Siyasetin güler yüzü… Dr. Sibel Siber
Siyasetin güler yüzü… Dr. Sibel Siber
Stella Aciman
Dr. Sibel Siber… KKTC’nin ilk kadın Başbakanı ve 2. Kadın Meclis Başkanı! Siyasetin temiz, dürüst ve güler yüzü… Başka söze gerek var mı?
Siber özel yaşamından, mesleğine, ailesinden siyasete kadar sorduğumuz soruları yine temiz ve güler yüzüyle yanıtladı.
***
“SİYASET EKMEK SU GİBİ…”
Uzun bir eğitim, ardından bir evlilik ve çocuklar… Doktorluk ve siyaset… KKTC’nin ilk kadın başbakanı ve şu anda 2. Kadın Meclis Başkanı… Gençlik hayallerinizin arasında bu günleri görmek var mıydı?
Bulunduğum her ortamda -ki buna akademik ortam da dâhil- hep en iyisini yapabilme arzum vardı her zaman. Her zaman çok disiplinli olmuşumdur. İstanbul Cerrahpaşa’dan arkadaşlarım benim Başbakan olduğumu öğrendikleri zaman bana şöyle bir mail attılar, “Sibelciğim sen sınıfımızda profesör olmaya aday 3-5 kişiden biriydin, çok akademiktin. Profesör olmadın ama Başbakan oldun.”
Neden siyaset?
Siyaset sizin de gözlemlediğiniz gibi Kıbrıslıların ayrılmaz bir parçasıdır, yani ekmek su gibi siyasetle doğup, büyüyoruz. Tabii Ada’nın kendi şartlarından doğan bir özelliği de var. Kıbrıs dediğinizde insanlara sorun çağrıştırıyor. Bu iki kelime adeta birbiriyle özdeşleşti. İşte bizler böyle bir ortamda doğup büyüdüğümüz için farklı konular bile olsa yine bir köşesinden siyasete döneriz. Merkezinde insan olan bir mesleğin içindeyim. Bir doktor olarak ve biraz da kişisel yapımdan dolayı insanları sadece hasta olarak görmedim. Toplumun sosyolojik durumunun getirdiği travmaların yönünü de düşünerek hastalarımla hep iç içe oldum. Dolayısıyla her hasta veya hastanın yaşadığı sorun sonunda döndü dolaştı ve ülkemizin gerçeklerine dayandı. Birçok hastalık stres kaynaklıdır. Ülkede bu kadar yıldır yaşanan adalet duygusunun yerine getirilmemesinin insanlarda çok büyük travmalar yarattığını gördük.
Bu toplum nasıl bu kadar erozyona uğradı?
1974 çok büyük bir travma oldu bu toplum için. 1974 yılından sonra bir ganimet paylaşımı yaşadı bu toplum. O paylaşımda da tabii ki adaletsizlik oldu. Güneyde çok mal kaybeden kuzeyde alamadı, bir şey bırakmayan aldı. Bu durum, toplumda bir takım değer yargılarını erozyona uğrattı, emeğin değeri kalmadı. Emek veren, çalışan kazanamadı. Siyasete yakın olan, siyasetçinin çevresinde olanlar kazandı. Dolayısıyla biz emeği sürekli erozyona uğrattık. Yani insan kaynaklarına değer vermedik. Sosyal adalet duygusu yitirildi, kişiler kendini eşit vatandaş olarak görmedi. Bazıları daha avantajlı vatandaş, bazıları da hiçleştirilmiş vatandaş oldu. Bu zedelenmiş adalet duygusunun toplumda yarattığı travma sanırım çok büyük.
“ÜZERİMDEKİ GÖZLER”
KKTC’de ilk kadın Başbakan oldunuz. Neler hissettiniz?
