Siyah-Beyaz-Gri
Yağmuru çok severim, hele fırtına, gök gürültüsü... sanki içimi, psikolojimi anlatan birşeyler buluyorum onlarda.
Kapkaralık, bazen gri ve bazen de aradan başını gösteren, sarayın mahçup kızının yüzündeki bir aydınlık gibi.
Kapkaralık içerisinde bir aydınlık görmenin mutluluğu, bir çocuğa biberonu göstermekten farksız değildir insan için.
Kapkaralık... hayatımızın değişmez rengi.
Zaten Kara; renk değil ki... o yalnızdır, tek başına... ama onurlu ve gururludur da.
Diğer renkler gibi kendine birşey karıştırmaz, en azından bir karışımdan meydana gelmez.
O karadır...
Beyaz da öyle... hangi renklerin karışımından oluşur Beyaz?
Hiçbir rengin...
Çünkü o da yalnızdır, tek başına ve gururlu...
Kara’nın ne kadar asık suratı varmış gibi görünse de, aslında yüreciği bembeyazdır.
Onun görevi bu aslında; beyazın değerini göstermek için kendini feda etmiş, Kara olmuş...
Hani beyaz da bunun farkındadır.
Bazen onunla flört eder, gönlünü alır... işte o zaman Gri’ye dönüşürler...
Gri aslında onların birleştiği, birbirleriyle oldukları, seviştikleri andır.
Gri aslında onların çocuklarıdır...
Sonra ayrılırlar, Gri hiçbir zaman sürekli olarak kendileriyle olmaz...
O yok olup gider Kara’nın-Beyaz’ın içinde.
Aslında yok olmaz.
Çünkü bir yanı Kara olur, bir yanı Beyaz...
Ama ne birlikte ne de ayrı yapabilirler onlar.
Kendilerine verilen görevleri büyüktür bu dünyada.
Onlar tüm tezatlıkların iki yakasıdır...
Onlar; biz’iz aslında.
Biz... yani insanlar!!!
Bu dünyayı çekilir ya da çekilmez hale getirenler.
Bizler; Kara’yız, Beyaz’ız.
Ve sevgilerimiz, aşklarımız, çocuklarımız da Gri’lerdir.
(Siyah-Beyaz-Gri Yazılar kitabımdan, 2003)