Sıla Tüfekçioğlu: ‘Konsomatris’, erkeklerin mihenk taşı kabul ettiği bir konuyu eleştiriyor
“Erkeklerin bekâret bozma geleneğini, bu geleneğin erkek ergenler üzerinde yarattığı baskıyı anlatıyor… Henüz 20 yaşına bile gelmeyen genç erkeklerin para karşılığı, kadınlarla birlikte olmasını anlatırken, bu geleneğin altyapısını da bize gösteriyor.”
Simge Çerkezoğlu
Talat Gökdemir’in yeni filmi ‘Konsomatris’de, sanat yönetmenliği görevini üstlenen Sıla Tüfekçioğlu, bugüne kadar pek çok farklı projede çalıştı. Benim için en özel yanı hayata, insanlara, hatta tüm canlılara karşı geliştirdiği duyarlılığı… ‘Konsomatris’, erkeklerin bekaret bozma geleneğini, bu durumun ergen erkekler üzerinde yarattığı baskıyı anlatırken, yaşanan kadın ticaretini de gözler önüne seriyor. Sıla bu filmin detaylarını, yaptığı diğer pek çok önemli projeyi bizimle paylaşıyor.
“Adadaki eğitim sistemi bizi doğru meslek seçimine hazırlamıyor”
Öncelikle Sıla’nın hikâyesine kulak veriyorum. Kanada’da başlayan hayatının zaman içinde nasıl şekillendiğini dinliyorum.
“Ailem 1980’li yıllarda Kanada’ya göç etmişti. Ben de orada dünyaya geldim. Daha sonra Kıbrıs’a geri döndük. Temel eğitimimi burada tamamladım. Daha sonra İngiltere’de Güzel Sanatlarda, video, fotoğrafçılık, animasyonu da içine alan karma bir bölümde öğrenim gördüm. İstediğimiz disiplinlerden, istediğimiz dersleri seçebiliyorduk. Ben de hemen hemen bu alanların tamamından ders aldım. Fazladan aldığım teori dersleri de oldu. Yüksek lisansı ise Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde dijital medya ve film üzerine tamamladım. Üniversiteye başladığım yıl grafik tasarım eğitimine başladım fakat bir yılı aşkın bir süre okuduktan sonra bu bölümün bana hiç de uygun olmadığını anladım. Adadaki eğitim sistemi aslında bizi doğru meslek seçimine hazırlamıyor, ben de sanırım bu nedenle böyle bir çelişki yaşadım. Bize verilen bir meslek testi ile geleceğimizi belirlemeye çalışıyoruz. Oysa bu mümkün değil. Video ve fotoğrafa özel de bir ilgim vardı, böylece kendimi mesleğime zaman içinde doğru biçimde yönlendirdim. Yeteneğim sanat ve yaratıcılıktaydı. ”
“Bir barış hikâyesinde, gerçek bir mülteci aileyi anlattık”
Bugüne kadar pek çok farklı projede çalışan Sıla, bende en çok yaptığı mülteci belgeseli ile iz bıraktı. ‘Bir Barış Hikâyesi’ isimli belgeselde mülteci olmak zorunda kalan insanların dramı anlatılıyor.
“Daha çok kısa filmler, kamu spotları, kısa belgeseller üzerinde çalıştım. Mülteci Hakları Derneği ile üç kamu spotu çalıştık. Kısa bir de belgesel yaptık. Bunun yanında sanat yönetmenliği, sanat yönetmenliği asistanlığı, yönetmen asistanlığı, prodüksiyon gibi farklı alanlarda çalıştım. Sizin de bahsettiğiniz mülteci haklarına ilişkin yaptığım belgesel 2017-2018 yılında Faika Paşa ile yaptığımız görüşmeler sonucunda ortaya çıktı. Bir dönem ben de dernekte çalışmıştım, aklımda da böyle bir belgesel yapma fikri hep vardı. Bu konuda bir yeteneğim vardı ve bunu mültecilerin zor durumunu anlatmak için kullanmak istiyordum. Böylece belgesel için çalışmaya başladık. Gerçek bir mülteci ailesini anlattık. İlk başta aile ile görüşmeler yaptık. Onları tanımak, yakınlaşmak, bana güvenmelerini sağlamak istedim. Ana kahraman olarak da belgeselde bu mülteci ailenin en büyük çocuğunu seçtik. Zaman içinde birbirimizi tanıdıkça hikâye oluştu. Çekimlere başladık. Çekimler ramazan dönemine denk geldi. Suriye’den gelen dindar bir aileydiler. Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşıyorlardı. Benim için de çok anlamlı bir çalışma oldu.”
