1. YAZARLAR

  2. Eralp Adanır

  3. Silahcık Oynaylım?..
Eralp Adanır

Eralp Adanır

Silahcık Oynaylım?..

A+A-

Bir arkadaşım bizim akran için “ara cenerasyon” tanımlamasını yaptı. Kimdi bu ara cenerasyondakiler?

‘60’lı yılların başında doğmuş olup, 1974’ü çocuk ve ergenlik dönemindeki beyne kaydetmenin en müthiş olduğu sırada, görüp yaşadıkları savaşla bu kaydı belleklerine kazıyaanlar, İngiliz dönemi terbiyesini, saygıyı babalarından almış son nesil olarak açıklamıştı ara cenerasyonu. ’74 sonrası ganimete ve bir acayip kültür haline dönüşmüş olan “ganimet kültürüne” genelde rağbet etmeyen, hâlâ daha öğretmenlerini gördüğünde ayaklarını indirip önünü ilikleyen, pozisyonunu düzelten, önlerinde sigara içmekten çekinen bir “ara cenerasyon”.
Bu cenerasyonun çocukluk yıllarındaki oyunlar sadece lingiri, topaç, pirilli, lukko değildi. Babalarımızın savaş psikolojisi, yaşadığımız ortamda savaşın kendini sezdiren görüntülerinden; silah, askeri elbise gibi malzemeler de hayatın içinde olunca, oyunlardan birisi de “silahcık” oyunuydu kuşkusuz.

Soğuk-ruhsuz ve “katil” olan silah’a “cık” eki ekleyerek onu çocuklaştırırken, silahımsı şeylerle büyümeye, bunu bir oyun şekline dönüştürme de kendiliğinden gelişmiş oluyordu.

Hatırlıyorum Limasol’da eski kahve sandalyelerinin –ki Taksim Sinemasında bu kırık sandalyeler atılıyordu- sandalyeden öyle bir model çıkıyordu ki, şarjörlü silah gibi oluyordu adeta. Bahsettiğim ‘70’li yılların başı, savaş öncesi.

Böyle bir hamurla büyüyorduk.

Büyüyorduk da polislerimizin belinde silah olduğunu ben hiç hatırlamıyorum ’74 öncesi. Hatta ’74 sonrası da uzun süre böylesi bir polis modeliyle karşılaşmamıştık.

Evet dünyayla birlikte Kıbrıs da değişiyor gelişiyor.
Yaşam ister istemez farklılaşıyor.
Ama tüm bu farklılıklar ve değişimler yaşanırken, toplumun alışıla gelmiş kuralları ve yaşamındaki kültürel biçimin de değişmesi gerekmiyor.

***
Silah ve intihar, silah ve saldırı... alışık olmadığımız birşey.
Evet ne mutlu ki hâlâ alışamadık.
Bundandır ki; böylesi olaylarda ses yükseltiyoruz.
Geçtiğimiz hafta bir polisimizin kendi silahıyla, yaşlı bir amcanın av tüfeği ile intihar etmesi, bir askerin belindeki silahı çekip iki kişiyi öldürmesi; bu toplumdaki silah-insan ilşikisini gözden geçirmemiz gerektiğini gösteriyor.
Evet eskiden polisler silah taşımazdı.
Çünkü silahlı çatışma-terör diye bir risk yoktu.
Şimdi her polisimizin belinde bir silah.
Muhacerette çalışan da, trafikte çalışan da ve diğer memur arkadaşların da belinde silah. Gerçekten silahlanmaya bu toplumda bu kadar gerek var mı?
Kaldı ki silahlı özel timlerimiz var bu ülkede polis camiası içerisinde.
Beldeki silah caydırıcı değil, aksine toplum içerisinde ürkütücü ve güvensizlik yaratmaktadır. Ve bu silahlar verilirken “insan olan polis arkadaşların” da ruhsal durumları, sürekli ilaç kullanıp kullanmadıkları (ki bu ruhsal sağlık açısından çok önemlidir), yaptığı işe göre gerekli mi gereksiz mi gözden geçirilmelidir.
Geçmişe biraz dönüp baktığımızda, intihar girişimlerinin merkezinde “silah” olduğu görülebilir.
Gerek av tüfeği gerekse “görev” silahı.
Hatırlayınız; Lefkoşa’daki Atatürk heykelinin üzerine çıkıp intihar girişiminde bulunan “özel timciyi”... ya da gece kulübüne eğlenceye giden polis subayının havaya ateş ettiğini.
Ve av tüfeği...
Bence hiç de masum değildir av tüfekleri.
Bunların da verilirken bence özellikle ruh sağlığı açısından rapor istenmesi gerekir.
Eminim bu yazdığıma avcı dostlar gülecektir. Ama bu silah; sinirli olduğunuz ve hatta kendinizi kaybettiğiniz bir anda baş vuracağınız ilk araçtır maalesef.
Arşivleri karıştırırsanız, ya da belleğinizi zorlarsanız; intihar teşebbüslerinde av tüfeğinin ne kadar kullanıldığını görürüz ki bu durumun da “es” geçilmemesi gerektiğine inanıyorum.

Bu yazı toplam 2324 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar