Siyaset “skor” mu?
Hayretle izliyorum, kimi makaleleri...
UBP'deki parti içi yarış "skor" üzerinden yorumlanıyor, demokrasi ya da haysiyet değil...
“Etik” gündem olmuyor.
"İki kere iki dört eder, Ünal Üstel kazanacak."
Toplama, çıkarma yapılıyor.
Bölünürken hepimiz…
***
İyi de memleket ne olacak?
Örneğin sabıkalı bir ismin örgüt seçimini kazanması ve halen siyasetin öznesi olması yaralayıcı değil mi?
Demokrasiyi, seçme hakkını, iradeyi yerle bir etmiş, deniz ötesi talimatla hükümet başkanı yapılmış birinin, hatırı sayılır bir kitle tarafından kabul görmesi normal mi?
Yine aynı parti delegesi değil mi, seçmediği bir insanın, zorla başkan yapıldığına tanıklık eden…
Unutalım, hazmedelim ve sorgulamayalım öyle mi?
Demokrasi sorunu bu…
Özgürlük açmazı…
Güvensizlik sebebi…
***
Polis ve yargının ayrıcalıklı muamelesiyle korunan bir zanlının, alkışlar arasında kabul görmesine dair hiç mi tepki göstermeyelim, “bu çürümenin sonu nereye varacak” diye hesap sormayalım mı?
Bir “müsabaka” gibi mi izleyeceği siyaseti, kim öne geçti, golü kim attı, skor ne diyerek, öyle mi?
Hakem satın alınmış, oyuna şike karışmış, saha lağım çukuruna dönmüş ama biz yalnızca tabelaya bakacağız.
Belki de o nedenle bu haldeyiz.
Gözüm, kulağım “özerk yönetim” eylem planında
Adanın kuzeyinde elektrik enerjisi üzerinde büyük rüşvetler döndüğü sır değil.
İhaleler hep şaibeli...
Şimdi artık ihale de yok!
Pek çok uzman, teknisyen, mühendis "bu yakıt kirli" diyor.
"Bu yakıt kötü..."
İhalesiz alımlar sürüyor yine de...
Öyle böyle paralar değil ortada dönen...
Milyon dolarlar...
Usulsüzlük dosyalarında da böylesi rakamlar var zaten…
Hepsini halk ödüyor.
Hepsini yoksul, varlıklı, işçi, yatırımcı, köylü, kentli, turizmci, çiftçi herkes ödüyor.
***
Biz üç meseleyi konuşuyoruz genelde...
"Elektrikler kesildi."
"Faturalar kabardı."
"Kara duman."
İşin asıl boyutu perde gerisinde bu işten nemalanan, zenginleşen, kaymağı höpürdeten kişilerdir.
En büyük "bütçe"den söz ediyoruz!
Para musluğu öyle böyle değil...
***
AKSA'yla yapılan yeni anlaşma tam bir eşitsizlik, adaletsizlik, peşkeş örneğidir.
Peki, ne olacak?
İşte burada muhalefete de önemli görevler düşüyor.
"Biz geleceğiz ve bu oyun bozulacak" denmeli açık açık...
***
Eylemler, sloganlar, direnç, kararlılık hepsi önemli ancak gözüm, kulağım "özerklik"le ilgili yapılan çalıştayın sonuçlarında...
Güçlü bir referansa, yeni bir organizasyona, sürdürülebilir bir kuruma ihtiyaç var.
Bu rezillikle belki 50 yıldır yaşıyoruz.
74'ten 94'e kadar elektriği güneyden aldık, üretmedik.
Elektrik üretimi yapılmayan kurum çiftliğe dönüştürüldü.
20 sene boyunca halktan topladıkları parayı iç edenler yargılansaydı eğer tüm bunlar başımıza gelmezdi.
Düşünsenize, elektrik enerjisini üreten ve paylaşan güney Kıbrıs'a tek kuruş ödeme yapmadılar.
Enerjiyi ücretsiz aldılar, halka fatura ettiler.
Tam bir "dolandırıcı" gibi davrandılar.
Ama bunun bedelini ödemediler.
***
Yüksek sesli eylemleri, sloganları, pankartları ve sosyal medya paylaşımı anı fotoğraflarını bir dayanışma gösterisi olarak önemsesem de çözüm üretmediğini yaşayarak öğrendim.
O nedenle “Özerklik Çalıştayı” sonucu çıkacak eylem planı ve yasa önerisinde gözüm, kulağım, dikkatim…
Sorunların çözümü için plana, projeye, samimiyete, kararlılığa ve iradeye ihtiyaç var.
Bir de ada yarısını uluslararası toplumun dışında tutan bu statükoyu yıkmaya elbette…
Sömürge artığı bu düzenden kurtulmalıyız.
“Hiçbir şey olmaz” dedikçe
Bir grup şuna inanıyor, “Türkiye’yi ikna etmezsek değişim olmaz.”
Bir başka grup, “Bu iş bitti” diyor, “Kıbrıs’ın kuzeyi artık Kıbrıs değil ve buraları Türkiye yönetiyor.”
Her durumda şikayetçi olan ancak değişim için hiçbir önerme ortaya koymayan ve kimseleri de beğenmeyen ayrı bir grup var.
Bilerek ya da bilmeyerek “statüko”nun en güçlü kollayıcısı da onlar!
***
Önce “kendimizi” ikna etmemiz gerekiyor sanırım, bu düzeni değiştirebileceğimize…
Türkiye buralarda Kıbrıslı Türklere rağmen adım atamaz!
Üstüne basamaz buradaki toplumun…
“Güç” de bir yere kadar!
Kendimize güvenimizi kazanmalıyız yeniden ve öznenin Kıbrıslı Türkler olduğunu görmeliyiz.
Son dört senedir en ağır müdahaleleri yaşamışsak, yine burada, birileri “razı” olduğu içindir.
Eğilip büküldükleri, müdahalenin sırtını sıvazladıkları, talimatı öpüp alınlarına koydukları için irademizi yitirdik.
***
“Hiçbir şey olmaz” söylemi aslında çoğunlukla bu düzene razı olma halini gösteriyor.
Çünkü değiştireceğinize dair bir inancınız, eyleminiz, çözümünüz, formülünüz yoksa böyle gelmiş, böyle de gidiyor.
“Organize kötülük” karşısında kendi fırsatını kollayan, sırasını bekleyen, işini gören bir “bireycilik” köpürüyor.
***
“Hiçbir şey olmaz” dedikçe daha fazla kaybediyor, çürüyor, eriyoruz.
Gençler daha fazla göç ediyor bunu kabullendikçe…
Çok daha maskeli yaşıyor, kurulu düzenin bir yerine ilişerek, biraz da kolaycılıkla, kuşatıldığımız çıkmazı meşrulaştırıyoruz.
Bir nevi sorunlardan kaçmanın alfabesine dönüşüyor “hiçbir şey olmaz” söylemi…
***
Kendimize güvenirsek, samimi olursak, kararlılık ve cesaretle hareket edersek, kapasite sahibi ve dürüst insanımızın yanında durursak, liyakat ve bilgiye değer verirsek olur, olmalı…
Yaygın moral bozukluğu, aşırı güvensizlik, kendimize yabancılaşma ve hayal kırıklıkları döngüsünde çoğalan öfkemiz hepimizi dibe itiyor.
Önce kendimizi ikna etmeliyiz sanırım…
“Nasıl olmaz” üzerinde dertlendiğimiz ve uzlaştığımız yeter…
Ayağa kalkmak için harekete geçmeliyiz.
“Varız” diyorsak, bunu göstermeliyiz.