Sina Akyol Şiiri İçin Notlar: Hüznü Derin Yurdu, Şen Bayraklı Gezgin Sesle Söylemek (*)
Akyol, insanın dünyada konumlandığı bağlamların önceden tasarlanmışlığının ‘yaratıcı eylem’e ket vuracağını öngördüğünden, şiirlerinde hep taze, diri, kimi vakit zarif bir hayretle, beklenmedik / umulmadık bir söylem üretir.
Emel Kaya
[email protected]
Yaratıcı edim, öznel ve nesnel iki kutbun karşılaşması sonucu ortaya çıkar. Öznel kutup olan ‘kişi’yi ortaya çıkarmak/tanımlamak ne kadar kolaysa, nesnel kutup olan ‘dünya (gerçeklik)’yı tanımlamak o kadar zordur. Archibald Mac-Leish, Poetry and Experience (Şiir ve Deneyim) kitabında, karşılaşmanın iki kutbu için “Varlık ve Yokluk” terimlerini kullanır. Çinli bir şairden alıntıyla şöyle der: “Biz şairlerin yoklukla mücadelesi, onu varlığı ortaya çıkartmaya zorlamak içindir. Sessizliği bir müzik yanıtı almak için tıklatırız. (…) Bu iş, dünyayı ‘bilme’yi üstleniştir; tefsir, gösteri ya da kanıtla değil, insanın ağzındaki elmayı bilmesi gibi, doğrudan.”
Akyol’un şiiri “dünyayı bilme”yi üstlenmiş, bu dünyayı tanımlamaktan ziyade konuşturmayı seçmiş bir şiirdir. ‘Dünyayı bilme ve konuşturma’ meselesi dolayısıyla sözcüklerin derin bilincine sahip; dili, bir yap-boz tahtası gibi parçalayıp yeniden kurup yeniden yıkıp yeniden inşa edebilme becerisiyle donanmış; dilin sunacağı tüm ihtimalleri ve refleksif alanları da ıskalamamak üzere bütünüyle bir dil işçisi gibi çalışan; tinsel olanı gözardı etmemek üzere mekanik bağları aşarak kendisi ve dünya arasındaki yüksek yazgıyı da deneyimleyen, sorgulayan bir şiir ortaya koyar.
Bu nedenledir ki, ‘yokluk’u tıklattıkça çıkan sesleri çok geniş bir kelime haznesiyle, umulmadık benzetmelerle, çınlayan, yansıyan seslerle; yerinden yurdundan edilmiş ve bazen eylemlerin arka cebine asılıvermiş gezgin sıfatlarla; bir yanda çoğalan az ve öz sözle, diğer yanda söyleştikçe katmerlenen anlamla kaydeder. O halde Akyol şiiri için, “ağzındaki elmayla ilgili izlenimlerini yazıyor” yerine, “ağzındaki elmayı konuşturuyor; biz şimdi elmayı, elmanın olası hâllerini dinliyoruz.” diyebiliriz.
Bu doğrudanlık, bilindik şiir yazma yöntemlerinin dışına çıkan Akyol şiirinin temel özelliklerini de ele verir: (İlk kitabı hariç) genellikle devrik cümlelerle dize kurmaz, retorik yapmaz, imge kullanımı azdır, uzun tasvirlerden uzak durur, soyutlamadan ziyade somutlamaya yaslanır.
Akyol, insanın dünyada konumlandığı bağlamların önceden tasarlanmışlığının ‘yaratıcı eylem’e ket vuracağını öngördüğünden, şiirlerinde hep taze, diri, kimi vakit zarif bir hayretle, beklenmedik / umulmadık bir söylem üretir. Sözcüklerin bu söylem içinde yer alabilmesi için, onları anlamlarının farklı biçimlerde deneyimlenip dile gelebileceği bağlamlara yerleştirmekten çekinmez. Böylelikle, kendine has, özel bir kelime haznesi oluşturmaya başlar.
