ŞİİRİN FİLİZ’İ*
İlk şiir kitabı (Sevgiden Doğma), benim ilk şiir kitabımla aynı yılda (1987) yayınlanmıştı Filiz’in… Gençlik yıllarının şiirlerini (1982-87) içeren bu kitaptan başlayarak, hayatla (ikiyüzlü, bencil insan ilişkileriyle) dalga geçen; baskılar, adaletsizlik, savaşlar ve barbarlaşan insanlardan umudunu kesen bir ruh haliyle yazıyordu hep. “üstlendiğimiz bu kambur insanın insana çılgınca soğumasıdır /bozulan et yığınları çocuklara azalmışken iyilik dostluk” (s.47)…
İlk şiirlerinden itibaren peşini bırakmayan “ÖLÜM” izleği; “hüzün” ve “ağrılarla” donatmıştı şiirlerini. “ben hep yaşlandım yaşamaya”(s.19)
Şiir başlıklarına dek (sıkça) sızan“Yalnızlık”, bilinçli bir tercihidir Filiz’in… O vıcık vıcık/sahte insan ilişkilerinden; çıkar/çatışma dünyasından uzak durmayı seçer, bu yüzden… “Hüzünlü yüzünü” maviye (denize, gökyüzüne, nehirlere) nar’a, yeşilliğe, doğaya dönmesinin; kendi iç sesiyle konuşur gibi yazmasının nedeni de budur…
Yirmi yılı aşkın acılarla hastalıklarla boğuşurken; içindeki kum tanelerini şiire çevirmekle uğraştı Filiz…
Tüm kötülüklere lirik bir ironiyle direnmeyi seçti dizelerinde…
İlk kitaptan 7 yıl sonra yayınladığı “Mağma Mavera” bir seçkiler (dört kitap bir arada) kitabı olarak çıkar karşımıza… İlk kitapta yer vermediği 1969-1975 (ilk gençlik) dönemi şiirleri “Başlayarak Mermerin Yarasından” başlığını taşır; II. Kitap, “Sevgiden Doğma” Bıçaklara Bilenen Kın” ekbaşlığıyla yer alır. III. Kitap “Kon… Gü… (1988-93) Kıbrıs’ta o yıllarda yaşanan (ürkütücü derecedeki) kimliksel yozlaşmanın lirik eleştirisidir… Bu korkunç değişimi/yabancılaşmayı içine sindiremez. “burası benim mi? / burası benimdir! /midir?”(s.120) benzeri soru dizelerle kısa şiirlerle arar çıkış yolunu.
IV. Kitap “Öl Beni” (1987-1994), başlığından da anlaşıldığı üzere, ölüm izleğiyle yoğrulmuş şiirlerden oluşur… “Ölüme düşmüş her şey /kaybolmuş”(s.175); der ama, “ben resmi bir ölü değilim”(s.181) notunu da düşer…
1993 başlarında yakalandığı ciddi bir kas hastalığı, daha da yoğunlaştırır “ölüm izleğini”. Kitabın son sayfalarında, o uzun hastane günlerinde yazdığı şiirlere yansıyan karamsarlık, uzun yıllar peşini bırakmaz…
1999 Yılında yayınlanan “Aşk Ben’i Yıka”(1999) kitabının kapağındaki desen (Ümit İnatçı’nın çizdiği) dahi o ruh halini anlatır…
Bu kitabın yayınlanmasının ardından, SİM Radyo’da şairlerle yaptığım “Ekin Gündemi” başlıklı programlardan birine Filiz’i de davet etmiş ve şu soruyla açmıştım programı: “Hayata dair olumsuz, küskün bir tavır takınmış durumdasın. Adeta sistem tarafından ‘iğfal edilmiş’ hissediyorsun. Tüm bu olumsuzluklara, kadın olmanın kattıklarını da yükleyerek karanlık bir tablo çiziyorsun; yoksa ben mi yanılıyorum?”
