Silihdar ve Samanbahca mahallesi…
Silihdar ve Samanbahca mahallesi…
Tuncer Bağışkan
Bugünkü yazımda İbrahim Paşa ile Mahmut Paşa mahallelerinde bulunan ‘Silihdar hisarı’ ile ‘Samanbahca mahallesi’nin uzak ve yakın geçmişlerini irdelemeye çalışacağım. Neredeyse “Siyam ikizlerini” andıran bu iki yer her gündeme geldiğinde, yarım asrı aşkın bir süre Samanbahca’da ikamet eden ve Zehra Növber anaokulundan beridir de arkadaşım olan Aziz Hasan Mevlitler’i anımsarım. Doğma büyüme bir “Musallalı” olan kaynım Oktay Esat ile konuşurken bana şunları söylemişti: “Biz Samanbahcalı çocukları Musalla’ya sokmazdık, hatta Musalla’dan bile geçemezlerdi”. Geçtiğimiz hafta bu konuyu Aziz’e sorduğumda, o da kaynımın söylediklerini onaylayarak şu yanıtı vermişti: “Doğrudur, biz eskiden Musalla mahallesine gidemezdik, ancak onlar da Samanbahca’ya gelemezlerdi. Oradan geçtiğimizde Musalla çocukları bizi taşlarlardı.”
SİLİHDAR BURCUNUN DEĞİŞİK ADLARI
Belirli yerlere ait isimlerin zaman sürecinde gelişen yeni kullanımlara, ya da yapımcıları ile halk arasında söyleniş şekillerine bağlı olarak değişime uğradıkları bilinmektedir. Nitekim şimdilerde Cumhurbaşkanlığı sarayının bulunduğu burca da zamanla değişik adlar verilmiştir. Lefkoşa surlarının Venedikliler tarafından yapıldığı 1567 yılında burca asil ailelerden Quirini’nin adı verilmişti. Osmanlıların Lefkoşa’yı ele geçirdikleri 1570 yılından sonra burada bir cephanelik bulunduğundan adı “Cephane” olarak değiştirilir. M.S XVIII. Yüzyılın sonu ile M.S XIX. Yüzyılın başlarında Kıbrıs Muhassılı Silâhtar Mustafa Ağa tarafından hayır amacıyla oluşturulan Silâhtar vakıf suyu Girne Kapısı ile Cephane burcundan kente giriş yaptığından, burç önce “Silâhtar” adıyla bilinirken, ilerleyen yıllarda bu adın “Silihdar”a dönüşmesi nedeniyle burç da bu adla bilinmeye başlanır. İngiliz Sömürge döneminde top atışları bu burçta yapıldığından “Top Hisarı” adıyla da bilinir olmuştur.
BURCUN SİLİHDAR ADINI ALMASI
“Silihdar” ile “Silâhtar” adlarıyla bilinen burç, adını, M.S XVIII. Yüzyılın sonu ile M.S XIX. Yüzyılın başlarında Lefkoşa’nın ikinci büyük su kaynağı olan Silahdar Suyu’nu Lefkoşalılara kazandıran zamanın Kıbrıs muhassılı Silahtar Mustafa Ağa’nın ünvanından almaktadır. Şimdilerde tamamen kurumuş olan Silihtar su kaynağı, Lefkoşa’nın yaklaşık 1 mil (1.6 km) kadar güneyindeki Cikko Manastırı Medoşu ile Ayii Omoloyitadhes bölgesi arasında yer almaktaydı. Buradan sağlanan sular, sıra kuyular, arklar ve su kemerleri aracılığıyla ilkin güney Lefkoşa Genel Hastanesi’nin yanındaki Kanlı Dere köprüsüne ulaşmakta, sonra da surların dışından yoluna devam ederek Girne Kapısı’ndan Lefkoşa’ya giriş yapmaktaydı. Silihdar burcuna ulaşan suyun Mağusa Kapısı yandaki Başpiskoposluk sarnıçlarına ulaşıncaya kadar yolunun üzerindeki kent içi sokak çeşmelerini beslemesi için Quarini burcuna şimdi bile karıntıları görünen bir dağıtım sistemi kurulmuş, ayrıca 1796/97 (1211 H) yılında buraya Kıbrıs muhassılı Silahtar Mustafa Ağa tarafından mermer yazıtlı bir de sokak çeşmesi yapılmıştı. İşte bu nedenle bu burç Osmanlı döneminden günümüze kadar ‘Silihdar’ adıyla bilinir olmuştur. Silahdar suyunun bu burçtan başlayıp doğudaki İnönü Meydanı, İstanbul ile Reşadiye Sokakları ve Aykasyano mahallesi boyunca uzanan güzergahta evlere su dağıtımı yapan 10 geriz (taksimat) bulunmaktadır. Bunlardan sadece Aykasyano gerizinin üzerinde 1928 tarihi kayıtlıdır.
