“Sipariş Haberciliğe” karşı Özgür Basına Sahip Çıkmalıyız
2023’ün ilk yazısına bir müjde ile başlamak isterdim ama pek mümkün değil. Toplumun büyük bir kesiminin nefesini kesen ekonomik sorunları çözecek en ufak bir umut ışığı yok. Meclis Genel Kurulu’nda yürütülen bütçe görüşmelerinden de takip edebildiğimiz kadarıyla, farklı gelir grupları arasındaki gelir makası gittikçe açılırken buna dair bir ilaç üretilmemiş. Belli ki “iktidar” partileri hastalığı iyileştirmektense, bazı organları gözden çıkarmış. Adeta kesip bir kenara atmaya çalışıyorlar. Asgari ücretli ve dar gelirli kesimlerin sorunları görmezden geliniyor, yok sayılıyorlar. Bu da demek oluyor ki gelecek günler daha da karanlık geçecek.
Fırsat varken bu gibi eleştirilere dikkat çekmekte fayda var. Çünkü yaşananlar gösteriyor ki, sesimizin çıkmasına imkân yaratan kanallar yavaş yavaş elimizden kayıp gidebilir. Mesela Kanal Sim’in dünden itibaren TÜRKSAT üzerinden yaptığı yayınlar sonlandırıldı. Kanal tarafından yapılan açıklamada, bunun sebepleri ayrıntılı bir şekilde aktarıldı.
Anladığımız kadarıyla, “hükümetin” karasal yayıncılığa dair verdiği sözleri tutmaması ve zamanında gereken adımları atmamasından ötürü bu sonuçla karşı karşıya kalındı. Tabi ki teknolojideki gelişmeler, ekranın tamamen kararmasının önüne geçebildi. Ama durum bu kadar basit değil. Özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde oluşturulmaya çalışılan havuz medyası ve iktidar – sermaye birlikteliği ile güçlenen “sipariş haberciliği” gerçekliği ortada dururken, meseleyi ciddiyetle ele almak gerekir.
***
Medyanın, demokrasi ve insan hakları ile sıkı bir ilişkisi vardır. Hem kendisi basın ve ifade özgürlüğünün en temel araçlarından biridir hem de toplumun farklı kesimlerinin fikirlerini özgür bir şekilde aktarabilmesindeki rolü vazgeçilmezdir. Tüm bunlara paralel olarak, somut ve stratejik anlamda da toplumsal dönüşümü sağlamamıza yardımcı olur. Son söylediğimi kendi emelleri için kullanan “antidemokratik – zorba – neoliberal” iktidarlar, basını tek tipleştirerek yarattıkları gerçek dışı algıyı yerleştirirler. Son zamanlarda bunu “havuz medyası” diye tarif ediyoruz.
Sahibinin sesinden başka bir söze alan açmayan bu anlayış, toplumun ne sesine ne de sorunlarına duyarlıdır. Esas hedefleri gerçekliği ortadan kaldırmak ve memlekete dair güllük gülistanlık bir tablo çizmektir. Biraz düşününce hepimizin aklına öyle manşetler gelecektir. “2022 KKTC’nin yükselme yılı oldu”, mesela bu cümle atanmış cumhurbaşkanı Ersin Tatar beyefendi tarafından sarf edildi ve manşetlere taşındı. İnsan bu cümleyi söylerken utanır, O utanmamış ama bunu toplumun zihnine güçlü bir şekilde zerk etmek de ayrı bir sorun. Havuz medyasının esas görevi bu. KKTC aslında Alice Harikalar Diyarı, biz de Alice ile beş çayı içip kurabiye yiyen tavşan ve arkadaşları…
***
Aslında iki farklı anlayıştan bahsediyorum. Bir tarafta toplumu algı oyunları ile sindirmeyi ve sömürmeyi hedefleyenler, diğer tarafta ise toplumsal mücadeleleri destekleyen bilgiyi sunan, toplumun bu bilginin yaratılma sürecinde aktör olmasını sağlayan ve katılımcı bir şekilde hareket eden anlayış. Bu noktada üç hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: Örgütlenme, Katılım ve Güçlendirme… Yani kısacası demokrasi diyebiliriz.
Tüm bunları birlikte düşündüğümde, Kıbrıslı Türklerin yakın mücadele tarihi açısından dönüm noktalarından biri olan 2004 referandumu öncesindeki toplumsal hareketler aklıma geliyor. Sanırım lise iki veya üçtüm. Her gün sabahları Omorfo’dan Lefkoşa’ya otobüs veya arkadaşımın ailesinin arabasıyla okula gidiyordum. Özellikle araba ile seyahat edilen günlerde radyo sim dinlenirdi. O dönemde Sami Özuslu ve Cenk Mutluyakalı, radyo ile paralel bir şekilde Genç TV'de “TV Gazetesi” programını yapıyorlardı.
O güne kadar pek de rastlanmamış bir uygulamayı hayata geçirmişlerdi. Toplumun farklı kesimlerinden insanlar telefonla programa bağlanıyor ve adeta “yurttaş gazeteciliği” yapıyor, memlekete dair gailelerini paylaşıyorlardı. Sadece Sami ve Cenk değildi programı yapan, hepimizdik. Özellikle eylem günlerindeki programlarda, memleketin dört bir tarafından İnönü Meydanı’na gelenler, kendi bölgelerinden bilgi veriyorlardı. Bir nevi örgütlenmeye imkân yaratıyor, katılımcılığı sağlayarak demokrasiyi güçlendiriyordu programlar.
TV Gazetesi 17 yaşındaki Aslı’yı güçlendirmişti ve bana bugün eksikliğini çektiğim toplumsal dayanışmayı her sabah yeniden hissettiriyordu. Tabi ki Kanal Sim’e dair anılarım ve paylaşımım bununla sınırlı değil. Sonraki yıllarda çeşitli sıfatlarla kanaldaki programlara katıldım, görüşlerimi sansürsüz bir şekilde dile getirme fırsatı buldum. Hatta farklı fikirlerin de kendini ifade edebildiklerine tanık oldum. Zaten demokrasi de bu değil mi?
***
Netice itibariyle mevzu Kıbrıs’ın kuzeyindeki bazı özel yayıncılar ile TÜRKSAT’ı karşı karşıya getiren durumdan ortaya çıkmış gibi görünse de, aslında bunun çok daha derininde bir problemle karşı karşıyayız. Kıbrıs Türk basını, hem maddi hem de politik açısından şimdilik toplumun çok da bilgisinde olmayan bir yola girmeye başladı. Zaten bu gibi durumlar birdenbire ve gözle görülebilecek şekilde gerçekleşmez. Sinsice dolaşır ve yavaş yavaş yerleşir. Çok dikkatli bakıp göremezseniz, fark edemeyebilirsiniz tek tipleşmeyi. Eskiden olduğu gibi doğrudan müdahale etmeyebilirler. Parası olanın ayakta kalabileceği sistemde, parayı veren düdüğü çalar. O zaman da “sahibinin sesi sipariş haberciliği” toplumun zihnini zapt eder.
Bizi bu bataktan çıkaracak olan daha çok dayanışma daha çok demokrasi mücadelesidir.