SİNA AKYOL ŞİİRİ: “TAŞIN DİP DAMARI”
Hayat, başı sonu belli olan bir yol değildir. Çokluk, bölük pörçüktür. Dirim dediğimiz, birbirinden bağımsız gibi görünen bir yığın parçadan oluşur.
Emel Kaya
[email protected]
22-30 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek olan 22. İzmir Tüyap Kitap Fuarı’nın bu yılki onur konuğu, edebiyatta 50. yılını kutlayan şair Sina Akyol. Bu vesileyle, Sina Akyol şiirine kısa bir bakış atmak istedik.
Şiirin ana maddesi dildir. Şiir dili, şairin dille birlikte kendisini de gerçekleştirmesinin aracıdır. Yazar ve şairler dili “1. Kişisel (Subjektif), 2. Bilgisel (Objektif), 3. Çağrışımcı, 4. İnandırıcı, 5. Mantıksal, 6. Sanatsal” amaçlar doğrultusunda kullanırlar. Söylem çözümlemesi çalışmaları da bu amaçlar doğrultusunda yapılır (Özünlü, 1997). Bu yazıda Sina Akyol şiiri için bir söylem çözümlemesi yapmaktan ziyade, zaman ve yer sınırlılığı nedeniyle, sadece onun şiirinin dilsel ana hatlarının üzerinden geçmeye çalışacağım.
Hölderlin’e göre şiir, bütün uğraşların en masumu, dil ise mülklerin en tehlikelisidir. Şair kişi odur ki bu mülkün içinde oturur; mütemadiyen duvarlarını yıkar, tuğlalarını kemirir, çatısını dişler, sessiz sakin/bağır çağır fütursuzca seğirir... Bacasından aşağılara doğru mülkünü ayıklaya sınaya, yıka ürete, derleye dağıta yeniden yeniden kurar. Bu hummalı yap-boz süresince üstüne yıkılanların tozu toprağı, orasına burasına saplananların sancıları arasından çeker çıkarır şiirini.
Sina Akyol için şiir, sözcüklerle bir yapı kurma sanatıdır. Bu yapıyı kurarken itina ile üzerinde durduğu, gözettiği, ayıklayıp bir kenara koyduğu, silkeleyip döktüğü, çitileyip astığı şeyler vardır. Hayatın içine konumlanmış, yalın, çağrışıma açık bir şiir yazar; öngörülemeyeni sızdırmaya çalışır. T. Eagleton, gerçekte dilin en çarpıcı boyutlarından birinin, onun kayması ve akması değil, öngörülemezliği olduğunu söyler: “Hiçbir parça, bir başka parçanın sonucunda ortaya çıkmaz. Eğer ben, yemek masasından kalksam, bir bardağa kaşığımla vursam ve ‘Bayanlar ve....’ diye bir anons yapsam, sonraki sözcüğümün engellenemez bir biçimde ‘baylar’ olması gibi bir durum söz konusu değildir. Her zaman ‘kafa sallayanlar’ da diyebilirim. Bu durumda şiir, böylesine dilbilimsel imkânları aşmanın bir yolu mudur?” Sina Akyol için, hiç şüphesiz böyledir. Dilin bütün olanaklarını seferber ederek dünyaya, hayata bakmanın binbir biçimini işe koşar. Günlük dile yaklaşıp ondan fazlasıyla yararlansa da, kullanmalık dilden oldukça farklı bir dile ulaşır. Hayatın her boyutunu şiirine dahil etmiş olmasına karşın, verili dilden bambaşka bir söylemle okuyucusunu şaşırtır: “Hırr dedim, hayatın alafına. // Şiddet edip buyurdum / yak beni, // beni hayır, / gayretimle / sebebimle / tütsüle, // damağıma ver, // müşkülümü / orda çırıl / çırıl / tadayım // dedim.” (Müşkül/ Meğer Söz Bakır)
“Dedim ki havlayan köpeğe: / Artık yeter! // Havlayan köpek, dilini / Lafım çok! / diye çevirdi / dilime. // Biz sonra / sabaha / kadar / çığrıştık.” (Çığrıştık/ Salyangoz İlmi)
Şiir, dilin bir tür görüngübilimidir –içinde sözcük ile anlam arasındaki (veya gösteren ile gösterilen arasındaki) ilişki gündelik dilde olduğundan daha sıkıdır. Şiir gösterilenin veya anlamın anlamlandırma sürecinin kendisinin tamamı olduğu dildir (Eagleton, 2011). Hayat, başı sonu belli olan bir yol değildir. Çokluk, bölük pörçüktür. Dirim dediğimiz, birbirinden bağımsız gibi görünen bir yığın parçadan oluşur. Akyol, anlamlandırma sürecinde şiirinin hayatla kurduğu organik bağı, kendine özgü biçim ve biçemle, bu parçalanmışlık üzerinden somutlar. Onun şiiri, soyutlamadan ziyade somutlamalar üzerine kuruludur, diyebiliriz. Yaşadıklarına, yaşamadıklarına, hayallerine, duyduklarına, hissettiklerine, aklından geçenlere... vs. dokunmamızı ister. Kullandığı sözcükler kendi anlamını aşar; birer deneyime dönüşür. T. S. Eliot’un, “sözcükler ve anlamlarıyla yapılan dayanılmaz bir güreş” olarak adlandırdığı şeyi gerçekleştirir. Yaşamı kendi sözcükleriyle elle tutulur, gözle görülür hale getirmekle kalmaz; onu al aşağı eder. En anlatılamayacak, dile getirilemeyecek olanı gözünüzün önüne dikiverir. Okuyucu, “insan duygusunun en derindeki gerçeği”nin olabilecek en yalın ve arınmış biçimiyle karşı karşıya kalır:
