Siyasete Dair...
Bu küçük adada siyaset yapmak zordur. Bırakınız siyaset için gerekli ideolojik formasyonu; günlük olarak hem Türkiye’nin siyasal, ekonomik ve sosyal süreçlerini hem de güney Kıbrıs’ı sürekli birebir izlemeyi gerektirir şartlar. Az gelişmiş sosyo-ekonomik yapısı ile doğrudan etki altına alınma potansiyeli taşıyan adanın kuzeyine dair kapsamlı siyaset ve günlük refleksler bu bağlama oturmadığı sürece eksik kalır düşüncesindeyim.
Kuzey Kıbrıs’ın güneyinden ve kuzeyinden gelen siyasi dalgaların, hakimiyetçi özü çözümlenmediği, bunların ortadan kaldırılmasına dair stratejik öngörüler ise günlük pratikte öldürüldüğü ölçüde, özelde sol siyaset gerçeği terk edip, algı dünyasında huzura dalar…
Neo-liberal tahakkümün zorunlu ve mutlak kılıp dayattığı tekçi akılların da etkisi ile ideolojik yapıların geriye itilmeye çalışıldığı günümüzdeki sol siyaset dünyası, yeni toplum modelleri üretmek ve bu modeller üzerinden hayata dokunmaktan uzaklaştı. Biraz da işin kolayına kaçarak neyin, neden olamayacağı ya da olmaması gerektiği üzerine kurulu, alternatif bütünlükten ve kurucu özden yoksun, salt karşı hegemonya ya da karşı siyasi söylem üretmek üzerinden varlığını korumaya çalışıyor. Siyasetin temeli olan dönüştürücü ve kurucu boyutun yerini salt karşı çıkışlara bıraktığı alanlarda, topluma dönük etkin ve verimli sonuçlar üreten sosyo-ekonomik değişimlere ve stratejik siyasi hamlelere imkan tanınamayacağı ise ortada. Maddenin doğasına aykırı…
Bu iki yaklaşımın farklılığı, siyasetin üretildiği somut durum ile özgün şartların yok sayıldığı ve nitelikli siyasi tartışmaların olmadığı ortamlarda diyalektik bir etkileşimle etkin bir yeni siyaset kapasitesi oluşturamayacağı da bir diğer gerçek. Oluşturmuyor.
Artık siyasi içeriği yoğun tartışmalar yerine, dönemin ruhuna uygun, salt yeni filozof, düşünür isimlerinin yer aldığı vurgular ve düz göndermelere tanıklık ediyoruz. Sadece bununla da kalmayıp, tarihi, toplumsal mücadeleyi ve değişimi diyalektik bir süreç olarak değil, bulunulan konum ve bağlama sıkıştırıp, bunun üzerinden alıp sonuç üretme, üretilen şeyi ise mutlak doğru olarak sunma naifliği ile “duruş” yakalanmaya çalışılıyor. Oysa ki, güne teslim olan aklın meseleye dair bütünü kavramadan anlam üretemeyeceği bir diğer basit gerçek.
Kıbrıs tüm bunlar içerinde, siyaset için daha da zorlu bir alan. Kuzey - Güney düşünsel birikim üretecek bir kapasiteyi ve özgünlüğü yeterince ortaya çıkaramamış, polemik kültürü olmayan, olmadığı için dinamik düşünsel devingenliği yakalayamayıp kısır şartlar altında memleket kurtarma sevdasına dönüştüren bir diyar bizim burası.
Düşünsel değerler üzerinden siyaset üretmek, ortaklaştırmak ve bunun üzerinden hareket örgütlemek yerini çoktan kişisel serüvenlere bırakmış vaziyette. Duyguların hakimiyeti altında kişisel ikbal arayışı ile hırslar ne yazık ki, ortaklaştırılacak bütünlüğünü çoktan ezip geçmiş durumda. Bu noktada anlam yerini anlamsızlığa, düşünce yerini farklı öznel yaşam tercihlerine, ortaklaşma yerini bireyci hırslara terki diyar eyleyerek, profesyonel siyaseti bir mesleğe, bir varoluş biçimine dönüştürüyor. Siyaset, dönüştürme söyleminden, kişinin varoluş sorununa indirgeniyor. Siyasi statü bir varoluşu, düzeyi ise kişinin varlığına dair bir değerlendirme olarak algılanıyor ve o yoksunluk ortamında siyasi hayatın amacı, anlamı çatışmaya ve kişisel savaşa çoktan terk edilmiş oluyor.
Elbette ne için siyaset, neden siyaset sorularını yanıtsız bırakan aktör için bunlar. Tarih ve diyalektik dünyasından geçenlerin derdi bu bağlamdakilerden çok daha farklı.
Türkiye ve güney Kıbrıs boyutları, ya da Kıbrıslı Türklerin tarih, kimlik, toplumsal varoluş, sol değerler ve Federal Kıbrıs bağlamları gözetilerek atılan veya sarf eylenen adım ve sözlerin, sorgulanmadan anında olumsuzlanarak yargılanması ve sosyal bir algı operasyonu ile canavar gibi karşınıza çıkarılması da Kıbrıs siyasetinin esasıdır.
Bu kadar gerileyen, kişiselleşen ve nefret dili üreten bir kültürle karşı karşıya kalmak üzücü ama gerçek. Siyasetimiz bu durumda.
Kurtuluşu yukarda biraz anlatılmıştır aslında !