LEFKOŞA KOMİSERİNE SİLİHDAR HİSARINDA İKAMETGAH İNŞA EDİLMESİ
Anlatıldığına göre Silihdar burcu arazisi önceleri Muttalib Efendi adında varlıklı bir kişiye aitti. Lefkoşa Komiseri’nin o sıralarda herhangi bir ikametgahı bulunmadığından arazinin bu amaçla satın alınması ve 1931 yılında yakılan Vali konağıyla birlikte inşa edilmesi kararı alınır. Böylece planı Kamu İşleri Dairesi (Public Works Department) mimarı Robert Macartney tarafından çizilen ikametgahın yapımı 1939 yılında tamamlanır. İki katlı ve haç planlı olan yapı, burcun kalp şeklinde oluşu dikkate alınarak şekillendirilir. İkametgahın sur duvarından görünmemesi için oldukça geriye inşa edilir. İkametgaha giriş kapısının üst başına ise Kıbrıs İngiliz Kolonisinin amblemi olan altlı üstlü iki aslan figürü monte edilir. Aslında iki aslan figürü Normandiya Dükleri ile İngiltere kralı Aslan Yürekli Richard’ın arması olup, bu armanın Kıbrıs’ta kullanılma nedeni, 1878 yılında Kıbrıs’ta başlayan İngiliz Sömürge idaresinin Aslan Yürekli Richard döneminin bir devamı olduğunu vurgulamak içindi. Bu arma ayrıca Lefke Adliye sarayında ve Kıbrıs’ın İngiliz İdaresine girişinin ellinci yılını kutlamak amacıyla 1928 yılında basılan Kıbrıs pulları ile 45 kuruş değerinde gümüşten darp edilen Kral George V sikkeleri üzerinde de bulunmaktadır.
Bu bina Kıbrıs’ın bağımsızlığına kavuştuğu 1960 yılına kadar Lefkoşa Komiseri’nin ikametgahı olarak kullanılır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1960 yılında zamanın Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük, Cumhurbaşkan’ı Makarios’a başvuruda bulunarak Ledra Palace Otel’in yanında bulunan ve şu anda Yunan Büyükelçiliği olarak kullanılan binanın daire olarak kullanılmak üzere kendisine tahsis edilmesini talep eder. Aslında bu bina zamanın Başsavcısı Tirantaphyillides’e aitti. Ancak bu bina Yunanistan Konsolosluğu olarak kullanılmak üzere Cumhurbaşkanı Makarios’un aracılığıyla Yunanistan’a £42.000’ya satılır. Böylece Dr. Fazıl Küçük bu binayı daire olarak kullanamadığından, Lefkoşa Komiserinin ikametgahını kullanmaya başlar. 15.11.1983 tarihinden itibaren de Cumhurbaşkanı Sarayı olma işlevini sürdürmeye devam ediyor.
SİLİHTAR HİSARININ ‘TOP HİSARI’ ADIYLA DA BİLİNMESİ…
Yaklaşık olarak 1903-1974 yılları arasında top atışları Silihdar hisarında yapıldığından “Top Hisarı” adıyla da bilindiğini söylemiştik. Bu süre içinde bilinen ilk topçu, Evkaf Murahhassı Musa İrfan Bey (21.Aralık.1903 – Ağustos 1925) tarafından Evkaf’a memur olarak tayin edilen Ali Riza Efendi idi. Evkaf’a istihdam edildikten bir süre sonra Ramazan günlerinin iftar ile sahur vakitlerinde, Ramazan ile Kurban bayramlarında, kandil günlerinde ve değişik kutlamalarda top atma görevlerini üstlenir. Musa İrfan beye duyduğu minnettarlığın bir ifadesi olarak 1930 yılında doğan torununa İrfan adının verilmesini sağlar. Torunu da kendisinden sonra, Lefkoşa’nın son topçusu olarak bu görevi 1974 yılının sonuna kadar sürdürür. O sırada toplar Cumhurbaşkanlığı sarayının güneydoğu girişinin sağ bitişiğindeki “eski top evi”nde korunurken, 1974 yılından sonra Topcu İrfan’ın ailesi tarafından Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’ne teslim edildiklerinden şimdilerde Lefkoşa Derviş Paşa Etnoğrafya Müzesi’nde sergileniyor. Küçük olan topların çoğunun 1960’lı yıllara kadar İnönü Meydanı’nda demir döküm atölyesi bulunan Ağırdağlı Tüfeçi Ömer Usta tarafından yapıldığı, bir tanesinin de Mağusa denizinde bulunduğu bilgilerini Topçu İrfan Bey’in oğlu olan Ali Topçu’dan öğreniyorum.
