SINAMALI İNSAN KENDİNİ…
Çoğumuz, alışkanlıkların esiriyiz…
Çoğumuz, alışkanlıkların esiriyiz…
Bu alışkanlıkları hangi yolla edinmişsek edinelim, zamanla, ‘kendi gerçeğimiz’ haline gelmişlerdir. Bunlar, bizim içimizde öylesine kalıplaşmışlardır ki… Bir başka gerçeğin, ne var olabileceğine inanır ne de peşine düşeriz… Ama, bu kalıpları kurmamız için, içimizdeki donmuş kıpırtısız magmayı harekete geçirmemiz gerekiyor… Örneğin, ara sıra da olsa, kendimize şu soruları sormalıyız: Yaşamımın ne kadarı bana ait? Duygularımı ne ölçüde, duyumsayabiliyorum?
YANİ BEN NE KADAR BENİM…
Yaşamı hak etmek, ona, yeni bir boyut kazandırmak için, onu sorgulamamız gerekiyor… Yoksa: Özgür bir birey olmaktan çok, otomatlaşan nesnelere dönüşürüz, ayırdında olmadan…
***
Benimle son defa dans eder misiniz?
Yok hayır, bu dansı benimle değil, kendi kendinizle yapmanızı önereceğim…
Tırnak içerisine aldığım cümle ise: Dr. Kriton Dinçmen’in kitabının adı. Geçenlerde okudum. Kitabın adının çağrıştırdığı romanesk havaya karşın, bir aşk öyküsünü içermiyor; ama yazarın, gerçek BEN’i ve yaşamı, daha güzel daha dürüst bir temele oturtma arayışı, ‘bir aşk tutkusuyla aynı titreşimde…
Yazar, kendi yaşamını, içtenlikle, dürüstçe, adeta bir çocuk saflığıyla sorgulayan sevecen bir insan… Kendini yaşayamamak, hep, bir şeyleri aramak ve yoğun bir hüzün yükü…
KOCA BİR YANILSAMA
Bazen bir öykü, bir şiir, bir resim, bir film, ya da herhangi bir sanat yapıtı okumak, dinlemek ya da seyretmek, insanı, kendi içinde bir yolculuğa çıkarıyor…
Bir bakıma, sanatsal bir renk ve boyutla yeniden var oluyorsunuz… Böylece, ‘bir denizin’ hep aynı deniz… ‘bir gülün’ hep aynı gül olmadığını anlıyorsunuz…
Düşünün, elinizdeki fotoğrafta gülen, ‘aydınlık yüzlü çocuk’ siz misiniz? Ya o coşku ve heyecan dolu dünyayı değiştirmek isteyen genç yaşıyor mu… yoksa, monoton bir yaşamın ağır sularına mı kapıldı sonradan…
***
Yaşadığımız her an, gerçeklikten gitgide uzaklaşıyor ve koca bir ‘yanılsamaya’ dönüşüyor sonunda.! Tükettiğimiz ömür, statüler elde etmek, çokça para kazanmak ya da hep kendimizi kanıtlamak uğruna mı geçiyor? (Kaç yaşında olursanız olun, bu soruları çoğaltarak sorun kendinize lütfen… Hayır hayır geç kalmadınız…!)
SORGULAMAK BİR BAKIMA
“Sorgularsam ne olacak, hayatımı değiştiremem ki !” mi diyorsunuz. Lütfen bir an durun peşinen, yaşamınızı değiştirmeye zorunlu olduğunuzu kabul da etmeyin… Sorgulamak, ‘değişimin’ kendisi değil, ancak, ‘itici gücü’ olabilir… Bundan sonrası ise, sosyal, ekonomik, kültürel ve çevresel etkenlere bağlıdır…
Sorgulamak, zamanın ruhunuzda bıraktığı, tozları pasları alır. Kendimizi ve yaşamımızı oluşturan… doğru ve güzel olan … ama ayırdına varamadığımız unsurlar var ise, onları görmemizi sağlar…
***
Sorgulamak, bir bakıma, ‘insanın kendisini sınamak’ anlamına gelir. Bunu yaparken, başkalarının değer yargılarına göre hareket etmemeli… Çünkü, herkesin ölçüsü ve yargısı farklı olacaktır… Ör: “Yaşam karşısında özgür mü yoksa tutsak mı olduğunuzu, bizden daha iyi kim bilebilir…”
***
Gelin, Nietzche’nin bu konudaki sözlerini birlikte okuyalım: Sınamalı insan kendini: Bağımsızlığa mı yazgılı yoksa boyun eğmeye mi… Bunu da, tam zamanında yapmalı… Sınamamaları saptırmalı yolundan…
Oynanabilecek en tehlikeli bir oyun: Sonunda, başka bir yargılayıcının değil de… Yalnız, kendinizin tanık olduğu sınamalar bile olsa…
Hiçbir kişiye bağlı olmamak
En sevilene bile…
GANDİ’NİN BAŞARISI…
Hindistan da bizim gibi: “İngiliz Sömürgesi” olmuş bir ülke.
