1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sistine Şapel Freskleri ve Michelangelo’nun Anatomik Şifresi
Sistine Şapel Freskleri ve Michelangelo’nun Anatomik Şifresi

Sistine Şapel Freskleri ve Michelangelo’nun Anatomik Şifresi

Sistine Şapel Freskleri ve Michelangelo’nun Anatomik Şifresi

A+A-


Nimet Keser
[email protected]

Sanatla az ya da çok ilgilenen herkes Michelangelo’nun Sistine Şapeli’nin tavanına ve sunak duvarına yaptığı freskleri bilir. Bu freskler yüzyıllar boyunca önemli oldu ve tarihçiler, eleştirmenler tarafından analiz edildi; teologlar ve entelektüeller tarafından tartışıldı.  Resim daha sipariş aşamasında bile bir tartışma meselesiydi. Çünkü, bu fresklerin kendisine yaptırılmak istenmesi bile sanatçının kendisi için tartışılacak bir sorundu. 1508 yılında, Michelangelo henüz 33 yaşındayken Papa Julius II, ondan üzerinde çalışmakta olduğu mermer mezarın yapımını sonlandırıp Sistine Şapeli’nin tavanını freskle süslemesini istedi.  Michelangelo, kendisini bir ressam olmaktan ziyade bir heykeltıraş olarak kabul ettiği için bu siparişe karşı direndi ancak sonuçta güçlü patrona direnemeyip dört yılını iskele üzerine kendi algılama biçimiyle ‘tüneyerek’ geçirmek zorunda kaldı.

Mükemmellik açısından bu yapıtla kıyaslanabilecek başka yapıt yoktur, olamaz da, Michelangelo’nun ulaştığı noktayı taklit etmek bile neredeyse olanaksızdır. Tavan, sanatımız için gerçek bir kılavuz olmuş, bütün ressamlara paha biçilmez bir yarar sağlamış, yüzyıllardır karanlığa gömülmüş olan dünyaya tekrar ışık getirmiştir. Aslında ressamların artık yeni buluşlar, değişik tavırlar, giyinik figürler, taptaze ifade biçimleri peşinde koşması gerekmez çünkü bu yapıt bu başlıklar altındaki olası bütün kusursuzlukları içermektedir.

Yukarıdaki eleştiri, Michelangelo’nun Sistine Şapeli’nin tavanında yer alan freskleri için 16. yüzyılda yaşamış olan İtalyan ressam, mimar ve ilk sanat tarihçi olarak kabul edilen Vasari tarafından yazıldı. İlk kez 16. yüzyılda basılmış olan Sanatçıların Hayat Hikayeleri adlı kitaptaki bu eleştiri, sanatsal bakımdan Rönesans sanatının anıtsal başarılarından biri olarak kabul edildiğini gösteriyor. Bu kabul elbette ki daha sonraki dönemlerde de geçerliliğini korudu. Ancak, bu esere sadece plastik açılardan bakmak, eseri anlamamıza yetmiyor. Eseri doğru anlayabilmek farklı bağlamlarda bakabilmeyi gerektirir.

Bu eserin başarısını anlayabilmek öncelikle fresk tekniğinin zorlu bir teknik olduğunu bilmekle başlar. Sıva kurumadan rengin, desenin doğru uygulanması gerekir. Sıva kuruduktan sonra düzeltmeye çalışmak farklı sorunlara yol açar. Bu nedenle çok sayıda usta sanatçının işbirliğiyle yapılması gerekir. Hele de Sistine Şapeli’nin tavanı kadar büyük bir alanın fresk tekniğinde boyanması gibi zorlu bir çalışmada çok sayıda sanatçının birlikte çalışması bir zorunluluktur. Ancak, Şapel’in tavanı böylesi bir işbirliğinin ürünü değil. Kaynaklara göre, Michelangelo’nun ustası Girlandio bir fresk ustasıydı ve muhtemelen ona fresk yapmayı öğretti. Ancak, onun yanında sadece üç yıl çıraklık yaptığını ve bu Sistine fresklerini yapıncaya kadar bir daha da resim yapmadığını ve bütünüyle heykel sanatına odaklandığını da hatırlamak gerek.  Kimi kaynaklara göre ise, bu fresklere başlayıncaya kadar Michelangelo fresk tekniğini bilmiyordu. Tavanı boyamaya başladığında yardımcılarından tekniği öğrenir öğrenmez, onları kovdu ve işi tek başına devam ettirdi. Tavanı boyayabilmek için günün büyük bir kısmını sırt üstü uzanarak geçirdi ve bütün gün yüzüne boya damladı. Sonuçta sırtında ve boynunda oluşan hasarlarla işini tamamladı.