“Haksız sayılmazsın, ama ben gerçeği yazıyorum ve kör gözlere, sağır kulaklara sokmaya çalışıyorum umursamadıkları bu gerçeği” diye yanıtlamıştı…
Bu söyleşimizin ardından yazdığı bir yazıda da ( “Kalbimin Gözleri Akar Zamana” başlığıyla Yenidüzen gazetesinde yazdığı köşe yazılarından.15 Haziran 1999) “hatırlamanın artık çöpe atıldığı bu zamanda, şiddetli acı da verse, bazı şeylerin özellikle bellekte canlı tutulmasından yanayım.” Diye açıklamıştı bu tutumunu.
“Uyku /uyuyanlar, ölüm/ruh,ıssızlık /yalnızlık ve yalan” sözcüklerinin yoğunlaştığı bu şiirlerde “Aşk hayatla ölümün ara toprağı”dır. (s.48)
Vurguyu pekiştirmek, sesini güçlendirmek (o sağır kulaklar duysun diye T.Ö.) için, tek heceli emir kipleriyle (aç, at, yak, bak, gel, git, kal, tut, kır vd.) bitirdiği dizler kullanır; yüksek sesli sözcükler seçer…
Yukarıda sözünü ettiğim (Mektup III başlıklı) köşe yazısının sonunda yazdığı şu paragraf, Filiz’in hayat felsefesini de, poetikasını da özetler bize:
“Sevgili hayat, bu dil sürçmeleri, bu anlam bozuklukları, bu yalan dolan kaotik dile karşı tek savunmam kaldı. O da şiirdir. Bozdukları anlamı yeniden bozup ters yüz ediyorum, rahatlıyorum. Orada gerçeğe kavuşuyorum,yani sana. Bütün emperyalist çabalara karşın şiir hala sözlüktedir. Çünkü şiir belleğin ve farkındalığın hiç pes etmediği yatakta akmaktadır.”
O günlerden, 2012’nin sonuna dek yazdığı şiirlerini topladığı son kitabı (Hafızalı Doku. Haziran 2013) yayınlandığında yine ciddi hastalıklarla pençeleşiyordu Filiz. Ama tüm yalanlara, ikiyüzlülüklere, kötülüklere inat, isyanı içinde kaynayan bir yanardağ olmaktan vazgeçmemişti…
O son kitabının ilk şiirinde şu dizelerle haykırıyordu bunu:
“Bütün kayıtlara geçsin /Hayatın ırmaklarını çevirdim önce yüzünüze. Olmadı. / Yıktı beni metruk bıraktı canımda patlayan yalan / Bir sunağa kapandım yakışmak istedim bir kurbana / Yakışmadım. / İsyanı bitti diye umulan bir yanardağ değilim ben.” (say.11)
Bu kitaptaki şiirler, “Hafıza’nın /belleğin” çağrıştırdığı geçmiş, acılı yıllardan, bugünün “kara” tablosuna gidiş gelişlerle kurulmuştur…
“Bir telaş bir telaş dışarıda bir kanemicilik. Nasılalırımcılar / satarımcıklar, nasıl düzerimciklerbaştanaşağı kariyer” (s. 26)
“kara ayazı zamanın, kurur / zaman suyun arasında; içlenme!” (s.63)
Kitabın arka kapak yazısında bu ruh halini şu sözlerle anlatır Filiz:
“İçe doğru bir yürüyüş… Hafızayı delerek kağıda saplanan çocukluk kurşunları…
Pencerede açan karanfil saksısı gibi devrilen ve hayatın bileklerini kesen savaşlar…
Başka şeyler… Sürgit bir belirsizlik… Sürgit travma… Uçurumun başında durmak ve boyuna dibe bakmak… Baş dönmesi… Sinir gülmesi…
Soru yok… Meydan savaşları yok…
Bu yüzden bütün soru işaretleri düşmüştür bu imladan…”
* Ölümünün ardından “Şiirin Filiz’i kırıldı” diye yazmıştım ama, onun şiirleri hep tazeliğini koruyacak edebiyatımızda. Çarşamba akşamı önce mezarı başında, sonra da Gençlik Merkezi lokalinde (1. ölüm yıldönümünde) şiirleriyle andık Filiz’i… Ve altı gün önce beklenmedik şekilde kaybettiğimiz sevgili dostumuz Hakan Çakmak’ı…
(Bu yazı, “Kurşun Kalem” edebiyat dergisi, Ekim-Kasım- Aralık 2016. Sayı 42, sayfa 57’de yayınlanmıştı.)