Top atışlarında bazen peş peşe 20-25 atış yapılması gerektiğinden, topların seri bir şekilde doldurulup ateşe hazır duruma getirilmesi gerekmekteydi. 1962 yılında yeni atış yapılan bir topun içindeki barut sönmeden üzerine yeni bir atış için barut konduğundan, bu barut Topcu İrfan’ın yüzüne patlamış ve yanan yüzü ile gözü ona hayatı boyunca ızdırap vermişti. Topların kurusıkı doldurulması için ilkin topun ağzından içeriye barut dökülür ve bunun üzerine konan kağıtlar silindirik bir tokmakla vurularak sıkıştırılırdı. Daha sonra topun içine alçı parçaları konur ve bunlar da silindirik tokmakla iyice sıkıştırılırdı. Alttaki fitil deliğinin yanına kadar belli bir uzunlukta barut döküldükten sonra, top, uzaktan ateşlenmeye hazır duruma gelmiş olurdu.
Topçu Ali Riza Efendi’nin top atışıyla ilgili trajikomik bir anısını rahmetlik Hizber Hikmetağalar’dan dinlemiştim. 1922 veya 1923 yılında top hisarındaki Ramazan topunu kurusıkı dolduran Tahtagalalı Topçu Ali Riza Efendi, topu patlatmak için işaretin verilmesini bekliyormuş. O sırada ateşlenmeye hazır durumda olan topa demir bir gulle koyma konusunda Dellal Salim ile paralı iddiaya giren Musafa Çoronik, hiç kimse görmeden topun içine iki buçuk okka ağırlığında demir bir gülle koymuş. Top ateşlenince içindeki gülle Ortaköy’deki tarlalarda çalışan orakçıların yanına düştüğünden durumu polise şikayet etmişler. Bunun üzerine Ali Riza Efendi tutuklanıp polise götürülmüş. Ancak araya Evkaf Murahhası Musa İrfan Bey girdiğinden ve gullenin de onun tarafından topa konmadığına kanaat getirildiğinden serbest bırakılmış.
SAMAN BAHCA (ŞABAN PAŞA) MAHALLESİ VE EVLERİ
Halk arasında “Saman Bahca” adıyla bilinen ve Lefkoşa Mevlevi Tekkesi’nin batısındaki Şaban Paşa’ya ait mazbuta vakıf kapsamındaki “icare-i vahide arazisi”nin kullanım şekline ilişkin bilgilerimiz Evkaf arşiv belgelerine dayanmaktadır. 1890 yılı itibariyle nakliyat zorluğu olduğundan, Lefkoşa surlar içindeki birçok yerde olduğu gibi bu alan da Lefkoşalıların sebze- meyve ihtiyacının bir bölümünü karşılayan bir bahçe olarak kullanılmaktaydı. Bahçenin kuzey gerisinde bir de dolap kuyusu vardı. Ancak 5.6.1905 tarihinde Evkaf İdaresi ile Lefkoşa Belediyesi arasında imzalanan bir sözleşmeyle bu alan “Büyükbaş Hayvan Pazarı” (Cattle Market) olarak kullanılmak üzere yıllığı £5’dan Lefkoşa Belediyesine kiralanıyor. Ancak Lefkoşa nüfusunun zamanla artması sonucu buraya tek tipte ve bitişik nizamda sosyal konutlardan oluşan bir mahallenin oluşturulmasına karar verildiğinden, daha önce Evkaf ile Lefkoşa Belediyesi arasında imzalanan kira sözleşmesi 30.6.1917 tarihinde iptal edilmek suretiyle buraya üç ayrı zamanda 72 adet konut inşa ediliyor.