“Maalesef mülteci haklarını gözeten bir yasamız yok”
Hikâyeyi izlemeyenler için biraz daha detaylandırıyor, bir kez daha anlıyorum ki mültecilik yaşadığımız coğrafyanın adeta kanayan, kapanmayan yarası…
“Hikâyede Suriye’den göç etmek zorunda kalan mülteci bir aileyi anlattık. Esas sorun ailenin en büyük çocuklarının İstanbul’da kalmış olması, Kıbrıs’a gelememesiydi. Askerlik yaşı gelmişti, savaşa katılmak istemiyordu, pasaportu kayıptı, Kıbrıs’a girmeye çalışırken tutuklandı. Böyle maceralı, zorlu bir süreç yaşandı. Mahkemede Mülteci Hakları Derneği emsal niteliğinde bir dava kazandı. Belgesel de tüm bu olayları anlattı. Aslında onun tüm bunları yaşamasının en önemli nedeni, maalesef mülteci haklarını gözeten bir yasamızın olmayışı. Orta Doğu’dan, İran, Suriye gibi ülkelerden politik sebeple, savaş veya cinsel tercihleri nedeniyle kaçanlar bu sorunla karşı karşıya kalıyor. Kıbrıs’a geliyorlar fakat adanın kuzeyinde mülteci sıfatı alamıyorlar. Suçlu muamelesi görüyorlar. Bu sıfatın sağladığı koruma, çeşitli sosyal haklardan yararlanamıyorlar. Çoğu zaman geri gönderiliyorlar. Bu belgeselle aslında biz tüm bunlara dikkat çekmeye çalıştık.”
“Konsomatris filmi, erkeklerin bekaret bozma geleneğini anlatıyor”
İngiltere’de yaşayan Kıbrıslı yönetmen Talat Gökdemir’in dikkat çeken filmi ‘Konsomatris’de sanat yönetmenliği görevini üstlen Sıla, bu kez biraz dokunaklı, biraz da absürt bir hikâyenin içinde…
“Bu kısa film özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde var olan toksin erkeklik algısının iyi bir örneği… Erkeklerin bekâret bozma geleneğini, bu geleneğin erkek ergenler üzerinde yarattığı baskıyı anlatıyor. Anlatırken de ait olduğu erkek egemen dili alaycı, iğneleyici, sarkastik biçimde işliyor. Henüz 20 yaşına bile gelmeyen genç erkeklerin para karşılığı, kadınlarla birlikte olmasını anlatırken, bu geleneğin altyapısını da bize gösteriyor. Bir babanın böyle bir durumda oğlunun sırtını sıvazlamasının anlamsızlığını gözler önüne seriyor. Aslında adanın kuzeyinde işletme olarak yasa dışı olmasına rağmen, gece kulübü olarak varlığını sürdüren işletmelerin, birçok erkeğin gidip ilk deneyimlerini yaşadıkları yer olarak bilindiğini anlatıyor. Tüm bunlara küçük bir dokunuşla değinmeye çalışıyoruz. Ben de sanat yönetmeni olarak çalıştım. Mümkün oldukça anlatılmak istenen duyguyu mekân, kostüm olarak aktarmaya çalıştım. ”
“Filmin dilinin en iyi şekilde yansıtılmasını sağlayan sanat yönetmenidir”
Sıla, sanat yönetmeninin görevini, bir filmde neler yaptığını, yönetmen ve görüntü yönetmeninden farkını ayrıntılı anlatıyor.