Şapelin tavanına, 1508-1512 arasında, Yaratılış Kitabı’ndan sahneler betimledi. Yaklaşık 1000 metrekarelik bir alanda dört yıl çalıştı ve sonuçta 300’den fazla figürden oluşan resmi tamamlamayı başardı. Tavan, Yaradılışla ilgili 9 sahne içeriyor. Temelde, Tanrının insanı yaratması ve daha sonra Tanrıyı inkar ettiği için onu cezalandırması sürecini betimledi. Michelangelo’nun Sistine Şapeli ile ilgili olarak, ‘..bu benim işim değil. Değmeyecek bir şey için zamanımı harcıyorum. Tanrı yardımcım olsun!’ dediği biliniyor. Dolayısıyla, Michelangelo, içselleştirmediği bir çalışmayı bile mükemmellik düzeyinde tasarlamayı başaran bir sanatçıydı. ‘Dört eziyetli yıldan sonra, kendimi Jeremiah gibi yaşlı ve yorgun hissettim. Sadece 37 yaşındaydım ve arkadaşlarım, olmaya başladığım yaşlı adamı tanıyamadı bile.’ diyerek de bu denli büyük boyutlu bir freskin sanatçıda yarattığı duygusal ve fiziksel tahribatı daha iyi anlamamızı sağlıyor. Kendi ifadelerinden de anlaşılacağı gibi bu uzun ve çok zahmetli çalışma sonucunda Michelangelo’nun sırtında ve gözlerinde kalıcı hasar oluştu.

Şapeldeki diğer önemli fresk de sunak duvarında yer alıyor. Duvarın tamamına resmedilmiş olan Mahşer ya da diğer adıyla Son Yargı, İsa’nın ikinci gelişini betimliyor. İnsanlığın ruhu yükseliyor ve İsa ile maiyeti tarafından yargılanmak için kaderlerine doğru iniyor. Fresk, Tanrının gücüne saygı ve dindarlık aşılamak için tasarlandı. Şapeldeki diğer fresklerin aksine, figürler fazla kaslı ve belli oranda korkmuş, azap içinde görünüyor. Bakire Meryem bile azap içinde görünüyor.

