“Şimdiye kadar gördüğüm en yakışıklı turist rehberlerinden Ergin Sururi abimiz için…”
Araştırmacı-yazar Ulus Irkad yazdı: “Ergin Sururi ve Dalman Aydıneri’nin ardından birkaç sözcük…”
Ulus IRKAD
Ergin abiyi ben ilk defa nerede gördüm onu yazayım sizlere... 1973 yılında ABD öğrenci değişimi dolayısıyla ABD'li (Floridalı olabilir) ABD gençlerde Olimpiyat Yarışmaları adayı David diye 16 yaşlarında bir genci Baf'a getirdiği zaman tanımıştım onu. David'i babamla, evinde kalacağı rahmetli İsmail arkadaşa devrederken esprili "Emanetime iyi bakın" sözünü hiç unutamam. David'le, 1973 yılında bayağı hoş ve eğlenceli anılarımız olmuştu. Ona ev sahipliği yapan rahmetli İsmail arkadaşımızı da buradan sevgi ve saygıyla yadediyorum.
O dönemde ABD elçiliğinin Fulbright bölümünde çalışıyor diye hatırlıyorum. Daha sonra aradan dört yıl geçtikten sonra onu 19-20 yaşlarımda başladığım turist rehberliği yıllarımda daha da yakından tanıdım. O kırklarındaydı ama turlara kat-kravat tam takım elbise ve muhakkak ceketinin üzerinde rehber kokartı ile turlara katıldığını hatırlıyorum. O dönemler kısıtlı turist tesisleri ve bol bol gelen bavul turistleri ile anımsanmalı,,. Türkiye'den gelen bavul turistleri ve kalabalık gruplarla, tur yaptığımız, gezdiğimiz savaş sonrası dönemlerdi. O güzel ve akıcı konuşmaları ve de entellektüel birikimiyle turist gruplara Kıbrıs'ı tanıtır ve beğeni kazanırdı. Kıbrıs Türk Rehberler Birliği Kuruluşu'nda da kurucu üyeler arasındaydı ve o da bizim gibi Kıbrıslıtürk rehberlerin haklar kazanmaları için mücadele verdi. En fazla şikayet ettiği konu Türkiye'den rehberlerin gelip tur yapmaları ve yanlış olarak Kıbrıslıtürkleri tanıtmalarıydı. Baydu Necati Özkan Rehber hakları için mücadele verirken desteğini yanımızdan hiç esirgemedi. Ergin abinin daha sonraları sessizce rehberlikten ayrıldığını hatılıyorum ama Girne Yolu üzerinde talihsiz bir kazanın ona büyük zorluklar yaşattığını anımsamaktayım. Bu olaydan sonra hanımını çok genç yaşta yitirmesi de onun için büyük darbe olmuştu. Aslında Ergin abiyi kazayı yaptıktan sonra hiç göremedim ama oğlu Ersen'i her gördüğümde selamlarımı esirgemedim. Ergin abiyi merak edenler oğlu Ersen'in yetiştirilişine baksınlar Ergin abiyi çok iyi anlayabilirler. Ersenimiz bugün en kaliteli müzisyenlerimizdendir. Ergin abiyi, tanıdığım kadarıyla çok iyi bir aile babası, çocuklarını seven ve onların geleceği için çok uğraşan bir değerli insan, bir rehber, bir baba olarak tanıdım (Bildiğim kadarıyla bir kız bir de oğlan babasıydı). Ergin abi yaşça bizden büyük olmasına rağmen onu her gördüğümde her zaman dinamik ve hareketli olan ve modern, çağdaş düşünceye sahip aydın bir insandı. Turist rehberliğinde başarı göstermişsem Ergin abi gibi değerli insanlar vasıtasıyla oldu bu. İçi hep insan sevgisiyle dolu çok değerli bir insandı.
Ergin abi yaşamı örnek alınacak değerli, aydın bir insandı. Onun ölüm haberini duyunca muhakkak hakkında bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm. Hoşçakal değerli abimiz. Anıların önünde saygıyla eğiliyorum. Seni çok özleyeceğiz...
DALMANIMIZI KAYBETTİK... ÜZÜNTÜLÜYÜZ...