“Sanat yönetmeni en genel anlamda yönetmen ve görüntü yönetmeni ile birlikte çalışan, yönetmenin kendi zihninde yarattığı duyguyu, ambiyansı izleyiciye aktaran kişidir. Bir kadrajda, karede ne olmalı, renkler, dönem, obje, kıyafet, kostüm, arka plan… Bunların tamamı anlatmak istenilen duygu ile doğrudan ilişkilidir. Bunun en iyi şekilde yansıtılmasını da sanat yönetmeni sağlar. Bir setin fiziksel olarak oluşmasından sorumlu olan, filmin bir anlamda dilinin en iyi şekilde yansıtılmasını sağlayan kişidir. Konsomatris filminde orta sınıf bir ailenin erkek çocuğunu anlatırken, onların giyimi, mekânı, yaşadıkları çevre… Gece kulübünde çekim yapamadığımız için onu yansıtabilecek bir mekân, konsomatris rolündeki yabancı oyuncumuzun canlandırdığı role uygun giyinmesini… Tüm bunları bu film için hazırladım. Çekimler Kıbrıs’ta yapıldı. Ekibin birkaç yıldır üzerinde çalıştığı bir projeydi.”
“Talat Gökdemir erkek olarak, kendi kültürünü eleştiriyor”
Yapımın son üç ayında ‘Konsomatris’ ekibine dahil olan Sıla, filme dair süreçleri, dikkat çekmeye çalıştıkları detayları da şöyle özetliyor.
“Ben bu süreçte sette kullanılacak tüm objeleri, mekânları, mekân çözümlemelerini yaptım. Gece kulübü mekânı için Suriçi’nde belediyenin kullandığı Bandabuliya sahneden yararlandık. Elbette bazı değişiklikler, eklemeler yaptık. Okuduğum andan itibaren üzerinde çalışmak istediğim bir proje oldu. Bir erkek yönetmenin bu hikâyeyi işleyecek olması çok etkileyiciydi. Erkekler için mihenk taşı kabul edilen konulardan birini, hatta kendi kültürünü eleştiriyor. Bunların yanında kadınların obje haline getirilmesini, gece kulüplerinde yabancı kadınların zorla, insafsızca çalıştırılmasını, parasını verdim, istediğimi yapacak zihniyetini de aslında eleştirmeye çalışıyoruz.”
Sıla, son olarak Guardian gazetesinin bölünmüş şehirler serisinin Lefkoşa ayağında prodüksiyon asistanı olarak da çalıştı. Bu yapımda adanın bölünmüşlüğü, vicdani ret konusu çarpıcı biçimde anlatılıyor. (https://www.guardian.com/cities/video/2019)
“Orijinal ismi Last Divided Capital in Europe, Avrupa’nın son bölünmüş başkenti The Guardian’nın bölünmüş şehirler üzerine yaptığı belgesel serisinin ikinci bölümü. Lefkoşa’nın kuzey ve güneyinde birbirinden bağımsız vicdani retlerini açıklayan iki genci, merkezine alıyor. Yönetmenliğini Max Duncan ve Ekin Çalışır’ın yaptığı bu bölüm sınırın iki tarafına mekik dokuyarak savaş sonrası jenerasyonların arasında aktarılan travmayı kırmaya çalışan, biri dansçı diğeri aktivist olan iki Kıbrıslı gencin neden vicdani ret fikrine yöneldiği anlatılıyor.”
Sıla’nın yaşadığı dünyaya dair bazı hassasiyetleri var. Üstlendiği her görevde özellikle hayatında mağduriyet yaşayan insanlara yardım etmeye çalışıyor. Bunu kendine adeta bir misyon edinmiş görünüyor.
“Şu anda SOS fon geliştirme birimindeyim. Muhakkak yetiştirilmemden bende böyle bir duygu gelişti. Ailem de her zaman insan hakları, dürüstlük, insanlık onuru, hayvan hakları gibi olguları önemsedi. Kardeşim de benim gibidir. Elimde bir yaşam var, bu yaşamda yapabileceğimin en iyisini, başkalarına da destek olarak gerçekleştirebilirsem daha anlamlı bir hayat yaşayabilirim. Küçük yaşlardan itibaren bunu düşünmeye başladım. Tabii ilk başta bu denli sofistike biçimde bunu düşünmedim ama bir şekilde insanlara yardım edebiliyorsam neden etmeyim şeklinde düşündüğümü hep hatırlıyorum. Sonuçta becerilerimi en iyi şekilde kullanmaya başladım. Tüm canlıların bu hayatı, daha iyi, daha onurlu yaşayabilmesi için çabalamaya devam ediyorum. Şu anda SOS’de çalışmaktan da büyük bir mutluluk duyuyorum.”