SİYASETİN ‘BÜYÜK HESAPLARI’
15 yıl sonra Lefkoşa’dayım. Bugün yaşım 33, o zaman 48 yaşındayım.
Oğlum Lefkoşa’da ilkokula gidiyor. Ders çıkış saati memur çıkış saatine denk geldiği için genelde yola bir saat erken çıkıyorum. Yine de ucu ucuna yetişip okulundan son dakika alabiliyorum oğlumu. Her seferinde ödüm kopuyor tabii. Ya çıkınca beni bulamazsa, ya etrafta dolanırsa, ya başına bir şey gelirse diye stresli bir şekilde sürüyorum arabamı.
Her hafta sonu ailecek Güney Lefkoşa’ya, Athalasa Kent Parkına gidiyoruz. Gölün yanına yürüyor ve çimlerin üzerinde piknik yapıyoruz. Ardından da Metehan Sınır Kapısından uzunca bir kuyruk bekliyoruz tabii. Çünkü bizim gibi güneydeki Lefkoşa’ya “kaçan” çok Kıbrıslı Türk var hafta sonları.
Bazı haftalar oğlumla sadece ikimiz güneyde Kanlıdere’ye gidiyoruz. Bisikletlerimizi arabanın arkasına asıp Lokmacı kapısına kadar arabayla gidiyoruz ilk önce. Doğrusunu söylemek gerekirse oğlumun bizim tarafta bisiklet sürmesinden çok tedirgin oluyorum. Standartları olmayan bu yollarda basılacak diye ödüm kopuyor. Yolun içine boyanmış sözde “bisiklet yollarının” ne kadar tehlikeli olduğunu çok iyi biliyorum çünkü.
Lokmacı kapısını geçtiğimiz andan itibaren Güney Lefkoşa’nın güvenli bisiklet yollarına varıyoruz. Oğlum önde, ben arada Kanlıdere’ye kadar gidiyoruz. Kanlıdere Bisiklet Yollarının güneydeki adı Pedieos River Parkuru. Şehrin bir ucundan başlayıp diğer ucuna kadar ilerliyor. Şehrin içinde bir nehir eşliğinde, oğluma bisiklet sürmeyi öğrettiğim bu yollarda Lefkoşa’nın hayal ettiğimiz tadını çıkarıyoruz.
Bugün Cuma olduğu için henüz arabadayız tabii. Oğlumla birlikte eve dönüş trafiğinde beklerken hafta sonu planlarımızı yapıyoruz. “Pedieos’a mı gideriz baba, yoksa Athalasa’ya mı?” diye soruyor.
Sonra aniden bir soru daha ekliyor oğlum.
“Baba” diyor “Güney Lefkoşa bu kadar güzel de… Kuzey neden bu kadar şey?”
“Ney?” diye soruyorum.
“Şey işte… köy gibi.” diye cevap veriyor.
Boğazım düğümleniyor. Ne diyeceğimi şaşırıyorum.
“Siyasetin büyük hesapları yüzünden babam” diyebiliyorum ancak.
“Nasıl yani baba?” diye ısrar ediyor.
“Her dönem ya bir belediye başkanının başbakan olma hırsına, ya bir diğer belediye başkanının parti başkanı olma hırsına, ya bir cumhurbaşkanı seçimini etkilemeye, ya da partilerin hükümette kalma hırsına kurban ettiler de ondan” diyorum oğluma utanarak.
“İyi de, neden izin verdiniz buna baba?” diye kızıyor. “Neden böyle küçük hesaplara kurban ettiniz şehrimizi?”
“Denedik oğlum” diyorum, “Denedik ama beceremedik” diye çıkışıyorum.
O da “Demek ki yeterince deneyememişsiniz baba!” diye bana çıkışıyor.
Söyleyecek laf bulamıyorum. Oğlum haklı. Yüzüm düşüyor ama verecek bir cevabım yok, susuyorum.
“Baba” diyor. “Sizi kandırmış olabilirler ama ben büyüyünce bu ülkede yaşamayacağım. Ben de güneydeki gibi bir ülkede hayatımı geçirmeyi hak ediyorum” diye ekliyor oğlum.
Kızamıyorum bile, aksine oğlumla ilgili yaşadığım endişelerin üzerine bir endişe daha ekleniyor. Ya çocuğum ülkeyi terk eder ve onu sadece her 2-3 senede bir bayramlarda yapılan ziyaretlerde görürsem?
Sessizce içimden geçiriyorum: “İyi ki Güney Lefkoşa var da belki oğlum büyüyünce bu ülkeden göç etmez.”
Özellikle yurt dışındaki Kıbrıslı Türklerin bu ülkeye dönmesinin gündemde olduğu bugünlerde kendimizi sorgulamamız gereken bazı konular var.
Yaşadığımız sokakları, şehirleri ve ülkeyi iyileştirmeden bu söylem pek de mümkün değil.
Bunu başarmanın yolu da artık bu sokakları, bu vizyonları, bu hayalleri siyasete kurban etmemekten geçiyor.
Mazeretimiz yok, çünkü ileride çocuklarımızın yaşamasını hayal edeceğimiz kadar güzel şehirleri inşa etmek ZO-RUN-DA-YIZ.
Bunu da ancak istekle, iradeyle ve bolca da vizyon ile başarabiliriz.