Baflı arkadaşım Dalman Aydıneri… Sen de hoşçakal, bir gün tekrar buluşmak üzere hoşçakal…
Tam Ergin Sururi abi için yazımı bitirmiştim ki sosyal medyada başka bir ölüm haberiyle sarsıldım. Arka arkaya geliyor son zamanlarda yakınların ölüm haberi. Dalman kardeşimi kardeşim Hamza'nın sınıf arkadaşı olarak hatırlıyorum. Ta Baf'tan... Küçükken Hamza ile bizim eve de gelirler. O zamanlar yani 60'lı yılların sonlarında Dalman bize Türk Pop Müziği sanatçılarının taklidini de yapardı. "Daha benden ayrılmadan başka sevgili buldun..." Hani o dönemlerde Türkçeyi de yabancılar gibi mesela Adamo gibi kullanmak çoğu sanatçıda vardı. Sonra Dalmanlar Hamzalarla Kuzey Kıbrıs'a geçtik. O dönemin akranları 1963 ve 1974'ün acı olaylarını da yaşadık. İnanmayacaksınız ama Hamza ve Dalman gibi çocuklar da 14 yaşında mevzilerde birlikteydiler, birlikteydik. O korkuları birlikte çektik. Çünkü biz ta Baf'ta yalnız başımıza bir başımıza kalmıştık. Sonra Dalman'la askerde buluştuk. Acı tatlı günlerimiz oldu. Askerlik sonrası Dalman ailesiyle bir aralık kumaşçılık, bir aralık da mobilyacılık yaptılar. Sanırım aynı işle son zamanlarda da iştigal ediyorlardı. Babası Baf'ın meşhurlarından kumaşçı Suat abi... Dalman’la geçenlerde arkadaşımız Ufuk Tomson'la ödül töreninde Omorfo'da buluşmuş, karşılıklı olarak o gece uzun uzun konuşmuştuk. Baf'tan, Baf'ın güzelliklerinden ve de tabii ki anarşist ve müzisyen kardeşim Hamza'dan... Hamza'nın ne zaman geleceğini sormuştu bana. Ama ne yazık ki Hamza artık Dalman'ı bulamayacak. Dalman’la, çocukluk anılarımız, 60'lardan başlayan askerlik dahil birlikteliklerimiz oldu. Ergin Suriri abimiz için birşeyler yazarken önüme düştü Cenk Dökmen'in gönderdiği vefat ilanı. Dalmanlar 1960 yılında doğdular ve sanırım bizim akranlar gibi onlar da bizimle birlikte o acılı ve karanlık yılları yaşadılar . "Vakit gelmişse bir geminin ayrılması limandan.." Hem de vakitsiz bir ayrılış...
Sana uğurlar ola, hoşçakal, çocukluğumun ve 1974 öncesi getto yaşamının anılarını süsleyen 1960 doğumlu arkadaşım, hoşçakal askerlik yoldaşım, hemşehrim, biryerlerde gene buluşmak üzere, hoşçakal...
BİR KİTAP…
“İstanbul’un Irgatları…”
“Türkiye işçileri, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, ve Türkler, elinizi verin, iş kollarınızdaki sendikalarda sosyalistçe birleşin. (Ergatis Temmuz 1910)”
Bugün ‘normal’ hatta ‘hakkımız’ olarak gördüğümüz hafta sonu tatili, sekiz saatlik iş günü, çocuk işçiliğin yasaklanması gibi birçok kurum ve anlayış aslında zorla ve son yüz senede elde edilmiş kazanımlardır. Dünyanın her köşesinde olduğu gibi Osmanlı işçileri de bu hakları elde etmek için sendikalarda ve sosyalist kurumlarda örgütlenmiş ve grevler yapmıştır. Ancak maalesef Osmanlı tarih yazımında geç Osmanlı işçi hareketi ve sosyalist hareket unutulmuş veya unutturulmuştur. Stefo Benlisoy’un 2018’de İstos Yayınları’ndan çıkan “İstanbul’un Irgatları: II. Meşrutiyet’te Sosyalist Bir İşçi Örgütü” adlı çalışması işte bu unutturulmuş tarihin İstanbul’daki aktörlerini, fikirlerini ve aksiyonlarını dönemin sosyalist gazetelerinden Ergatis’e odaklanarak gün yüzüne çıkarıyor. Bunu yaparken farklı ulusal işçi hareketlerinin tarihinde Bulgaristan, Yunanistan sosyalizminin öncülüğü olan hareketi tarihsel bağlama yerleştiriyor ve Osmanlı sosyalizminin gerçekliğini ortaya koyuyor.