Hindistan’ı, tarihi boyunca: “Bağımsızlık Mücadelesi” verdikten sonra özgürlüğüne kavuşan pek çok ülkeden ayıran, en önemli özelliği:
“Bu mücadeleyi şiddete başvurmadan, sadece ‘Pasif direnişle’ yapmış olmaları…
Bu farklı mücadelenin lideri ise: Farklı bir kişilik: Halkın, “Yüce Ruh” anlamına gelen, ‘Mahatma’ diye adlandırdığı: Gandi’dir…
Cahillik, yoksulluk ve yıllar boyu bir sömürge toplumu olarak yaşamış olmanın verdiği eziklik içindeki halk kitlelerine, bu farklı “siyasi mücadele yöntemini” benimsetmeyi başarabilmiş bir Önder oldu Gandi !
***
Pazarın, meydanın, halkın ortasında, kazınmış saçları, zayıflığı, çıplaklığı, sadeliği ile hep var oldu ! Politik söylemi yetersiz kalınca, susup oruç tutardı… Bağımsız bir Hindistan için İngilizlere karşı verilecek mücadeleyi Gandi, şöyle açıklıyordu:
“Sömürgeciliğe karşı, ‘Hindistan’ın bağımsızlığı’ kazanılabilir; ancak, insanın içinde bulunan kötülük ile savaşmak gerekir…
O hep, doğru olduğuna inanılan bir şey için, ‘şiddet kullanmadan’ mücadele etmek gerektiğini savundu… Gandi’nin temel yöntemi “Satyagraha”, yani “Gerçek üzerinde ısrar etmekti…” Toplantılarda, sık sık okuduğu bir “Shelley” şiiri,hep Gandi’nin düşüncelerini yansıttı:
“Sık ve sessiz bir orman gibi / sakin ve kararlı durun / Kaybedilmemiş bir savaşın silahları olan…”
O hep: “Hindistan’ın asıl özgürlüğü / yeni ve özgür bir ‘Hintli Bireyin’ ortaya çıkmasıdır” derdi. Ve, Hindistan’ın zincirlerinin Hint insanının kendisi tarafından yapıldığını düşünüyordu…
TOLSTOY ve ATATÜRK HAYRANI…
İngiltere’de, ‘Hukuk Eğitimi’ gördükten sonra, (20) yılını Güney Afrika’da geçirdi ve bu süre zarfında, bu ülkede yaşayan “Hintlilerin” haklarını koruma mücadelesi verdi…
Anarşist Rus yazarı Tolstoy’un, ‘Dünya Görüşüne’ ve Atatürk’ün, ‘Bağımsızlık Mücadelesine’ hayran olan Gandi, Hindistan’a döndüğünde, ‘dini, ahlaki ve siyasi görüşlerinin’ bir yansıması olan: Mücadele yöntemini: Şiddet Aleyhtarlığı ve Pasif Direniş olarak belirledi…
Kısa bir süre içinde: “Hindistan Ulusal Kongresi’nin Lideri” oldu ve İngiliz Yöntemi’nin ‘sert uygulamalarına’ karşı, Bağımsızlık Mücadelesi’nin ilk kıvılcımlarını başlattı…
1920 – 1922 arasında, İngiliz’in tüm “Yasama Kuralları” boykot edildi. “İngiliz Dokumaları” yerine, çıkrıkta eğilmiş pamuktan yapılmış Peştemallar “HAREKETİN SİMGESİ” oldu.
TUZ YÜRÜYÜŞÜ…
Mart, 1930’da, tuza konan yeni vergiye tepki olarak, Protesto yürüyüşü başlatan Gandi, (24.) günün sonunda, kendisine katılanlarla birlikte, Hint Okyanusu’na ulaştı… Bu etkili eylem sonunda, aralarında, Gandi’nin de bulunduğu (60 bin) kişi tutuklandı…
Açlık, grevleri, protestoları, siyasi söylemler, Gandi’nin: “Şiddetsizlik Politikası’nın” en önemli özellikleri oldu…
Nisan, 1942’de, “Hindistan’ı terk edin” sloganı ile yeni bir eylem başlattı… Hindistan’da, ‘bağımsızlık Mücadelesi’nin ulaştığı boyut, İngiltere’ye, “Hindistan’a bağımsızlık tanımak” dışında bir seçenek bırakmıyordu… Ama,
Gandi’nin, 1944’de, Müslümanların lideri “Ali Muhamed Cinnah” ile yaptığı görüşme ‘tek devlet içinde yaşayamayacakları” görüşünü kesinleştirince: “1947 yılının (14 Ağustosunu, 15ine bağlayan gecede:
- “Hindistan bağımsızlığını kazanırken, ülke de ikiye ayrılıyor… Ve,
- ‘Pakistan’ kuruluyordu…
Bu ayrılış, ‘Keşmir’ anlaşmazlığı yüzünden: “Bir milyon kişinin ölümüne” yol açacaktı !
Aradaki gerginlik ise çatışma ve ölümlere neden olmayı sürdürecekti…
Ama… Kaçınılmazdı…