“Göğsün göğse / değdiği andır, // hırp diye girer / yerleşir bıçak // Etim de savrulur etmezim de.” (Meğer Söz Bakır, s.64)
“Dönüp gel… Gelirken, / sevinçler, telâşlar, yemişler getir. / Hem de çarşı, sor bakalım, / hoşnut mudur göğünden?”(Haytalarla Hatmiler, s.68)
“(…) Onda narin içre / lime lime söküldüm. // Kalksam, nice uğraşıp/ kendimi diksem.. // bana iğneler batmaz.” (Meğer Söz Bakır, s.16)
Şiirlerindeki etkiyi artırmak için zıt kavramlardan çokça yararlanır. Hüzünle şenlik, sessizlikle avaz, varla yok, gidenle gelen, tuz ile şeker, ballanmışla kekre bir arada durur, eğilip bükülür; şiiri, ucu ince kaleme düşürür. Zıtlıklar arasındaki gerilim ve inişli çıkışlı hâl, şiirin anlam alanının genişlemesini sağladığı gibi, şiirdeki dinamizmin de kaynağıdır. Aynı zamanda öngörülemeyen, beklenmedik olanı da işaret eder.
“Dil ki çare- / olsun diyedir: // vah susmanın / vah susmanın // avaz ilmine / yettim yetiştim.” (Meğer Söz Bakır, s.49)
Akyol’un şiirlerinde eski-yeni pek çok kelimeye, olanca doğallığıyla rastlamak mümkündür. Tamamen yerli bir söylemi tercih eden Akyol, Anadolu şiir söyleme / yazma geleneğinden de el almış, halk şiirinin ve tasavvufun söyleyiş biçimlerini kendi yüzyılında, modern çağda, şehirde deneyimleyerek özgün bir söyleme ulaşabilmiştir. Dilde ve anlamda hiçbir zorlama olmaksızın ibrişim, kâfur, şöbiyet, ağu, baldıran, karpuz, kavun, köstebek, borazan, naftalin, yalak, komodin, tumofil, hercümerç, keşkül-i fukara, ifildenmek, eprimek…vs gibi şiirde görmeye pek de alışkın olmadığımız sözcükleri şiirlerinde kullanır. Arabesk tınıları olmayan, lirik damarı her zaman belirgin, yer yer humorlu, kelime haznesinden ve söyleminden de anlaşılacağı üzere, Anadolu coğrafyasına ait bir şiir yazar.
“Hırkam elverir / göğsümü ısıtmaya- / ben tenimleyim. // Ayaz dedim, boran gelir. / Haydi hırkam, beni giyin!” (Meğer Söz Gümüş, s.12)
“Bence kurnaz tilki sincaptır, / mutlu kır yoktur, / pelin otu üzgündür, / şirin sözüm bitmiştir, / kente veba girmiştir! // Yangın! // Yangın! // Yangın! // İşte benim kâfurulu / şirin sözüm, burda bitti!” (Lokman’la Geçen Şen Günlerim, s.29)
“Leb dedi İlyas. Bildi ki Hızır rakı / içilecek, lebi mezesiyle. // Onlar böyle edip göğe erdi başları.” (Salyangoz İlmi, s. 36)
“Balkondayım. Yazıyorum. Herkes bana bakıyor. / Yunus bana.. / Pir Sultan bana.. / Karac’oğlan bana.. // Ah, iflah olmazım ben” (Sütün Huyu, s.13)
Bu yerelliği, konuşma dilinden aldığı sözcüklerle de renklendirir, içselleştirir: elceğzine, bissürü, iy’oldu, mirim, tüfeng…vb.
Akyol’un kendine has şiir dilinin en belirgin özelliklerinden biri, somutlama gücüdür. Bu güç, büyük oranda, sıfatların kullanım biçimlerinden kaynaklanır. Sıfatları, alışkın olduğumuz biçemlerden farklı, bambaşka bağlamların içine yerleştirerek şiiri şaşırtıcı ve somut bir alana çeker: “huysuz kenti gezin”ir, “zengin uyku” uyur, “zengin seviş”ir, “yoksul benzet”ir, “ağzına kekre bir yurt aran”ır, “kalın soru” sorar, “sesinin yorgun lezzetiyle sus”ar, “çıplak söz”ü “çırıl söyle”r, “netameli rüzgâr” estirir, “otun yeşil gürültüsü / ağır yürür”; “argın şölenler”den, “narin yurt”lardan, “zarif suya zarif inen kuğu milleti”nden haber eder.