Bildiğimiz gibi tarih boyunca toplumlar belli kurumlar aracılığıyla sanatı geliştirmeye ve kontrol etmeye çalıştı. Bilindiği gibi, bu kurumlar patronaj, eğitim ve sansürdür. Bu eser Rönesans döneminde sanat patronajının kaynağı olanların sanatsal eğitim ve üretim için gerekli olan finansal destek dışında sanatsal üretimi denetlemedeki rolünün olumsuz örneklerini göstermek bakımından da önemlidir. Kaynaklar, 1530’lu yıllardan itibaren Rönesans kültürüne karşı bir genel tepki geliştiğini gösteriyor. Bu tepkinin somut örneklerinden bir de Sistine Şapel freskleri ile gerçekleşti. Yüzyılın ortasında Michelangelo’ya karşı, onun Sistine Şapelindeki figürlerin çıplaklığına karşı bir haçlı kampanyası, İncir Yaprağı Kampanyası başladı. Mahşer, sonradan Papa olacak Cardinal Carafa (1555 yılında Papa IV oldu) ve Michelangelo arasındaki kavganın nesnesi oldu. Sanatçı, betimlediği çıplak figürler ve genital organların görünmesi nedeniyle ahlaksızlık ve tahammül edilemez müstehcenlikle suçlandı. Bu nedenle, Carafa ve Monsenyör Sernini (Mantua's büyükelçisi)  tarafından sansür kampanyası (İncir Yaprağı Kampanyası) düzenlendi. Aşırı muhafazakâr Carafa, kilise sanatında kalça, meme ve genital organların betimlenmesini yasakladı. Nitekim Carafa’nın anti-hümanist kişiliği 1555 yılında Papa olunca, engizisyon çalışmalarının yeniden başlatmasıyla, Roma’da bir Yahudi gettosu oluşturmasıyla ve çok sayıda kitabı yasaklamasıyla da bilinmektedir. İncir yaprakları ile çıplaklığı sansür/örtbas süreci uyguladı. Başlangıçta, heykeller için alçı ya da oyma incir yaprakları ilave ettirdi. Michelangelo’nun ölümünden sonra, Sistine Şapeli’ndeki figürlerin genital organları kumaş ya da incir yaprağı betimlemeleriyle kapatıldı. Freskteki genital organlar, Michelangelo’nun çırağı olan Daniele da Volterra tarafından örtüldü. Ve bu olay nedeniyle tarih bu ressamı, küçültücü bir nickname ile, ‘pantoloncu ressam’anlamına gelen ‘II Braghettone’ olarak hatırlıyor. Günümüzde Sistine Şapel ziyaretçileri bu sansür çalışmasının resme katkılarını göremez. Çünkü 1980-1990 yılları arasında bir restorasyon çalışması yapıldı. Uzmanlar titizlikle yüzlerce yıldır freskler üzerinde birikmiş olan kiri, isi temizledi. Bu çalışma sonucunda Kardinal Carafa’nın ilave ettirdiği kumaşlar ve incir yaprakları da temizlendi. 

Sistine şapel freskleri, Michelangelo’nun gerçek bir Rönesans adamı olduğunu gösteriyor. Rönesans adamı olmak, Rönesans döneminde yaşamış olan adam demek değildir elbette ki. Rönesans adamı olmak çok yönlü olmak, olağanüstü bir zekâya sahip olmak ve farklı alanlarda, disiplinlerde bilgili ve başarılı olmak demektir.

Michelangelo’nun heykelleri ve freskleri onun dahi bir heykeltıraş ve ressam olduğunun tartışmasız olduğunu gösteriyor. Onun hakkındaki birçok kaynaktan bir şair olduğunu da biliyoruz. Onun sanatına ve yaşamına ilişkin kaynaklar onun aynı zamanda anatomi alanında da çalışmalar yaptığını gösteriyor.  Sistine Şapel freskleri sanatçısının sadece sanatsal yetkinliğinin bir göstergesi değil aynı zamanda onun anatomi bilgisinin de kanıtıdır. Her ne kadar fresklerdeki figürlerin abartılı kas ve oran-orantı ilişkisi sıradan bir izleyici için aksi bir algılamaya sebep olabilse de kimi anatomistlere göre bu freskler birer gizli anatomi dersidir.

Michelangelo’nun 18 yaşından itibaren insan bedeninde disseksiyon çalışmalarına başladığı biliniyor ve üzerinde çalıştığı kadavralardan bazılarının da kadın olduğu ve bu nedenle de insan bedenini ve ona ilişkin patolojileri iyi bildiği düşünülüyor. Esasında anatomi bilmek sadece Michelangelo’nun meziyeti değildi. Rönesans döneminde birçok kişi için sanatçı olmak, aynı zamanda anatomist olmak da demekti. Başarılı bir sanatçı olmak insan bedenini doğru, canlı gibi betimleyebilmek için, insan bedeninin sadece görünen kısmını değil, bedeninin parçalarının çalışma sistemini, işleyişini; kasların ve kemiklerin yapısını derinlemesine anlamak gerektiğine inanılıyordu. Bunun için sanatçılar ve anatomistler birlikte disseksiyon çalışmaları aracılığıyla insan vücudunu keşfetmeye çalıştı. Sonuç, sanat eserlerinde insan vücudunun daha önce ulaşılmamış bir doğrulukla betimlenmesi oldu. Michelangelo’nun bir anatomi kitabı yazmayı düşündüğü ancak insan disseksiyonlarına bir son vermek zorunda kaldığı biliniyor. Çünkü, yaptığı disseksiyonlardan çok etkilendiği için ne yemek yiyebildiği ne de içebildiği yazılıyor. Vasari’nin aktardığına göre, Floransa’daki Santo Spirito kilisesinin bazı odalarında anatominin sırlarını keşfetmek üzere disseksiyonlar gerçekleştirdi. Bu odaları kullanma hakkını, kiliseye ahşap bir çarmıha gerili bir İsa figürü yaparak başrahibi memnun ederek elde etti.

