“Siyaset Yapmak”
Neredeyse her gün, yazılı ya da görsel basında karşılaştığımız ilginç bir durum var.
Esas görevi siyaset yapmak olanlar ve bu amaçla kamu bütçesinden maaş alanlar ‘siyaset yapmayı’ ayıplıyorlar.
Garipsememiz gereken bir durumla karşı karşıyayız.
Seçilme nedenleri ‘siyaset yapmak’ olan milletvekilleri birbirlerini ‘siyaset yapmak’la suçluyorlar.
Başbakan bile bir kararını duyururken ‘ben siyaset yapmıyorum’ diyor.
Bir başbakan ya da bir bakan parmağıyla işaret ettiği bir muhalefet milletvekiline ‘senin işin gücün siyaset yapmak!’ mealinde yükleniyor.
Sadece iktidar muhalefeti değil, muhalefet de iktidarı ‘siyasi davranmakla’ suçluyor.
Neredeyse, parti siyasetinin içinde olan herkes ‘siyaset yapmadığına’ yemin ediyor.
Peki ‘siyaset yapmak’ bu kadar ayıplanacak bir iş mi?
Toplumda siyasete güven azalmış olabilir ya da toplum yapılan ‘siyaseti’ eleştirebilir.
Siyasetçilerin ya da siyasal kurumların aldığı kararları, tercih ve eylemlerini benimsemeyenler önemli bir sayıya ulaşmış olabilir.
Siyaset kurumuna dönük bu güvensizliği ortadan kaldırmak yine siyasetçinin görevidir.
Aksi halde o ‘siyasi’ makamları işgal etmenin bir anlamı olamaz.
Anlaşılan, ‘siyaset kurumu’nun güven kaybı siyasetçileri oldukça etkilemiş.
Kimse ‘siyasi’ görünmek istemiyor.
Ama siyasetçinin siyasetten kaçınması mümkün değildir.
Bir başbakan ya da bakan, parti başkanı ya da bir milletvekili ‘siyaset yapmak’ zorundadır.
‘Siyaset yapmak’ için aday olup seçim kampanyası yürüttünüz.
Halk sizi ‘siyaset yapmak’ için seçmiş.
Toplumu ilgilendiren konularda siyasi kararlar alıp uygulayacaksınız.
Yani işinize geldiği zaman ‘ben bakanım’, gelmediği zaman da ‘gıda mühendisiyim’ diyemezsiniz.
Zaten siz kabul etmeseniz de her adımınızda ‘siyaset’ yapıyorsunuz.
Önemli olan yaptığınız siyasetin hangi tercihleri yansıttığı, kimin çıkarını kolladığı, topluma ne kazandırıp ne kaybettirdiğidir.
O nedenle demokratik bir ortamda siyasetçinin dürüst ve şeffaf davranması beklenir.
Toplumu ilgilendiren konularda siyasi tercihlerini anlaşılır bir şekilde açıklamaktan kaçınamaz siyasetçi.
Demokrasilerde siyasetçinin toplumsal sorunlarla ilgili düşünce ve eğilimlerini halka açıklayıp verdiği kararların sorumluluğunu üstlenmesi esastır.
Yani siyaset yapmak olağan bir faaliyettir!
Şimdi bir temel konuda farklı siyasi tercihlerle karşı karsıyayız.
Salgın hastalık nedeniyle, içeride yeşil hat üzerinden güneye açılan geçiş noktaları ve dış dünya ile olan çıkış kapılarımızı kapatmıştık.
Şimdi bunların yeniden açılması konusu tartışılıyor.
Bu konu elbette en başta siyasi bir içeriğe sahiptir.
Mesela eğer iki toplumun ortaklığını öngören bir çözümden yana değilseniz…
Ya da ‘onlar güneyde, biz de kuzeyde kalalım, en iyisi bölünmektir’ diyorsanız, siz doğal olarak siyaset yapıyorsunuz demektir.
Tersini söylemek de siyaset yapmaktır.
Gerek yeşil hat üzerindeki barikatların gerekse Türkiye ile olan deniz ve hava ulaşımının yeniden normalleştirilmesi hakkında iki temel siyasi eğilim öne çıkmıştır.
Birinci eğilim, Kıbrıs’ın hem kuzeyinde hem de güneyinde salgının kontrol altına alındığı saptamasını yapıyor.
Bu nedenle toplumlararası etkileşimin artık mümkün olduğunu, yeşil hat üzerindeki barikatların kademeli olarak aralanması gerektiğini söylüyor.
Ayrıca Türkiye’de salgın hastalığın hala daha kontrol altına alınamadığı ve bu nedenle Türkiye’den yapılacak girişlerin karantinasız olamayacağı tezini ileri sürüyor.
Sadece ileri sürmekle de kalmıyor.
Bunun ötesine giderek, bu tezleri destekleyen bilimsel verileri, sağlıkçıların ve sağlık bilimcilerin bulgularını kullanıyor.
İkinci eğilim ise güneyle iletişimi sınırlamayı ve ertelemeyi öngörürken, Türkiye’den yapılacak girişlerin 1 Temmuz 2020 tarihinden sonra serbest bırakılmasını öngörüyor.
Yani eğer bu ikinci eğilim ağır basarsa, Türkiye’den yapılacak kontrolsüz girişlerin Kıbrıs’ın kuzeyinde yeni bir salgın dalgasına yol açması çok güçlü bir olasılıktır.
Yani kamu sağlığı tehlikeye atılacaktır.
Bu tehlikenin varlığını anlamak için TC Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaları okumak bile yeterlidir.
Her iki eğilim de siyasidir ve belirli tercihleri yansıtmaktadır.
Ama birinci eğilim, duruşunu bilimsel verilerle şekillendirirken, ikinci eğilim ‘Türkiye olmadan asla!’ diyor.
Yani bu ikinci eğilimin siyasi tercihi kamu sağlığını gözetmiyor.
Şimdi, şeffaf, verdiği kararların sorumluluğunu üstlenebilen, ‘ben siyasetçi değil filancayım demeyen’ ve kamu sağlığını gözeten bir siyasetçi tipine ve siyasi anlayışa ihtiyaç vardır.
Zaten siyasal yaşantımızın en temel eksikliği de budur.