Akyol, az sözle çok anlam üreten, kata kata değil, ata ata şiir yazmasıyla bilinen bir şair olmasına rağmen, kendi şiir tarihi içinde farklı biçemleri denemekten çekinmez. İlk kitabı Su Tadında’da öykülemeye yakın, yer yer izlenimci şiirler yazar, bazı bazı retoriğe göz kırpmakla birlikte onu parçalamayı başarabildiği için, dikkat çekici bir ilk kitap ortaya koyar. Lokman’la Geçen Şen Günlerim, halk şiiri geleneğinden eller aldığı, bu elleri şehirlerde, ovalarda gezdirdiği, söyleşmeye yakın şiirler demetidir. Haytalarla Hatmiler’de dil mizahlı, humorlu, hem de hüzünlüdür; sohbet ve öyküleme üzerine kuruludur. ‘Lafı dolandırma’, ‘ballandıra ballandıra anlatma’ huyunu bu kitapla öğreniriz. Daha sonraki, çok sonraki kitaplarında (İtiraz ve Teşekkür, Sütün Huyu, Çayır Kuşu Zaten Hep) bu huyunun nüks ettiğine şahit olacağızdır. Ayda Tümör İzleri ile kavuştuğu “ata ata yazma” şöhretini, Avluda, Meğer Söz Gümüş, İkindi Kitabı, Olmanın Halleri, Meğer Söz Bakır kitaplarıyla iyice pekiştirir. Meğer Söz Gümüş’le birlikte tasavvuf geleneğinden de eller almaya başlar; bunları modern şiirde deneyimler. Vadedimveylaya, Salyangoz İlmi ile Çırıl ve Çıplak, ufak adımlarla öykülemeye göz kırpmaya başladığı kitaplardır. Son kitapları olan İtiraz ve Teşekkür ile Sütün Huyu’nda öykülemenin kendini daha açık göstermeye, ‘lafı dolandırma’ huyunun depreşmeye başlaması, bunun bilinçli bir tercih olduğunu ve şairin dil işçiliğini, kendine göre yeniden yorumlama isteğini / girişimini düşündürür.
Sina Akyol şiirinin başından beri toplumu gören, bilen, ona dokunan, onun içinden nefes alıp veren bir şiir olduğunun, Türk edebiyatı tarihi içindeki ‘toplumsal şiir’ anlayışını ve geleneğini bir kenara koyup paranteze alarak Akyol şiirinin tırnak içinde bir çeşit ‘toplumsal şiir’e karşılık geldiğinin de altını çizmek gerekir. Elias Canetti’nin “Toplumsal ile özeli birbirinden ayırabilmek artık olanaksızlaştı; sınırlar eskiden hiç duyulmadık bir biçimde karışmakta. İnsanlığın düşmanları hızla güç kazandılar ve dünyayı yıkmak gibi bir son ereğe hızla yaklaşır oldular. Bunlara bakmayıp yalnızca bizim için hâlâ bir anlam taşıyan tinsel örnekleri gözlemlemekle yetinmek diye bir şey olası değil” sözleri, aslında Akyol’un da 50 yıllık şiir serüveni boyunca yapmaya çalıştığını açıklamak için de kullanılabilir. Akyol kendini halkın, şehrin, kırın, ovanın, yurdun içinden işaret etti hep. Somutlamayı öncelemesi, imgeye boğulmuş bir dili tercih etmemesi, yalın sözden anlam katmanları oluşturma girişimi de buradan okunabilir rahatlıkla. Eve kapanıp dört duvar arasında, kapılara pencerelere söylemedi şiirini. Soluğu kendisine aitti, ama sözünü, sesini insanların arasında gezdire gezdire söyledi. ‘Dünyayı bilme’ derdi içinde, özenle kurduğu dil ile insanlarla, yeriyle yurduyla, kurduyla böceğiyle, dağıyla taşıyla “kâh sevinçli, kâh hüznü hazin” konuşup durdu.
İşbu nedenle, sessizliği zarif tıklattı, ağzındaki elmayı derin dinledi; “hüznü derin yurdu”, “şen bayraklı gezgin sesle” söyledi.
(*) Bu yazı, ilkin 2017 yılında Yasakmeyve Dergisi’nde yer almış, değerli şair Sina Akyol’u 19 Şubat 2022’de kaybetmemizin ardından onu anmak için biraz daha genişletilerek burada yayımlanmıştır.