“Telaş da bitti. / Ağır ağır soyundum / gölgeme yattım. // Çıplağıma git dedim / sen de uyu uykunu. // Göğsümde miyim?.. // Sordukça derindeyim / mükemmeldeyim. // Kemiğim de uyuyor / rahat dursun böceğim” (Ölünün çıplaklığı/ Meğer Söz Bakır)
Hayatın onca içinden konuşmasına karşın, Sina Akyol’un şiir dili reel hayatın dayattığı “normallik”e saldırıdır; başka bir deyişle normal olanın saldırılarına karşı bir “duruş”tur. Şiir dilinde önceleme (foregrounding), koşutluk (parallelism), yineleme (repetition), sapma (deviation) gibi sözbilimsel biçimleri sıklıkla kullanarak dil içinde başka/ alternatif bir dil yaratır. Özellikle yinelemeler ve sapmalar çok dikkat çekicidir. “Yan yana gelmemiş sözcükler var hâlâ” düsturuyla hareket eden Akyol, sözcüklerin anlam alanlarının birbirine geçmesi ve sözcük seçme sınırlarının zorlanmasıyla meydana gelen sapmaları, gündelik hayatın sözcüklerinin başka bir çevrimde yeni baştan düzenlenmesini, farklı bir terbiyeden geçirilmesini sağlamak için işe koşar. İnsan, hayvan ve nesneler için kullanılan sözcükler alışılmış bağlamlarından kopar, başka bir anlam alanında yeniden inşa edilir. Böylelikle hem sözcükler, hem de okuyucu “normal”in dışına fırlatılır; orada derin nefesler alır, “ferah sular” dökünürler:
“Bıçakla keserdik; taze ve gevrekti / kahkahamız” (Eskiler Satarım/ Meğer Söz Gümüş)
“Geceydi, kirli bir şiir yazdım. // Ben beni yatırmadan yastığa, / suya bastım, iy’ettim. // Sabah erken, çitileyip ovdum. // Keşke koklasan.. adına sakız- / desen.. bunu misk- / ile söylesen // bana.” (Misk/ Vadedimveylaya)
“Gelip baktım / üzüntüne; / bir daha gelip / bir daha baktım. // Öğrendim, / nasıl bakılır / üzüntüye. // Kederini aldım / ezberime koydum.” (Sana uykunda bakmak/ Vadedimveylaya)
“Dinledim / sağır / sultan / içimi. // Ödümün / koptuğunu / duydum.” (Meğer Söz Bakır)
Sina Akyol şiirinin en belirgin ve ayırıcı özelliklerinden olan yinelemeler (repetition) başlı başına ayrı bir yazının konusu olacak niteliktedir. Belli seslerdeki yinelemelerin yanı sıra birtakım ses öbeklerinin oluşturduğu biçimbirimlerin, sözcük ve sözcük öbeklerinin ve kimi kez bütün bir dize ya da dizelerin de yinelendiği görülür. Gelenekten ciddi anlamda beslenen Akyol, yinelemenin hemen bütün türlerini (bağlaç yinelemesi, önyineleme, artyineleme, zıt-paralel yineleme, kıvrımlı yineleme, tırmanma, zıt yapılı yineleme, çaprazlama, ikizleme, koşut yineleme, sözdizimsel yineleme, anlambilimsel yineleme vs.) şiirlerinde kullanır. İkona tipi göstergeler dediğimiz yansıma seslerin birçoğu da şiirlerde ikileme şeklinde sıklıkla yer alır: Çırıl çırıl, şırıl şırıl, mırıl mırıl... vs. Sözün etkisini artırma, bir uyum, bir ritim oluşturma, dinleyende uyanan ses imgesini pekiştirme gibi işlevlerini de yedeğine alarak yinelemelerle Akyol’un, şiirinde çağrışımların meydana gelmesi için oluşturduğu boşluklarda bir çınlama, bir aksiseda havası yaratmak istediği söylenebilir. Sesin/sözün gidip gelip yine kendine çarpması, çağrışımları daha da derinleştirir. Diğer taraftan, yinelemelerle doğal, olağan şeyler anlatılırken tekdüze anlatımın hemen arkasından geliveren beklenmedik bir kavram okuyucuda bir şaşkınlık ve buna bağlı olarak bir etkilenmeye neden olur. Avluda adlı kitabında yer alan “Çeyrek” şiiri çeşitli yinelemelerin yer aldığı, önemli bir örnektir. Bu yinelemelere zaman zaman ünlemler de eşlik eder.