Avrupa’da yayılan sosyalist fikirler, özellikle Marks’tan sonra Balkan Osmanlı’da ve ardından imparatorluğun farklı köşelerinde yankı uyandırıyor. Batı Avrupa’dan İstanbul’a doğru hareket eden sosyalist fikirlerin fiziksel yakınlık ve Avrupa dillerini bilmeleri sayesinde önce Bosna, Bulgaristan ve Trakya’nın büyük şehirlerinde, ardından tabii olarak imparatorluk başkenti İstanbul’da, en ağırlıklı olarak Rumlar ve ardından Yahudiler ve Ermeniler arasında yayılmıştır. Benlisoy’un okuruna açıkça gösterdiği Selanik ve İstanbul gibi hızla sanayileşen ve bu şekilde kapitalistleşen Osmanlı şehirlerinde işçi sınıfı çok kültürlü ve çok dilliydi. Yunanistan tarafından ilhak edilene kadar nüfusunun neredeyse yarısı Yahudilerden oluşan Selanik’te sosyalist sendikal örgütlenme bu toplumdan Avraam Benaroya liderliğindeydi ve ulusal örgütlerin bir konfederasyonu olarak planlanmıştı. Farklı ulusal işçi grupları bir araya geliyor ve Selanik Sosyalist İşçi Federasyonu’nu oluşturuyordu. Benaroya bu modeli sadece şehir örgütlenmesi için değil, çok kimlikli bir Osmanlı demokrasisi için de öngörüyordu.
Benlisoy’un asıl odağı olan Türkiye Sosyalist Merkezi adlı örgüt ağırlıklı olarak İstanbul’da işçi sınıfının bel kemiğini oluşturan Rumlardan oluşuyordu. TSM de çok kimlikli yapının farkında bir Osmancılık güdüyor ancak konfedere örgütlenmek yerine tek bir yönetimi tercih ediyordu. TSM’nin 11 kişilik yönetiminde 4 Rum, 1 Yahudi, 2 Ermeni, 2 Bulgar ve 2 Türk vardı. Öyle ki İstanbul’un ve Türkiye’nin ilk 1 Mayıs’ı için yüzlerce işçi toplandığında kadın ve erkek işçiler tarafından grevden kadının toplumsal konumuna Türkçe, Ermenice, Ladino ve Yunanca konuşmalar yapılmıştı (Benlisoy 34). Benlisoy’un birincil kaynağı olan Ergatis gazetesi TSM’nin yayın organıydı: gazete halk Yunancasında (dimotik) ve Ekim 1910 itibariyle El Laborador adıyla Ladino olarak yayınlanıyordu (Benlisoy 20, 44). El Laborador’un yayın kurulu Saoul, Vitali ve Tevfik Nureddin’den oluşuyordu ve Benaroya’nın Selanik’teki yayını ile işbirliği içindeydi. Böylece işçi hareketini ilgilendiren, sosyalist hareketin amaçlarını basit bir dille işçilere yaymaya çalışan bu yayın sadece bir ulusal grupla sınırlanmıyordu.
Konfedere yapılanmayarak birleşik bir Osmanlıcı anlayışa sahip olan TSM sosyalizmi Yunan, Bulgar ve Ermeni milliyetçilerinin sinirine hedef oluyor. Ergatis işçi sınıfına dilsel ve dinsel sınırların kapitalistler tarafından sınıfı bölmek için kullanıldığını, konu çıkara geldiğinde patronların ortak dil veya din umursamaksızın kendi kazançlarını seçeceğini anlatıyor. Merkezin adının Türkiye oluşu da Cumhuriyet öncesi dönemde farklı kimliklerden Osmanlı vatandaşlarının ‘Türkiye’ kavramı üzerinde birleştiklerini, kendilerini bu şekilde gördüklerini, belki de bir proto-Türkiyeli fikrini düşündürüyor.
