1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sıradan İnsanların Haber Günlüğü: Çıldıran Dünya   
Sıradan İnsanların Haber Günlüğü: Çıldıran Dünya   

Sıradan İnsanların Haber Günlüğü: Çıldıran Dünya   

Bilgi akışının sonsuz olduğu, dünyanın her köşesinden haberdar olduğumuz böylesi bir dönemde, düşünceleri toparlamaya ciddi zaman ayırmak gerekiyor. Yoksa çıldıran dünya ile birlikte ben de çıldırabilirdim.

A+A-

Ali Furkan Çetiner

Hava’nın güneşli, gökyüzü’nün masmavi olduğu bir bayram gününde kendimi Larnaka’da buluvermiştim. Arabamı, Eski Çarşı sokağın ilerisinde yer alan katlı otoparka bırakarak, Zuhuri meydanında biraz soluklandım. Not defterimi çıkarıp, yazım için notlar almaya başlamak istiyordum. Tam da sırasıydı. Çünkü, meydanın ferahlığı ve Zuhuri tekkesinin dinginliğinin bana uzun zamandır aklımda olan düşüncelerimi toparlama imkanını verdiğini hissettim. Bilgi akışının sonsuz olduğu, dünyanın her köşesinden haberdar olduğumuz böylesi bir dönemde, düşünceleri toparlamaya ciddi zaman ayırmak gerekiyor. Yoksa çıldıran dünya ile birlikte ben de çıldırabilirdim.

 

  1. Sessiz Çığlık: Gazze

Birinci madde’de Gazze vardı. Trump’ın gelişi ile önce ateşkes sağlanmışsa da 18 Mart gecesi, İsrail saldırılarına yeniden başladı. Her ne kadar, dünya’nın dikkatini çok fazla çekmese de, 19 Ocak’ta sağlanan Gazze ateşkesinden beri Batı Şeria yanıyordu. İsrailli insan hakları örgütü, BTSELEM’in internet sayfasında yer alan bilgiye göre Jenin ve Tulkarim mülteci kamplarında başlatılan operasyonlar sonucu toplamda 40 bin kişiye yakın Filistinli yerinden edildi.

‘...Operasyonun başlamasından bu yana geçen altı haftada, İsrail patlayıcılar ve buldozerler kullanarak yüzlerce evi yıktı. Ordu, ikinci intifadadan bu yana ilk kez kuzey Batı Şeria’ya tanklar ve zırhlı personel taşıyıcıları gönderdi; bu da İsrail’in Batı Şeria’yı gerçekten bir savaş bölgesi olarak ele almak niyetinde olduğu yönündeki endişeleri artırdı. İsrail’in eylemleri, Tulkarm, Nur Şems ve Cenin mülteci kamplarından yaklaşık 40.000 kişinin yerinden edilmesine yol açtı. İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, ordunun önümüzdeki yıl boyunca kamplarda kalacağını ve sakinlerinin geri dönmelerine izin verilmeyeceğini açıkladı…’ (1)

Neredeyse 17 aydır devam eden katliamlar ve saldırılara karşı dünya’nın ilgisi giderek azalıyor. Nasıl azalmasın ki? Her tarafta ayrı bir kaos var, hangi birine tepki göstereceğimizi, hangisine yönelik protestolara katılacağımızı şaşırıyoruz. Ama, Gazzelilerin her şeye rağmen hayata sarılışı karşısında daha fazla şaşırıp duygulanıyorum. Ateşkes devam ederken, yıkıntıların arasında kurdukları upuzun bir iftar sofrası sosyal medyada karşıma çıkmıştı. Sadece bu değil, ağır hasar gören evlerini temizleyen, tamir etmeye çalışanların videoları da çok duygulandırıcıydı. Uzaktan bakınca pek tamir edilemez gibi duran yıkıntıları, onlar inanılmaz bir azim ve umut ile toparlıyorlardı. Günlük hayatta karşılaştığımız bazı sorunlara dair ne kadar kırılgan olduğumuzu düşünecek olursak, bu gerçekten saygı duyulacak bir dayanıklılıktır. Gazzeliler, ne olursa olsun topraklarına tutunmaktan, bir şekilde yaşamaya devam etmekten vazgeçmeyecekler.

 

  1.  Batı cephesinde işler değişirken, Kıbrıs değişmiyor.

Öte yandan, Trump ve Musk iktidarının sınır tanımayan davranışlarının, sorgulamalarının bir hedefi de NATO’nun bütçesinin çoğunun Amerika tarafından sağlanması olunca, Avrupa’da silahlanmak için daha fazla bütçe ayırmalı mıyız tartışmaları başladı. Bu durum, sivil toplum, sosyal kültürel projeler ve daha birçok şey için daha az bütçe anlamına geliyor. Özellikle, Trump’ın Zelensky’i aşağıladığı basın toplantısından sonra, Avrupa yepyeni bir arayışın içinde.  