Halkım ve üç siyasi parti beni bir kadın Başbakan olarak göstererek onore ettiler. Ben bu görevi kabul ederken ülkenin ilk kadın Başbakanı olarak tüm gözlerin üzerimde olacağını biliyordum ama özellikle kadınlarımızın gözleri üzerimde olacaktı. Dolayısıyla büyük bir sorumluluk yüklendiğimin farkındaydım ama ülkenizi, halkınızı seviyorsanız, güçlü bir adalet duygunuz varsa kendinizi de iyi yetiştirdiyseniz ve bilirkişilerden görüş almanın, danışmanın sizi yücelttiğine inanıyorsanız, bunları bir araya getirdiğinizde başarmamanız için hiçbir sebep yoktur. Yeter ki temiz, dürüst ve halkını seven, görevinin bilincinde olma duygusunu taşıyalım. Devletin en üst kademelerinden birindeysem ve bu halk benden hizmet bekliyorsa bundan daha onur verici bir duygu olamaz. İnsanımıza yapacağınız yaşam kalitesinde en ufak bir iyileştirme, yüzlerdeki mutlu bir ifadenin dönüşümünün yaratacağı katkının yerini sanırım hiçbir şey alamaz.
Okumak mı, evlilik mi, annelik mi, doktorluk mu, siyaset mi… En çok hangisi zorladı sizi?
Siz hepsini sayarken aklımdan hepsinin ne kadar zor olduğunu düşündüm. Tabii ki benim çok ağır sorumluluk isteyen bir mesleğim var. Ben çok çalışan bir doktordum, dolayısıyla o dönemlerde ailemin çok desteğini gördüm. Annem çocuklarımla çok ilgilendi. O olmasaydı çok zorlanacaktım. Zaten bir kadının mesleğini en iyi şekilde yapabilmesi, çok iyi bir anne ve eş olması, desteği olmazsa çok zor. Ben 24 saat telefonlarımın durmadığı dönemler yaşadım. Sabah sekizden akşam sekize kadar hiç başımı kaldırmadan hastalarımla ilgilendim. Bu arada çocuklarımla annem ve eşim ilgilendi.
Çocuklarınıza yeterince zaman ayıramamanın ezikliğini hissediyor musunuz?
Maalesef onlara yeterince zaman ayıramadım ve bunun ezikliğini hissediyorum tabii ki. Büyük kızım okumayı yeni öğrenmişti. Bir sabah henüz uyanıyordum ki, bir baktım ayağında minicik terlikleriyle odama girdi. Gözümü açmadım ve ne yapacak diye izlemeye başladım. Elindeki küçük kâğıtçıkları yastığımın altına sıkıştırıp, gitti. O gidince kâğıtları açtım, kargacık burgacık yazısıyla, “anne, beni hastalarını sevdiğin kadar çok seviyor musun?” yazıyordu kâğıtta. Hala bu anımı anlatırken gözlerim dolar. O zaman bu sözler beni çok düşündürmüştü çünkü hep bir telaş ve koşuşturma içindeydim. Maalesef gençliğimizde hep bunu yapıyoruz, zaman hızla akıp geçiyor ve çocuklar da o arada büyüyor. Çocuklarım o yoğun dönemlerimizi yaşadılar ve bunun neticesinde maalesef doktorluk mesleğini seçmediler. Bana, “anne biz çocuklarımıza daha çok zaman ayırabileceğimiz bir meslek istiyoruz” diyorlar. Tabii bunun altında yatan bir sitem var.
İNSAN SEVGİSİ
Hitabet diliniz çok etkileyici; insanları bir anda etkiniz altına alabiliyorsunuz. Bu konuda özel bir ders aldınız mı, yoksa doktor olmanızın size kazandırdığı bir nitelik mi bu?
Sanırım doktorluktan gelen bir nitelik olsa gerek. İnsan sevgim çok fazla… Dışarılarda koşan, oynayan bir çocuk olmadım. Sürekli insanları dinlerdim. Özellikle yaşlılarla çok iyi anlaşıyordum. Çok iyi hatırlıyorum, yaşlı bir komşumuz vardı, Fezile Abla… Çocuğu yoktu, fırsat buldukça ona giderdim oturmaya. Bana eskileri anlatmasını isterdim.
Nasıl bir çocuktunuz?
