Sınırda Aşk
2013 tarihli ‘Başlangıç’ kitabımdaki bu kısa öyküyü, liderlerin buluşmaları öncesi, Kıbrıs sorunuyla ilgili gündem olduğunda ve aslında hiçbir şey olmasa dahi, güzel duyguları çağrıştırsın diye tekrarlamakta yara var;
80’li yılların sonlarında doğdular… Biri güneyinde, diğeri kuzeyinde Kıbrıs’ın… Ne 60’ları, ne 74’leri yaşamışlar… Tanıştıkları güne kadar ne öbür taraftan doğru dürüst bir haber alabilmişler ne de Kıbrıslı dediğimiz ama Türk-Rum diye ayırdığımız insanlardan doyurucu bilgi sahibi olmuşlar… Aileler anlatmış o güne kadar ama anlatılanlar doğal olarak savaş yıllarında, gerginlik yıllarında yoğunlaşmış. Kuzey’deki Mehmet’in ailesi “eyiydik köyde ama çatışmalar başlayınca zor gurtardık gendimizi onnardan… Yardım edenner oldu ama onnar da gorktular çok…” dediler hatıralarında gezinirken…
Eleni ise “bir iki komşumuz vardı, iyi geçinirdik, onlar gelirdi, biz giderdik… Babanla onların babası çok iş yaptılar birlikte ama olan oldu işte… Çatışmalar çıktı, her şey birbirine girdi” sözcüklerini duydu çoğu defa… Ama bu çatışmalar neden çıktı, ne oldu da ayrılıklar girdi araya, neden güvenmez oldu Kıbrıslılar birbirlerine çok bilgi sahibi olmadılar. Aslında çok da merak etmediler… Ta ki kapılar açılana kadar, toplumlar birbirlerini görene, tanıyana kadar… İşbirlikleri çoğalana kadar… Kapılar kapalı iken de buluşmak için insanlar başka ülkelere uçuyor veya ara bölgede bir yerlerde oturup konuşuyorlardı… Kısıtlıydı, tepki alınıyordu, buluşmaların amacı başka yönlere çekiliyordu.
***
Kapılar açıldı ve neredeyse her gün, her saat yapılan buluşmalara, konuşmalara tepki koymak artık akıl işi değildi. “Kıbrıs Cumhuriyeti Pasaportunu” yasaklamak isteyenlerin de bu pasaportun sahibi oldukları da öğrenilince artık hiç akıl işi değildi doğrusu!…
***
Neyse, işte bu buluşmalardan birinde değil ama gezmek için Ledra Yolu’na geçişinde Mehmet’in karşıdan gelen Eleni’yi bir kuğu gibi süzülüp geldiğini görmesine kadar her şey sıradandı… O sıradanlık o andan itibaren bitmişti artık… Mehmet’in yanından geçti Eleni… Gözlerini ayıramadı Mehmet ondan, arkasından baktı da baktı… Eleni de ilgisiz değildi Mehmet’e… Belki Mehmet’in ona bakışı Eleni’yi etkileyen şey olmuştu… Hoşuna gitmişti, gururlanmıştı, o da bakmıştı yürüyüp giderken…
Bu bakışmalar sanki çekti birbirine mıknatıs gibi… Yanlarındaki arkadaşları uzaklaştı onların birbirlerine doğru çekildikleri anda… Önce ‘merhaba’ dedi biri, diğeri ‘kalimera’… Şaşkınlıkları uzun sürmedi, İngilizcede buluştu sözcükler… Yürüdüler, oturdular, kahve içtiler, sohbet ettiler… Baktılar ki gece bitiriyor artık o günü… Ertesi güne yol almış saatler… İstenmese de ayrılma saati… Ama ertesi gün bu kez Lokmacı’nın kuzeyinde buluşma sözü… Buluştular yine, konuştular, gezdiler… Günler, haftalar, aylar geçti böyle… Artık ciddiye binmişti ilişki… söylenmeliydi ailelere…
***
Söylediler ama her iki tarafta da aynı tepki vardı; “Delirdin mi sen?”
Belki de delirmişlerdi, sevmişlerdi çünkü… Deli olmak değil miydi aşık olmak, mantığı azat etmek değil miydi? Duygularda yaşamak değil miydi? Doruklarda, iki benlikte, hiçbir şey umursamadan, görmeden, duymadan yaşamak değil miydi? Delilikse delilikti. Yaşayacaklardı o aşkı, sonucuna katlanmayı göze alarak…
***
Ve yaşamaya devam ettiler, ailelerin onayı olmadan… Bir o tarafta bir bu tarafta… Belki otellerde, belki arkadaşlarda… Bıkmadılar usanmadılar birbirlerinden… Kaçak yaşamak hiç dertleri değildi. Onlar böyle de mutluydu, ta ki tanrının onayıyla! yumurtanın döllenmesine kadar… Şimdi ne olacaktı? Ortak bir ürün vardı ortada… ‘Aldırmak mı yaşatmak mı’ ikilemi… Ya aileler?!.. Onların haberi olmalı mıydı? Olursa kararları etkilenmez miydi?
