ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN? BİZ DEĞİLSEK KİM?
Edip Cansever “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinde “İnsan yaşadığı yere benzer/ O yerin suyuna, toprağına benzer/ Suyunda yüzen balığa/ Toprağını iten çiçeğe/Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine” der.
Bazen aklımızla gerçekliğimiz arasındaki zayıflayan bağı yeniden kurmamıza; içine yuvarlandığımız derin ahlaki, ideolojik, ekonomik, sosyal çukuru yeniden anlamlandırmamıza ve savrulduğumuz bu yabancı topraklardan bizi onaracak kadim, temiz kaynağa geri dönmemize şiir yardım eder… Şair Engels’in “İnsan yaşadığı gibi düşünür” saptamasını alır, şiirin imbiğinden geçirerek bize yaşadığımız bu şuursuz öfkenin, sıradanlaşan şiddetin, sığlaşmanın, lumpenleşmenin nedenlerini en duru sözcüklerle önümüze koyar…
Meselemiz; içinde bulunduğumuz halin farkında olmak ve fakat buna müdahale edememek, izleyicisi olduğumuz büyük çöküşü derin bir çaresizlik hissiyle kanıksamak, giderek ona teslim olmak ve nihayet onun bir parçasına dönüşmek ve hatta ona katkı sunar hale gelmek… Mütemadiyen yakınan, eleştiren, bu sürekli söylenme haliyle bıkkınlaşan, bıkkınlaştıkça tahammülsüzleşen, tahammülsüzleştikçe de hırçınlaşan ve her fırsatta biriktirdiği şiddeti boşaltan insanlara dönüştük. Değiştiremediğimize dönüşüyoruz sonuçta… Az ya da çok…
Ortak değerlerimizi, ortak hayallerimizi yitirirken tuhaf biçimde bir arada yaşama vurgusu yapıyor; bir arada yaşamanın hiçbir kuralını yerine getirmeden, birbirimizi birbirimize dayatarak, karşımızdakini kendimize dönüşmeye zorlayarak, bir türlü boşanamayan şiddetli geçimsizlik halimizle on yıllar tüketiyoruz.
Yeniden ortak değerler üretmenin, yeniden ortak değerlerde buluşmanın, yeniden hayal kurmanın zeminini kaybettik. Bu ağır kayıpları telafi etmedikçe, kendimizi ve birbirimizi onarmanın imkânı yok artık…
Ya şimdi durup son bir gayretle yeni bir toplumsal mutabakatın önünü açacak dili kurmayı deneyeceğiz ya da tarihteki bütün kayıp toplumların kaderini paylaşacağız.
Çok partili tarihimizin tartışmasız en güçlü iktidarı, 14 yıl içerisinde demokratik-çoğulcu bir söylemden otoriter, faşizan bir rejime doğru yöneldi. 2002’nin merkeze yönelen; kendisine kuşkuyla bakan orta sınıfa ekonomik ve siyasal istikrarı, yoksulların adalet, kalkınma ve daha fazla özgürlük talepleriyle harmanlayarak vaade dönüştüren AKP, yıllar içerisinde gücünü ve etkisini artırdıkça otoriterleşti. Başlangıçtaki “herkes için özgürlük, herkes için adalet” vaadine kuşkuyla bakan fakat “ekonomik ve siyasal istikrar” vaadine sarılan orta sınıfın desteği arttıkça, AKP’nin orta sınıf muhafazakârlığı için de elverişli, mümbit bir zemin doğdu.
AKP’nin yıllar içerisinde genişleyen tabanının sınıfsal analizi üzerinde konuşmaya çalışanların sesi her zaman boğulduğundan, tartışma eski rejim/ yeni rejim, laiklik/ muhafazakârlık, Kemalizm/ İslamcılık ekseninden bir türlü kurtulamadı. Oysa konuyu siyaset sosyolojisi açısından değerlendirenler gayet iyi biliyordu ki, AKP’nin kırsal kesim ve kent yoksullarını kazanmasıyla başlayıp, yıllar içerisinde artan gücünün asıl nedeni orta sınıfın giderek daha fazla desteğini alması ve geçmişin “merkez sağ” ve hatta “merkez sol” seçmeninin önemli bir bölümünü kendi sandığına devşirebilme becerisiydi. 70’li yıllarda solun etki alanındaki kent yoksulları, gecekondular 80 darbesiyle solun sahadan çekilmesinin ardından hızla İslamcı akımın etki alanına girdi.