1910 yılındaki grev dalgasında TSM ve Ergatis etkin rol oynuyor çünkü bu örgüt sadece eğitimlilerin sosyalizmden bahsettiği bir kulüp veya işçilere ders öğrettiği bir Leninist yayın değil: İşçilerin günlük sorunlarıyla, çalışma saatleri ve koşullarıyla ilgili ve farklı sektörlerde sendikalaşma hareketinde öncü konumda. TSM terzi işçilerinin, şemsiye işçilerinin, madencilerin, ceket işçilerinin, tütün işçilerinin sendikalaşma ve grevle hak kazanmasında liderlik ediyor. Bu sektörlerin bazılarında işçiler ağırlıklı olarak Rum, bazılarında Yahudi ve neredeyse tüm dilsel gruplardan işçiler var. Sektörlerin bazılarında patronlar ağırlıklı olarak Rum veya Ermeni, ancak bu sosyalist TSM’nin patronlara karşı pozisyonunu değiştirmiyor. Eski İstanbul nostaljisinde sıklıkla Bomontiler’in fabrikası veya sermayedar başka Ermeni veya Rum hatırlanırken onların altında çalışan yüzlerce işçi Ermeni, Rum, Bulgar, Yahudi unutuluyor. Bu unutma hem ‘azınlıklar zengindir’ gibi ırkçı fikirlerden hem de ‘azınlıkların’ işçi sınıfında ağırlıklı olamayacak kadar küçük olduğu yanılgısından kaynaklanıyor. Benlisoy’un çalışması iki yanlışı da düzeltir nitelikte.
Benlisoy’un çizdiği çerçeve okura 1908-1913 dönemindeki siyasi ortamın alışılmış resmi tarihten oldukça farklı olduğunu gösteriyor. İmparatorluğun sona ereceğini öngörmek bir yana, İstanbul’da sosyalist işçi örgütlenmesinin odağındaki Rum, Yahudi, Bulgar, Ermeni, Türk, Kürt ve Araplar Osmanlı vatandaşı olma fikrinin ve bu vatandaşlığın garanti ettiği haklar üzerine tartışma gerekliliğinin farkındalar. 1908’de anayasanın geri dönüşünü kutlayan sosyalistler kendilerini hem patron hem de devlet kurumlarına karşı Osmanlı anayasasının örgütlenme ve cemiyet kurma hakları ile savunuyor. İstibdat döneminin hemen ardından yayım hayatına başlayan Ergatis Meclis-i Mebusan’daki gündemi takip ediyor, parti ve mebusların duruşlarını bazen sertçe eleştiriyor. Almanya’da, Fransa’da veya İngiltere’de aynı dönemde görülen siyasal akımları (liberaller, milliyetçiler, sosyalistler), basında eleştiri tarzını, sendikalaşma ve grev şeklini, programlı sosyal demokratik reformist ve anarko-sendikalist oluşumları Benlisoy’un Ergatis aracılığıyla açtığı pencereden görebiliyoruz. Kitabının en başında belirttiği gibi Benlisoy Osmanlı’da 1914’ten itibaren gerçekleşen hiçbir şeyin kaçınılmaz olmadığını, tersine Osmanlı halkının o tarihten günümüze yaşadıklarının bir alternatifi için çalışan kalabalık bir grup olduğunu başarıyla okura gösteriyor. Okura ‘ne olabilirdi?’ sorusunu düşündürtüyor ve determinist bir tarih anlayışının hatasını ortaya koyuyor.
Benlisoy feminizmden Yunanca dil siyasetine, ruhban sınıfı eleştirisinden Venizelizm’e Osmanlı’nın merkezindeki işçilerin, özellikle Rum işçilerin, birçok konusuna kısa ve okunaklı bir kitapta topluyor. İstanbul’un Irgatları’ndaki en belirgin eksiklik ise detaylı bir dizin. Yahudilerin İstanbul işçi sınıfındaki hatırı sayılır varlığı ve sosyalist-sendikal hareketteki pozisyonları da kitap boyunca belirtiliyor ancak Yahudilerin daha büyük, öncü rolünün nüfuslarının yoğun oldukları Selanik’te olduğu da anlaşılıyor. Benlisoy bu kısa kitapta okura Osmanlı sosyalist hareketi hakkında derin bilgi veriyor, ama asıl yaptığı bu bilgiler üzerinden Osmanlı işçi sınıfı ve toplumundaki değişim ve dinamizm üzerine bilgelik, yeni bir anlayış vermek.
(AVLAREMOZ – OCAK 2020)