Sıva düşmedi, utanma duygusu buraları terk etti!
Türkiye Cumhuriyeti eski başbakan yardımcılarından Erdal İnönü’nün Türkiye Cumhuriyeti bütçesiyle ilgili çok bilindik bir eleştirisi vardı.
Türkiye Cumhuriyeti için simgesel bir değeri bulunan İsmet İnönü’nün oğlu olan ve aynı zamanda fizik alanında profesörlüğü bulunan Erdal İnönü, “Bizim bütçemizde eğitime ve bilime yeterince para ayrılmaz ve hep denir ki ‘paramız olunca bu alanlara da bütçe ayıracağız’. Ancak unutulan şudur ki; eğitime ve bilime para ayrılmadıkça zaten ülkelerin parası da olmaz.”
Erdal İnönü’nün siyasi yaşamı boyunca sık sık dile getirdiği bu gerçeklik, güçlü ekonomiye sahip birçok ülkenin hali hazırda benimsediği ve istikrarlı bir biçimde uyguladığı bir politika.
Japonya bunlardan en bilineni! 2000’li yıllarda toplam bütçesinin yüzde on ikisini eğitime ayırmış. KKTC bütçesinden eğitime ayrılan pay oransal olarak buna yakın olsa da bu bütçenin çok önemli bir kısmının maaş ve ücretlere harcandığı, yatırımlara ayrılan payın ise yok denecek bir seviyede kaldığı biliniyor.
Japonya açısından bakıldığında ülkenin en önemli doğal faktörü, yıkıcı depremlerin meydana geldiği bir fay zonu üzerinde bulunması… Ancak ailelerin çocuklarını okula gönderirken bir tedirginlikleri yok. Hem binalar bu doğal gerçekliğe göre planlanmış hem de insanlar bu gerçekliğe göre eğitilmiş. Toplum için eğitim süreci deprem de dahil olmak üzere farklı alanları kapsayacak şekilde yaşam boyu devam ediyor.
Baktığımız vakit Japonya topraklarının yüzde sekseni tarıma elverişli değil. Ülke ikinci dünya savaşından ağır bir yıkımla çıkmış ve kalkınma için sahip olduğu olanakların birçoğunu kaybetmiş. Buna karşın; kalkınma denen kavramı, yetişmiş insan gücü ve kaliteli insan yetiştirmedeki başarı olarak ele almış ve bunu başarmış!
Her yıl eğitime ciddi bir kaynak ayrılıyor. Eğitim bir bütün olarak katılımcı demokrasiyle ama ciddiyetle planlanıyor. Öğrenciler de veliler de yerel yönetimler de sürece dahil ediliyor. Elbette merkezi hükümetin belirlediği politikalar çerçevesinde.
Bu yazının maksadı Japonya güzellemesi yapıp “hadi biz de Japonya olalım” hayalciliğine kapılmak değil. Ancak öyle sanırım ki; eğitimi planlamak için öncelikle Kıbrıs Türk halkının nasıl bir insan kaynağına ihtiyacı olduğuna karar vermemiz gerekiyor. Biz nasıl insanlar yetiştirmek istiyoruz? Basit sorumuz bu!
Anlayabildiğim kadarıyla Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda kafası oldukça karışık.
Bir yandan laik eğitim modelinin benimsendiği söyleniyor ama diğer yandan gülücükler saçarak yeni bir ilahiyat kolejinin yapılması amacıyla protokol imzalanıyor. Bu toplumun böyle bir kararı mı var örneğin? Biz önümüzdeki yirmi yılda dini eğitimden geçmiş mühendislere, öğretmenlere, doktorlara mı ihtiyaç duyuyoruz? Bilgi ve iletişim çağını bu şekilde mi karşılayacağız?
Sonuç olarak, ulaşamayacağımız hedefler belirleyip bu hedeflere ulaşamadıkça toplumu bir bütün olarak demoralize etmekten bahsetmiyorum. Ancak 2023 yılının sonuna doğru gelirken, deprem olmayan bir günde çocuklarımızı eğitim alsın diye gönderdiğimiz okulların tavanı da çökmüş olmasın.
Eğitim Bakanı’nın “çöken tavan değil sıva düştü” açıklaması Japonya’da yapılmış olamazdı bile…
Ya anında özür diler istifasını sunardı ya da Japon mühendislerin başarısızlık durumunda izledikleri yolu izlerdi. İkincisinin yapılmasını hiçbir biçimde desteklemiyorum. Ancak yaşanan olayı “tavan çökmedi sıva düştü” diyerek küçültmeye çalışan bir Eğitim Bakanı’nın biraz olsun utanmasını pekâlâ isteyebiliriz. İstemeliyiz!
Belki de işe, biraz olsun utanmayı bilen veya en kötü ihtimalle özür dilemeyi becerebilen yöneticilerin görevde olmasıyla başlamalıyız.
Bana ulaşılmaz bir hedef gibi gelmedi…