1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Şiirin Çoklu İlişkileri; Yatak Odasına Saldırı
Şiirin Çoklu İlişkileri; Yatak Odasına Saldırı

Şiirin Çoklu İlişkileri; Yatak Odasına Saldırı

Erkek şair tarafından kadın şairlerin veya kadın şairin kadın şairleri “kadın duyarlılığı”, “kadın hassasiyeti”, “kadın bakış açısı” gibi yaklaşımlarla “kadını” kutsayarak edebiyat ortamına sunulması aşkıncı düşüncenin ürünüdür

A+A-

Halil Karapaşaoğlu
[email protected]

 

Şiirin cinsiyeti var mıdır? Cinsiyeti olan şiir hangi düşünceden yola çıkmaktadır? Şair kadın mıdır, erkek midir? Kadınlık veya erkeklik üzerine kurulan şiir anlam çokluğuna nasıl zarar verir? Erkek egemen toplumun yarattığı baskı sonucunda, modernist düşünceyle birlikte, erkeğin karşısına konan kadın, kadın şairler veya erkek şairler tarafından “kadınsallık” vurgulanarak var olma çabası içinde midir? Kadın şairler bugün kadınlıkları kullanılarak mı piyasaya sunuluyor? Bu, liberal aklın kadını nesneleştirip “daha iyi pazarlanabilir” bir meta olarak değerlendirmesinin sonucu mudur? Edebiyatta feminizm ideolojik bir duruş olmaktan çıkıp, popüler bir tüketim nesnesine mi dönüşmüştür? Aşkıncı düşünce, şeyin kutsanması üzerinden kendine zemin bulur. Kutsanan şey sorgulanamaz, sorgulanamayan hiçbir şey eleştirilemez. Aşkıncı düşüncenin içinde hiyerarşiler ve iktidar alanları vardır. İnsanlık yaklaşık son 500 yıldır bu düşünce yapısının yarattığı tahribatı ortadan kaldırmak için mücadele veriyor.

Erkek şair tarafından kadın şairlerin veya kadın şairin kadın şairleri “kadın duyarlılığı”, “kadın hassasiyeti”, “kadın bakış açısı” gibi yaklaşımlarla “kadını” kutsayarak edebiyat ortamına sunulması aşkıncı düşüncenin ürünüdür. Marjinal erkek şairler ve feminist kadın şairler tersten bakıldığında ataerkil toplumsal düzenin yaptığı gibi kadını mitleştirmeye çalışmaktadır. Bu kanımca yüzyılın ilk yarısındaki en büyük paradokslardan bir tanesidir. Kutsanmış, mitleştirilmiş bir felsefi yaklaşıma karşı olduğumuzu ortaya koysak da, başka kutsama ve mit alanları yaratarak içten içe aşkıncılığı güçlendirmekteyiz.

Öne çıkarılma erkle ilintilidir. Bir erkin gücüyle,  başka bir erkleşme olur. Edebiyat ortamında erk sahibi olanlar, öne çıkarmaya çalıştıkları nesnelerin(şairlerin, yazarların) hangisinin daha fazla erk sahibi olacağının kavgasını verir diğer bir yandan. Bugünlerde, edebiyat alanında düzenlenen yarışmalar, kitap fuarlarındaki imza günleri gibi organizasyonlar bu güç savaşımının yer aldığı alanlardır.             

Kadının kutsanmasının sonrasında gelecek olan diğer bir kutsama alanı LGBTİ bireylerdir. Bugün “pazar” yükselen feminist hareketle birlikte, kendini yenilemiş, “pazar” dilini erkek egemenden dilden arındırmaya başlamıştır. “Nike” ayakkabı tekelinin son çektiği reklam filmi ve bu reklam filimine verilen olumlu tepkiler bunun en güzel örneğidir. Sıra LGBTİ bireylerin kutsanmasına geldiğinde, bundan yola çıktığımızda “kadın” edebiyatı artık tüketilmeyeceği, popülerliğini kaybedeceği için söz konusu olmayacaktır. Buradaki problemli bakışın ortadan kalkması, Spinoza’nın işaret ettiği gibi tekilin ifade özgürlüğü meselesidir. Kadının mağduriyeti üzerinden değil, cinsiyeti olmayan tekilin, ifade özgürlüğü meselesini tartışmadıkça, iktidar alanlarını ortadan kaldırmaya çalışmadıkça popüler kültürün tüketim sırasına göre ilk önce kadın sonra LGBTİ bireyler nesneleştirilmeye devam edilecektir.

Spinoza’ya göre canlı cansız her şey (conatus) var-kalma direnci içindedir. Tözle yani tabiatla olan ilişkileri eşit mesafededir. Cinsiyet, cinsel yönelim üzerinden oluşturacağımız poetikamız ister istemez şiirimizi anlamsal olarak daraltacağı için kısırlaştıracaktır. Spinoza’nın siyasal yaşam için kullandığı “Multitude(çokluk)”kavramının, şiirdeki karşılığı da bir birinden farklı tekil anlamların bir arada var olmasıdır. Poetikamızı cinsel kimlik veya cinsel yönelim noktalarından yola çıkarırsak anlamların çokluğundan bahsetmemiz mümkün olmayacaktır. Şiir erkeksel, kadınsal, LGBTİ bireysel olacaktır. Bana göre asıl mesele poetikamızın nasıl bütün cinsel kimlikleri, cinsel yönelimleri içine alıp yeni dilin nasıl oluşturulacağıdır.

Spinoza, devletin, bireyi kimliği üzerinden denetlediğini söyler. Kimliği olmayan bireyin devlet tarafından denetlenmesi güçtür. Ulus ve kimlik birbirini besleyen iki kavramdır. Dünya üzerindeki her kimliği ya da kimlikleri olan birey bir ulusa veya birkaç ulusa aittir. Ulusun, dolayısıyla devletin denetimi bu kimliklerin kaydıyla sağlanmaktadır. Aynı şekilde şiirin içindeki kimlik probleminin vurgulanarak öne çıkarılması politik olarak ulusalcı ilişkilerin içerisinde olmamızı sağlayacaktır.

Bir şair hem kadın hem erkek hem trans aynı zamanda gey, lezbiyen, bi-seksüel, hetero seksüel olamaz mı? Şairin poetikası bütün bu oluşların anlamlarını kendi içerisinde barındıramaz mı? Yeni bir dilin oluşumu yeni anlamlarla birlikte düşünülmez ise, ortaya çıkması ne kadar mümkün olacaktır?              

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 3240 defa okunmuştur
Gaile 415. Sayısı

Gaile 415. Sayısı