Bu can alıcı ve kritik sorunların içerisinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres, Kıbrıs için bir garip Cenevre zirvesi düzenledi. Dünya’da bir sürü acil ve kanlı savaş varken, Suriye daha tam istikrar sağlayamamışken, Kıbrıs’a mesai ayırmak hele de taraflar arasında ortak bir zemin yokken Cenevre’de toplanmak benim oldukça garibime giden bir davranış. Buna rağmen, tüm garantörleri de topladıklarına göre, bir bildikleri vardır dedim. Nitekim toplaşmanın sonuçları Lefkoşa’da karar verilebilecek basit teknik ayarlamalardan öteye gidemedi. Hislerimde yanılmamıştım.

 

  1. Saraçhane Eylemleri: Gaz maskeli semazen ve diğerleri

19 Mart sabahı, Ekrem İmamoğlu’nun ve bir çok çalışma arkadaşının tutuklanmasından beri devam eden olaylar silsilesi ise bizi en çok kaygılandıran ve şoka uğratan olayların başında geliyor. Saraçhane, 7 gün boyunca çok kalabalık gösterilere sahne oldu. Polislerden kaçan pikaçu dünya çapında meşhur olurken, benim ise en çok dikkatimi çeken, gaz maskeli semazen oldu. Muazzam bir eylem biçimi. Bir vatandaş, derviş külahını ve eteğini giymiş polis barikatının önünde sema ediyor, biber gazını yiyor ve sema etmeye yine de devam ediyordu. Bu sahne karşısında, Fazıl say Instagram hesabından bizlere Mevlana’nın 7 öğüdünü hatırlattı.

  1. Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
  2. Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
  3. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
  4. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol.
  5. Tevazu ve alçak gönüllülükte Toprak gibi ol.
  6. Hoşgörülükte deniz gibi ol.
  7. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.

 

  1. İyi Yönetilen Kamusal Varlıklar

19 Mart operasyonunda tutuklananlar arasında bir isim ve icraatları özellikle dikkat çekiyor. Çünkü başarılı yerel yönetim örnekleri, böylesi küresel kriz zamanlarında adeta bir nefes borusu. Tam olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter yardımcısı Mahir Polat’tan bahsediyorum. İBB Miras aracılığıyla, İstanbul’un endüstriyel mirası ve diğer kültürel mirasına dair yaptığı çalışmalar ve yarattığı kamusal alanlar esasen belediyelerin önemine ve yaratabileceği farka bir kez daha işaret ediyor. Serbestiyet’te Korhan Gümüş tarafından kaleme alınan yazıda, Mahir Polat’ın politik mirası şöyle ifade ediliyor:

 ‘…Mimari ve kültürel mirasın yönetimi için yalnızca bürokratik işlevlerle sınırlı kalmayan bir kamu mekanizmasına ihtiyaç olduğunu fark etti.  Neo-liberal dönüşüm modeline karşı şehir yönetimine direnç kazandırmanın yollarını aradı. Kamu yönetimlerinin, belediyelerin neo-liberal koşullarda karşı karşıya kaldığı bu bürokratik-piyasacı ikilemle baş etmenin, kamusal nitelikli projeler yapılabileceğini gösterdi…’ (2)

Genel alışkanlık, iyi yönetilemeyen kamu mallarının özelleştirilmesidir ama Mahir Polat ve icraatları üçüncü bir yol olduğunu gösteriyor. Kıbrıs’ta da bolca irade tartışması yaptığımız şu günlerde, belediyelerin oynayabileceği önemli rol ile alakalı ilham veren bir örnek. Genellikle siyasi partilerimiz büyük büyük vaatlerin peşindedir. Basit, gündelik işler küçümsenir ama günlük hayatta yapabileceklerimizi hatırlamamız ve bunlara odaklanmamız lazım. Daha, tüm okullara sabun ve tuvalet kağıdı vermeyi organize edemeyen bir devlet iken nasıl sağlam çıkabiliriz ki bu fırtınadan? Dış dünyadan nasıl saygı bekleyebiliriz? Her ne kadar, siyasi arenamızda yer alan küçük partilerin çok üzerine düşmediği, merkezi siyasete tercih ettiği bir alan olsa da, bugün merkezi hükümetin birçok boşluğunun belediyeler tarafından doldurulduğunu gözlemliyoruz.