Musa İrfan Evkaf murahhassı olduğu döneme rastlayan 1918-1925 yılları arasında buraya ilk etapta 60 küçük konut yapılıyor. Bu evlerin tamamı £10173.09.5’a, tanesi ise yaklaşık £169.11.0’e mal oluyor. Mahallenin evleri dar gelirli Türk ile Rum ailelere kiralanmak üzere inşa edildiklerinden Kıbrıs’taki sosyal konutların ilk örneği sayılıyor. Konutların yapımında kullanılan kerpiçlerin eski Küçükkaymaklı ilkokulunun avlusundaki (şimdiki Küçükkaymaklı Camisi’nin güneydoğusundaki) alandan toprak sağlanıp orada kesildiği ve bu nedenle de toprak sağlanan alanın çok uzun yıllar çukur kaldığı halen anımsanmaktadır.
Şimdiki Aydın Sokak’ta bulunan 4 ile 6 numaralı iki konutun Dr. Küçük’ün babası Mehmet Ağa Küçük tarafından evkaf arazisine yanlışlıkla yapıldığı 18.7.1928 tarihinde belirleniyor. Bu konuda detaylı herhangi bir kayıt bulunmamakla birlikte, daha sonraları bu evler ile bahçe kısımlarının Mehmet Ağa Küçük tarafından Evkafa bağış olarak verildiği, bu konutların da sosyal konutlardan daha eski oldukları kaydedilmektedir.
1949 yılındaki ikinci etapta mahalleye £680 karşılığında iki konutun (Çelebi Sokağındaki 1’numaralı konut ile İbni Sina Sokağındaki 2 numaralı konut) yapıcı ustası Hüseyin Ahmet tarafından inşa edilmesine karar veriliyor. Böylece 12.7.1949’da başlayan inşaat altı ay içinde tamamlanıyor.
1955 yılında mahalleye bazı konutların daha yapılması zarureti doğuyor. O sırada Yenicami ile Kuru Çeşme mahallelerinin arasına Atatürk İlkokulu’nun inşa edilebilmesi için Ali Ruhi Vakfı içinde bulunan Mevlid’in bahçesindeki konutların yıkılarak onlara Samanbahça’da yapılacak evlerin kiralanması düşünülüyor. Böylece 1955 yılındaki üçüncü etapta mahalleye ilkin iki odalı altı konut (Şimdiki Aydın, Aksu, Güney Su ile Çelebi sokaklarındaki 1 ile 2 numaralı konutlar) inşa edilmesi için çıkılan ihale £ 3700 teklif veren yapıcı müteahhidi (yapıcı ustası) Lefkoşalı Osman Hüseyin Hocaoğlu’na kalıyor. 12.2.1955 tarihinde Evkaf ile müteahhit arasında imzalanan mukavelede, inşaat işlerinin ‘gabal’ yapılması, inşaatın yedi ayda tamamlanması, ek işler için ustaya ek ücret ödenmesi, dış duvarların ispirit olması ve daha başka şartlar da içermekteydi. İnşaat başladıktan sonra yapımı kararlaştırılan iki odalı altı konuta ek olarak tek odalı iki ayrı konutun daha yapılmasına karar verildiğinden bunlar da yapılıyor. Şimdiki Fevzi Çakmak Sokağındaki 5 ile 6 numaralarını taşıyan tek odalı konutların giriş kapılarının söveleri ateş tuğlasıyla yapılmış olmasına karşın, diğer 6 konutun kapı sövelerinde taş kullanılmayıp düz yapılmışlardır. İnşaatın denetim işleri Evkafın özel mühendisi “Th. Photiades @ Oğlu Mimarlık Bürosu” tarafından üstleniliyor. 30.12.1955 tarihinde tamamlanan inşaatın toplam maliyeti £ 4480.941 mils olarak hesaplanıyor. O sırada bu konutlar halk arasında “Standart Evleri” şeklinde anılıyordu. Kiraları da yaklaşık £ 9 idi. Konutların inşa edilmesi sırasında onları kiralamak isteyen dar gelirli aileler Evkaf İdaresi’ne yazılı başvuruda bulunmuşlar ve başvuruda bulunanlara birer sıra numarası verilmişti. Böylece 25.8.1955 tarihinde Ö.S saat 4.00’de kura usulüyle yapılan çekilişte kazananlara konutların kiralandığı Evkaf arşiv belgelerinde kayıtlı olmasına karşın, Mevlid’in bahçasındaki evleri yıktırılan ailelere öncelik verildiği ve bu kişilerin de kuraya dahil olmadıkları bilgileri edinilmektedir.