“..Ruhum- / da eskidi. // Ona merâ- / kile baktım. // Ona merâ- / kile baktım. // Baka. // Kaldım.” (BAKA- / Olmanın Hâlleri)
“Ya ben taşa söyleyim / ya ben puttar olayım / ya ben kimi susayım / uzun uzun kendimi.” (Lirikler 1997/ Olmanın Halleri)
“Taşın kaldığı; o lahit! // Kaldım da kaldım; hay zaman! // Dedim; susmaktır... hünerdir! // Hün, dediydim... avazıma! // Avazıma avaz kaldım!” (Kalmak Üstüne Beş Ünlem/ Olmanın Halleri)
“Dil ki çare- / olsun diyedir: // vah susmanın / vah susmanın // avaz ilmine / yettim yetiştim” (Meğer Söz Bakır)
“İmdi yapraksız / bir dal. .// imdi dalsız / bir ağaç.. // kadar / kadar / zaval / yurt.” (Zaval/ Meğer Söz Bakır)
“Vay benim, vay’lar götürsün, / ey benim, ey’ler getirsin, / hüznü hazin gençliğim.” (Uzun Yürüyüş/ Haytalarla Hatmiler)
Karşıt yapılı yinelemeler, geleneksel şiir ögelerinin modern şiire dönüştürüldüğü başarılı örneklerdendir:
“isyan etsem... isyanımı peh, / gizlime gömsem; ederim etmem / kendime ayıp!” (Kalın/ Vadedimveyalaya)
“Dinledim: / Uğultuyu. Ötesini. / Sala vaktini. // Belki yettim, yetmedim / anlayıp onarmaya.” (Sabah Şiirleri/ Avluda)
“Merakımla bakındım, / ne çok öğrendim. // Bildim hem- / bilemem.” (Bildim hem bilemem/ Vadedimveylaya)
Akyol’un şiirleri, özellikle Olmanın Halleri kitabıyla birlikte ağırlıklı olarak bir söyleşmeye dönüşür. Kendisiyle veya bir başkasıyla söyleşmeler şeklinde ilerleyen şiirlerinde “dedim-dedi, söyledim” ifadeleri sıklıkla yer almaya başlar. Söyleştikçe derinleşir; derinleştikçe çoğalır, katmerlenir:
“Aklım kızgın güneşin altında erisin, / sefil olsun, hoşnut muyum diye sorayım..” (Olmanın Halleri)
“Hay dedim, can bedende; / onu kimler alası?..” (Can Bedende/ Olmanın Halleri)
“Peh! / dedim / puhu kuşuna. // Dedim ki / söyle baykuşuna, / böyle gamlı bakmasın.” (Üçlü/ Vadedimveylaya)
“Şimdi ben bu kâğıda ne yazayım.. // diye sordum / kâğıda. // Hah dedi, / işte bunu yaz. // Yazdım işte / bunu kâğıda.” (Dedim-dedi şiiri/ Salyangoz İlmi)
Sina Akyol, kimi zaman sözcüklerin konuşma dilindeki kullanımlarını tercih eder. Böylece şiirde doğallık ve sahicilik öne çıkar: şunun’çin, iy’ettim, giderkene, bissürü fantaziyi, mahcûbolur... vs.
Kendi kuşağının şiirindeki ortak sözcükleri ve kimi daha eski sözcükleri yukarıda anlatmaya çalıştığımız dilinin özgünlükleriyle şiirine dahil eder: mukaddesat, tumofil, şiraze, kimesne, içre, kerevet, piştov, hengâme, dağ, rüzgâr, su, acı... vb.
Sina Akyol, hayatın hiçbir noktasını ıskalamayan, neredeyse her anını konu edinen, kimi zaman geleneği dönüştürerek elde ettiği biçemi, tamamen kendine has söyleyiş özellikleri ve dilsel kodları ile özgün bir şiire ulaşmıştır. Yalın yazar, ağır söyler. Dilini konumlandırdığı ve şiir sözünü söylediği yer, hakikatın yanıp sönen kıvılcımlarını görebildiği bir geniş vahadır. Onun şiiri, “Nesneler dünyasında hakikat nerede aranabilir?” sorusuna mütemadiyen şu cevabı verecek gibidir: “dipte, elmanın kurdunda!”