Kırsal kesimin ve kent yoksullarının kuşatmasına direnemeyen merkez siyaset hızla kan kaybederken ürken orta sınıflar için “yenilenmiş söylemiyle” İslamcı hareket güvenli bir limana dönüştü. Ekonomik ve siyasal istikrarı her zaman için yeterli gören orta sınıflar açısından demokrasi ve özgürlükler belirli oranda vazgeçilebilir bir lüks sayıldığından, zaten üzerinde pek de şık durmayan demokratlık gömleğine ihtiyacı kalmadı AKP’nin. Şimdi toplumun her kesimini istikrar ve güvenlik sopasıyla hizaya sokan, aykırı tek bir sese bile tahammülü olmayan, kendisi ile birlikte hareket etme “kıvraklığını” göstermeyi reddeden herkesi yok etmeye odaklı İslamofaşist bir rejimle karşı karşıyayız…
“Günaydın” diyen okuyucuyu duyar gibiyim fakat tam da bu noktada ayrıştığımızı söylemek zorundayım…
Daha 2002 yılında, henüz liberal-sağ bir söylemle ortaya çıktığı dönemde AKP’yi doğuran ve serpilmesine yol açan nedenleri tartışmak ve gerekli ekonomik, siyasal, sosyal reformları yapmak yerine “eski rejimin” etrafında hizalanmak, bütün bu sürecin sonunda “haklı çıkmayı” getirmiyor.
Özgürlükçü- demokratik bir anayasa etrafında toplumsal mutabakatı sağlamaya, Kürt sorununu çözmeye, ekonomik-sosyal adaleti sağlamaya bir türlü yanaşmayan eski rejime ağıt yakmak, onun etrafında kümelenerek AKP’yi ya da herhangi bir benzer oluşumu engellemek bugün de, dün de mümkün değildi.
Eski rejimin artık iflas ettiğini kabul etmek ve batılı demokratik değerler etrafında, özgürlükçü, adil, anayasal eşitliğe dayanan yeni bir Türkiye kurmayı hedeflemek gerekiyordu. Yapamadık…
Artık içinden çıktığı eski rejime dönüşen AKP İslamofaşizmi, benzer bir açmaz içerisinde. Toplumun bütün kesimleriyle kavgalı… Adalet duygusu yerle yeksan olmuş durumda. Hukuk çökmüş, ekonomi ağır bir krizin eşiğinde, yoksullaşma derinleşiyor, gelir dağılımı Cumhuriyet tarihinin en ağır bozulmasını yaşıyor. AKP’nin trajedisi, ekonomik ve siyasal iktidara el koyan orta sınıfın ülkeyi yeni bir yüzyılda demokratik bir refah toplumuna dönüştürebilme fırsatını heba etmesi… Bunun içindir ki AKP artık uzatmaları oynuyor. Bunun içindir ki AKP, bütün kötü rejimlerin başvurduğu son silaha, otoriterizme sarılıyor. Otoriterleştikçe, İslamofaşist yapıyı dayattıkça toplumun civatalarının gevşeyeceğini, günün sonunda yıkılıp gideceğini biliyor. Bildiği için hırçınlaşıyor…
Önümüzde yeni bir fırsat var… Yepyeni değerlerde buluşmak, toplumun hiçbir kesimini dışlamayan geniş, özgürlükçü, demokratik bir mutabakat oluşturmak… Sendikasızlaştırılan işçileri, topraksızlaştırılan köylüleri, işsiz aşsız bırakılan ve köleleştirilen kent yoksullarını, hayat alanı daralan kadınları, diz çöktürülmeye çalışılan Kürtleri, dereleri savunan çevrecileri, onuruyla yaşamak isteyen lgbt hareketini, yaşam tarzı endişesi taşıyan laik- dindar, inançlı- inançsız her kesimi, her türlü farklılığı kucaklayan, ortak mücadelesini ören yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Eski rejimin de, AKP’nin İslamofaşist yeni rejiminin de yumuşak karnı bizleriz…
Biz… Sandık yüzdeleriyle hesaplanamayacak kadar iç içe, karmaşık, ayrışmış, hoşnutsuz milyonlar…
AKP’nin İslamofaşist rejiminin alternatifi, tescilli antidemokratik eski rejim değil…
Yeni, yepyeni bir Türkiye hayali… Şimdi değilse ne zaman? Biz değilsek kim?