sayabileceğimiz “Sen Öldükten Sonra Da” başlıklı şiir, şairin aslında yaşam felsefesinin de özüdür.

Yaşamını, ülkesinin yazgısıyla sürdürmüş; Akdenizli kimliğinin tüm duyarlılığıyla yaşadıklarını halkıyla birlikte dizelerine yansıtarak hem kendinin portresini hem de sevgili ada insanlarının ruhunu ustaca dile getirmiş şiirin incelikli ustasından kendi vedasıyla anmaktır bize düşen:

(...)
O, bir ozandı;
üstüne ölü toprağı yığdı şarkısız Hayat.
Ölürken ağzına biraz şiir damlatın,
bir şiire sararak, ışığa gömün.

Akıl defterinize  ‘hüzünle akıp giden bir su’
olarak geçirin O’nu.

Ve hüznün mürekkebiyle imzalayın altını (Demirağ 1996, 89).

***


Kısaltmalar:
agk: adı geçen kaynak
s. sayfa

Kaynakça:

Demirağ, Fikret. Hüzün Ana. İstanbul 1992.
______. Seçme Şiirler. Lefkoşa 1994.
______. Şiirin Vaktine Mezmur. Lefkoşa 1996.
Yalçın, Mehmet. Şiirin Ortak Paydası, İzmir, 2003.
Yaşın, Neşe. Şiirle Hatırlamak. Lefkoşa 2013.

Bu haber toplam 4046 defa okunmuştur
Gaile 392. Sayısı

Gaile 392. Sayısı