Mahalledeki konutların her biri 85 metre karelik bir alanda yer alıyor. Evler moloz taş temeller üzerine yığma kerpiç duvar tarzında inşa edilmiş. Duvarlar alçı sıvalı, yere ise düz renk Kiracıköy mermeri döşenmiş. Ancak 1955 yılında yapılan konutlarda benekli karo mozaik kullanılmış. Çatı örtüsü; mertek, kamış-hasır, samanlı çamur ve oluk kiremit. Düzgün kesilmiş sarı taşlarla yapılan kapı sövelerinin kilit taşlarında evlerin numaraları eski Türkçe olarak yazılmış. Tek tip olan evlerin giriş kapılarından geçildikten sonra üzeri kapalı olan küçük bir sündürmeye giriliyor. Sündürmenin iki yanında, kapıları sündürmeye açılan birer oda bulunuyor. Sündürmeye giriş kapısının karşısındaki bir kapıyla üzeri açık bir iç avluya ulaşılıyor. Bu avlunun bir köşesinde, yapıya ek olarak ayrı bir çatı altında yapılan mutfak, banyo ve tuvalet odaları yer alıyor. Ve mahalle en sonunda “Lefkoşa Master Plan” çerçevesinde Avrupa Birliği’nin mali desteğiyle 2003-2004 yılları arasında restore ediliyor.
SAMANBAHCA MAHALLESİNİN SU MESELESİ
Bir zamanlar mahallenin su ihtiyacını karşılamış olmasına karşın uzun zamandan beridir işlevini yitiren altıgen planlı ve kubbe üst örtülü meydan çeşmesi mahallenin merkezinde yer almaktadır. Evkaf arşivindeki 2 Eylül 1925 tarihli bir şikayet yazısında, buradaki evlerin büyük bir kısmında Kıbrıs askeri polis (zaptiye) emeklilerinin ikamet ettikleri ve Musa İrfan Bey’in döneminde mahalleye yeterli su verilmesine karşın ondan sonra mahalleye yeterli su verilmediği kayıtlıdır. Bu çeşme ilk yapıldığında Girne Kapısı ile Sarayönü çeşmeleriyle bağlantılı olmasına karşın, Silihtar Suyundan beslendiği de anlaşılmaktadır. Nitekim Osmanlı döneminde, İbrahim Paşa Mahallesindeki Samanbahca kapısı önüne denk gelen çeşmeden 1 masura su akmaktaydı. Ancak İngiliz döneminde çeşmenin künkleri eskidiğinden kısa bir süre kullanılamamış ve mahallelinin 11-19.12.1894 tarihinde şikayeti üzerine 25.3.1895 tarihinde künkler değiştirilip buraya Silihtar Suyundan bir masura da su verilmeye başlanmıştır.
Su, nöbet esasına göre belli günlerde mahalleye akıtılırdı. Ancak akıtılan su mahalleye yetersiz kaldığından, mahallenin kuzey bitişiğindeki açık alana iki çeşmesi olan tek yalaklı bir su kaynağı daha eklenmesi gerekmişti. Bu sudan, mahallenin üçüncü evlerinin kapılarından itibaren mahalleyi doğu-batı yönünde ikiye bölen hattın kuzeyinde kalan evler alırken, bu hattın güneyinde kalan konutlar ise mahallenin merkezindeki meydan çeşmesinden su alırlardı. Suyun mahalleye yetmediği durumlarda, hem Doktor Küçük’ün kızkardeşi Akıle Arca hanımın evinden, hem de Polis’in avlusundan da su alınırdı. Akıle hanımın haftada bir kez evinin avlusundaki alttan ısıtmalı hamamı yakıp Samanbahcalı kadınları yıkanmaya davet ettiği de halen anımsanmaktadır.
Meydan çeşmesinin tuğladan yapılmış olan kubbesinin kuzeybatısında bir insanı sığabilecek genişlikte bir kapısı vardır. 1950’li yıllarda mahallede oturan Hanife Hüseyin ile Nezire hanımlar, su haznesinin yılda en az bir kez mahalle kadınları tarafından içine girilmek suretiyle yıkanıp temizlenmesini düzenlerlerken, nöbet esasına göre çeşmeden su alınmasını da sağlarlardı. Buna karşın su alma sırası nedeniyle çeşme başlarında çok büyük kavgaların yaşandığı da halen anımsanmaktadır.