Freskler üzerinde gerçekleştirilen temizlik çalışması resimlerin farklı biçimlerde algılanmasına yol açtı. Tavan freski, 1990 yılına kadar, sadece Yaratılış Kitabı’ndan öyküleri, Adem’in yaratılışını anlatıyordu. Jinekolog Frank Lynn Meshberger’in, kendi bilgi dünyasından soyutlanmadan Adem’in Yaratılışı sahnesine bakması, bu fresklerin daha geniş bağlamlarda yorumlanmasının önünü açtı. Meshberger’in analizi, yüzlerce yıl sanat tarihçiler, eleştirmenler, teologlar tarafından incelenen, tartışılan fresklerin gizemine başka bir boyut ekleyerek, daha yakından bakmayı gerektirdi. Tüm bu tartışmalara, analizlere bilim insanlarının da dâhil olmasına neden oldu. Meshberger, Michelangelo’nun Adem’in Yaratılması sahnesinde bir görüntünün gizli olduğunu, yani yaratıcı figürünün, tam olarak beynin sagital bir kesiti olarak biçimlendirilmiş bir çevre içerisinde yer aldığını keşfetti. 

Meshberger, An Interpretation of Michelangelo’s Creation of Adam Based on Neuroanatomy başlıklı makalesinde, ilk başta, kıvrılarak dönen yeşil kumaşın vertebral artere yani omurlara karşılık geldiğini fark ettiğini yazıyor. Ardından pembe ana hattın altında uzanan melek bacağını fark etti ve meleğin bacağının hipofizin ön ve arka segmentine (pituitary gland) karşılık geldiğini anladı. Meshberger’e göre meleğin ayağının beş parmaklı bir organ olmaktan ziyade iki bölümden oluşan bir çatallanma biçiminde betimlemiş olması bu fikre yönelik tasarlandığı fikrini destekliyor. Ardından sulkusun genel hatlarını ve frontal lobu (ön lob) paryetal lobdan (yan lob)  ayıran bir çatlağı fark etti. Meshberger figürleri tek tek görmek yerine bütünü şeffaf görmeyi denemeden bu ilişkileri fark etmediğini yazıyor. 


Mesberger’in bu çalışmasından sonra, farklı bilim insanları, tıpçılar, anatomistler genelde Rönesans sanatçılarının ama özellikle de Michelanelo’nun çalışmalarına anatomik şifreler barındıran ilişkiler bağlamında bakmaya başladı.

Michelangelo’nun patronun istediği ile kendisinin yapmak istediği arasında bir uzlaşma sağlayıp, bütün bilimsel araştırmalarını, insan doğasına, bedenine ilişkin bildiklerini şifrelerle, sıradan bir izleyiciye değil, en az kendisi kadar bilen izleyici için ürettiğini gösteriyor. Meshberger’e göre Michelangelo, Tanrı’nın Adem’e yani insana zekayı, aklı verdiğini, böylece insanın en iyiyi, mükemmeli planlayabilecek kapasiteye sahip olduğunu anlatmaya çalıştı. 

Vasari’nin ‘yüzyıllardır karanlığa gömülmüş olan dünyaya tekrar ışık getirmiştir’ biçiminde yorumladığı fresk, sanata, sanatçıya ilişkin algımıza da yeni bir ışık getiriyor.  Bu keşif sanatçının sadece doğanın gördüğü kısmını yorumlayabilen ya da kopyalayabilen kişi değil aynı zamanda doğanın işleyişini merak eden, araştıran ve anlayan kişi olduğunu tekrar hatırlamamızı sağlayan bir kanıt olarak heyecan vericidir.

 

Bu haber toplam 28752 defa okunmuştur
Gaile 301. Sayısı

Gaile 301. Sayısı