 

  1. Nereye Gideceğiz?

Haber günlüğüne devam edelim. Amerika, Avrupa ve Türkiye’nin toptan akıl tutulması içerisinde olduğu olaylar silsilesi bizim minicik adamızı bir hayli hırpalıyor. Bu durumların en önemli sonucu aslında artık gidecek bir yerimizin de kalmamasıdır. Nasıl olsun ki? Amerika, Filistin destekçisi öğrencileri önce tutukluyor sonra hukuksuzca vizelerini iptal ediyor. Mahmut Halil, Rümeysa Öztürk ve Badar Khan Suri bunlardan sadece bazıları. Filistin destekçilerine yönelik yoğun abluka Avrupa’da da devam ederken, bir de Rusya tehdidi’nin getirdiği daha fazla silahlanma bütçesi yaratma çabaları var. Bu da, özellikle sivil toplum projelerinde ve diğer tüm alanlarda daha az yatırım, daha az istihdam imkanı demek oluyor.

Başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere CHP’li  belediye başkanlarına yönelik başlatılan tutuklama furyası’nın bir diğer etkisi de, zaten yüksek enflasyon baskısı altında olan Türkiye ekonomisi’nin daha da kırılgan hale gelmesidir.

Avrupa’nın, Amerika’nın ve Türkiye’nin kötü yönetildiği, özgürlüklerin azaldığı, baskının çoğaldığı, kırılganlıkların ve gerginliklerin arttığı bir ortam’da klasik beyin göçü, ekonomik göç gibi kavramlar da değişiyor. Parlak bir gelecek nerededir?

Serbestiyet’te yazdığı yazısında hislerime adeta tercüman olan Yunus Emre Erdölen, bakın geldiğimiz noktayı nasıl ifade ediyor:

“Dünya artık ‘gidecek yeri kalmayanların diyarı’. Trump hükümeti, bir zamanlar Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla dünyada kınadığı ne kadar insan hakları ihlali, antidemokratik uygulama varsa hepsinin bayraktarlığını yapıyor; mahkeme kararlarına uymuyor, medyaya ve muhaliflere savaş açıyor, anayasaya açıkça aykırı kararlara imza atıyor, kuvvetler ayrılığını yerle bir ediyor. Biden hükümetinin Gazze soykırımına ortak olup askıya aldığı ne kadar değer varsa hepsini büyük bir şölen ve keyifle milyarlarca insanın gözü önünde yok ediyor. ‘Bu ABD’de bile oluyor, demek ki normal, alışın’ algısını keyifle yayıyor. Her ülkede mevcut rejimin sınırını aşmanın bedeli artık çok daha fazla, farklı görüşlere tahammül çok daha az, her ülke giderek özgür düşünen serbest ruhlar için farklı baskı oranlarını haiz hapishanelere dönüşüyor.” (3)

Tüm bu keşmekeş içerisinde, gidişattan umutlu olmak hiç kolay değil. Dahası, Ekim 2025’te gerçekleştirilecek olan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri, bütün bu keşmekeşi ve Kıbrıslı Türklerin hissettiği çaresizliği daha da artıracak. Belli bir adayın seçilmesine dair baskıların yine belirleyici olacağına dair işaretler gelmeye başladı bile.

50 metre ileride kavga eden kedilerin yüksek sesleri, not defterime azacık mola vermeme sebep oluyor. Biraz sonra, aklıma bir soru geliyor, tüm bu keşmekeş içinde insan nasıl akıl sağlığını korur?

 

  1. Sonsuz Bilgi Akışı ve Bir Saygı Duruşu

Sabah uyanıyoruz, telefonun alarmını kapattıktan sonra haberlere maruz kalma mesaisi başlıyor. Başka hiç bir dönemde, bu kadar çok bilgi akışına maruz kalmayan insan beyni, ister istemez şaşırma ve tepki verme duygusunu giderek yitiriyor. Çünkü tepki vermenin de pek bir anlamı kalmıyor. Nasıl olsun ki? Tüm bu bilgi akışı içerisinde kendimizi çok yetersiz hissediyoruz. Çünkü tepki vermenin bir şey değiştireceğine dair ciddi tereddütlerimiz var. Tam bu tereddütlerin ortasında, İstanbul için güçlü tepki veren gençleri ve her kesimden protestocuyu da saygıyla selamlıyorum. Belki de, bugünlerde ihtiyacımız olan şey mahallemizi güçlendirmek, şehrimizi daha iyi yönetmek, gündelik hayatta yaptığımız israf ve kötü yönetimi hayatımızdan çıkarmaktır diye not düşüp yazıma bir nefes mola vermek için kafamı kaldırıp sokağı gözlemliyorum. Gün batmak üzere…

 

Notlar

1. Since the “ceasefire,” Israel has displaced 40,000 in the West Bank: https://www.btselem.org/htmx/216750?destination=/gaza_doctrine_west_bank_under_fire

2. Mahir Polat’a uzanan Politik Miras: https://serbestiyet.com/featured/mahir-polata-uzanan-politik-miras-201722/

3. Gidecek Yeri Kalmayanların Diyarı: https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/gidecek-yeri-kalmayanlarin-diyari-202337/

Bu haber toplam 823 defa okunmuştur
Gaile 517. Sayısı

Gaile 517. Sayısı