SİNYAL
Çelik kanatlı kocaman kuş Atina’ya alçalıyor ve tekerlekler yerle buluşuyor.
Uçak henüz apronda ve eliniz anında telefona uzanıyor.
“Geldik” diyorsunuz, “Atina’dayız.”
...
Uçak, yağmur yüklü bulutları yarıyor ve insanın içini titreten bir uğultuyla Brüksel’e iniyorsunuz.
Henüz havaalanını görmediniz, o daracık koltukların arasından doğrulmadınız dahi...
Eliniz cebinize gidiyor, telefonu açıyor ve mesaj yazıyorsunuz.
“Geldik” diyorsunuz, “Brüksel’deyiz.”
...
Gökyüzünden bir Beşparmaklara bir de Trodoslara bakıyorsunuz, maviyi soluyorsunuz, denize dalacakmış gibi Larnaka’ya iniyorsunuz.
Kendi memleketiniz!
Telefona bakıyorsunuz: Sinyal yok (!)
“Geldim” diyemiyorsunuz.
O sinyale kavuşabilmek için kuzeye yaklaşmalısınız.
Bu çağda nasıl bir aptallıktır bu!
Ve aptallığın kendisi Kıbrıs sorunu.
...
Meğerse “Türkiye’nin haber yokmuş” yeni öneriden, sinyal önceden yerine ulaşmamış.
“Olmazmış...”
Kıbrıslı Rum lider “hesapsız bir yağmura tutulmuş” gibi!
Milliyetçiler panikte...
Kıbrıslı lider iradesine sahip çıkarak barışa doğru cesur bir adım atmışken, şimdi kendini affettirmek için defalarca “asker de isteriz, garantör de” diyecek herhalde!
...
Hep “Türkiye’yle birlikte karar almalıyız” derler ya...
Söyleme utandıkları şu aslında:
“Aklımız ermez, gücümüz yetmez, irademiz sökmez. Türkiye ne derse, o olacak.”
...
Rolleri değişmeliyiz.
“Birlikte” karar vereceksek eğer önce Kıbrıslılar olarak bu kararı vermeliyiz.
“Birlikte” kavramında öncelik, bu coğrafyanın asıl öznelerinde olmalı, eğer birlikte bir gelecek istiyorsak.
Ve elbette dışlamadan paylaşmalı, danışmalı, konuşmalıyız Türkiye’yle de.
...
Kendi yurdumuzda kendimize kayıbız...
Kendimize yabancı...
İnandırmışlar: Biz karar veremeyiz.
“Öneri” yapmaktan dahi ürküyoruz.
“Fısıltıyla” konuşuyoruz.
Birileri diyor ki, “Kıbrıs’ı verdirmeyiz...”
“Burası babanın malı mı” soramıyoruz.
Sinyal yok.
Kendimize gelemiyoruz.