En iyisi söylememek ve beklemek diye düşündüler… Aylar geçti, Eleni’nin karnı büyürken ailelere göründüler azacık da olsa… Büyükler, o birliktelikten haberleri olmasa gibi davransalar da öncesinde çok da şaşmış gibi görünmediler Eleni’nin büyüyen karnına bakınca… Şaşmadılar ama ilgilenmediler de…
***
Artık doğum günleri geldi… Çocuk kız olacak… Adı Maria mı olacak yoksa Ayşe mi? Dini ne olacak? Hıristiyan mı Müslüman mı?
Anne? dedi Mehmet yardım beklercesine… Baba? dedi Eleni ilgi göstersinler diye… Olmadı. Çocuk doğdu. Adı ne mi oldu? Bilmiyorum, ne önemi var ki zaten… Üstelik de kızının doğduğu gün Mehmet’e kendinin hiç görmediği babaannesinin de aslında bir Rum olduğu söylendiğinde… Şimdi Mehmet neydi?
Uyumsuzluk!
Fotoğraftaki yerin neresi olduğu, yerde görülen Antep fıstığı kabuklarını ve çekirdekleri kimin attığı önemli değil.
“Şurada oturuyorlardı, bunlar şöyle şöyle yaptı” demek, yani özele indirgemek değil konumuz… Bu olayın neden yapıldığı, neden yapılmaya devam ettiği, ne yapmak gerektiği konusunda biraz gündem yaratmak, konuyu tartışmak aslında…
Genelde zaten herkesin dolaştığı, biraz hava almak için yürüyüş yaptığı, belki oturup dinlendiği yerde görülür bu tip manzaralar… Parklar, otobüs durakları, yürüyüş yapılan yerler vs…
Birden karşınıza fotoğraftaki gibi bir manzara çıkar… Canınız sıkılır… Bazen içinizden, bazen de sesli olarak ağzınıza geleni söylersiniz… İkaz da edersiniz eğer bu kirliliği yapanlara rastladığınızda… Çoğu zaman da ters cevaplar alırsınız… “Sen mi temizleycen da ikaz ediyorsun” gibi… Bazen de koyduğunuz tepkiye tepkisiz kalıyor karşınızdaki çünkü neden tepki koyduğunuza anlam veremez.
İşte sorun da bu zaten; O kirliliğin aslında ‘kirlilik’ olduğunun farkında olamamak… Çağdaş yaşamla uyum sağlayamamak, yapılanın veya yapılmayanın o çağdaş yaşamda nasıl karşılık bulduğunu kavrayamamak…
Tepki koyanların artık eskisi gibi tepki koymaktan vazgeçmesi de özelde yerlerde çerez kabuklarının genelde her türlü rahatsız edici gelişmelerin süreğen hale gelmesine neden oluyor… Tepkiler azaldı çünkü karşıdan nasıl bir karşılık alınacağının belli olmaması, aşırı şiddetli karşılıkların da gelebileceği zaman içinde görüldüğü için tepkisizlik de artıyor… Trafikte de aynı yönde bir gidişat var. Trafik kuralına uymayan bir kişiye tepki gösterdiğinizde ne şiddette bir karşılık alacağınızı bilemiyorsunuz. Bunun bıçak çekmeye kadar gidebildiği örnekler de yaşandığından “benden uzak olsun” kolaylığına yatabiliyoruz. Bu duruma da, yani bu anlayışı gösterenlere de haksız demek çok doğru olmaz. “B…k niyetine” gidebilmek de var.
Peki ne yapılabilir; Göze alınabiliyorsa yine tepki koymak devam etmeli aslında… Bazı uyarıcı levhalara ne yazık ki çok hoş olmasa da gereklilik var. Ve belediyelerin zabıtalarından bu tip olaylarda müdahil olmaları, uyarmaları ve uygunsa da ceza yazmaları beklenebilir.
Biter mi kabukların yere atılması, trafikte kuralsızlık, bireylerin birbirlerine saygısızlığı, apartman kuralsızlığı, çağdaş yaşama uyum sağlayamamak… Bitmez belki ama kurallar hatırlatılırsa, bir otoritenin varlığı hissettirilirse mutlaka ki azalır…