Çok kitap okurdum ve yazmayı da severdim. Babam bana ilkokul ikinci sınıfta bir büyük ajanda hediye etmişti. Babama, “ben buna ne yazayım?” diye sormuştum. Bana, “ne istersen yaz” demişti. Hiç unutmuyorum, “roman yazsam olur mu?” diye sormuştum. Ve ben büyük bir ciddiyetle her gün o deftere bir şeyler yazdım. Bizim yazlık evimiz Larnaka’daydı. O evde babamın kitaplarının, yazı masasının olduğu bir oda vardı. Her gün yazdıktan sonra defteri o masanın çekmecesine koyuyordum. Bu roman 1974 yılına kadar devam etti. 1974’ten sonra Larnaka’ya gidemedik tabii ki… O deftere muhtemelen günlük anılarımı yazıyordum. O defter orada kaldı, en çok üzüldüğüm çocukluk anımdır bu. Çünkü o yazılar benim çocukluğumu, o zamanki duygu ve düşüncelerimi yansıtan bir anı defteri olacaktı.
Erkek egemen bir mecliste bu hitabet tarzınız, o kavgalı, gürültülü ve küfürlü ortamı değiştirecek güçte mi?
Görevi aldığım gün yaptığım konuşmada bu konuyu da vurguladım. Gerçekten çok rahatsız edici… Milletvekili olarak bizler artık kendi soyadlarımızı değil toplumu temsil ediyoruz. Dolayısıyla bizler bu tarz konuşmalardan uzak durmalıyız çünkü bizi toplum izliyor ve bu toplum bunu istemiyor. Meclisteki dil temizliği çok önemli ve buna tüm arkadaşlarımın uyacağına inanıyorum.
FARKLI ALGI
Halkın çoğunluğu teknokrat hükümetin devam etmesinden yanaydı, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Siyasetin halk üzerinde yarattığı olumsuz etkiler… Yani toplumda maalesef siyasete ve siyasetçiye güven çok aşağılara inmiş durumda. Dolayısıyla bizim teknokrat hükümetimizin halkımıza verdiği güven farklı bir algı yarattı. Ben Başbakanlığı Cumhurbaşkanı’ndan aldığım gün yaptığım konuşmada; halkımızın siyasete ve siyasetçiye ve hükümetlerine güven duygusunu yeniden oluşturacak bir hükümet modeli olmasını ve bundan sonraki hükümetlerin de bu modeli kendilerine örnek alması şeklinde bir dileğim ve isteğim oldu. Kabinede önce bir takım ruhu oluşturduk ki bu çok önemlidir. Çünkü birbirini tanımayan insanlarla bir bağ oluşturmak ve hedefe kilitlenmek önemliydi. Halkımız bize, ‘maddi ve manevi varlıklarımı sizlere bir müddet için emanet ediyorum’ dedi. Bizler orada tamamen partilerin dışında bireyler olarak var olmalıydık. Hepimizde var olan hedef halka hizmetse oraya kilitlenip icraat yapmamız gerekiyordu. Bu konularda fikir ve duygu beraberliğini sağladık. Büyük bir istek ve azimle, dürüstlükle, adalet duygusuyla işe koyulduk. Hemen hemen tüm aldığımız kararlarda hukuk dairesinden görüş aldık. Çünkü aldığımız her karardan yüzde yüz emin olmamız gerekiyordu. O savcılara da çok teşekkür ediyorum çünkü büyük bir istekle çalıştılar, çok süratle onlara gönderdiğimiz dosyaların raporlarını bize gönderdiler. Ben inanılmaz mutluyum. Bu yürekten gelen hizmet anlayışını halkımız konuşmalarımızdan, gözlerimizden, yaptığımız icraatlardan anladı. İnanın çok yorulduk ama gazetede çıkan bir köşe yazısı, yolda bizi gören bir vatandaşımızın söylediği güzel sözler, açılan bir telefon, gönderilen bir e-mail bizleri inanılmaz mutlu ve motive etti.
Elinize bir sihirli değnek versem, “bu değnekle Kıbrıs’ta sadece üç şeyi değiştirebilirsiniz” desem, neleri değiştirirsiniz?
Kıbrıs’ın en önemli sorunu çözümsüzlük, yani barış… Bu birincisi! Adalet duygusunu tekrar bu topluma kazandırma… Bu ikincisi! Yaşam kalitesi kriterleri vardır; bu kriterleri sihirli bir değneğin dokunuşuyla gerçekleştirmek ve mutlu insanlar görmek… Bu da üçüncüsü!
Yazarlığınız dışında ne gibi hobileriniz var?
Gezmeyi çok severim. Doğayla iç içe olmayı çok severim. Şehir şehir gezmeyi değil de, bir şehirde kalıp orada o şehrin insanlarıyla yaşamak isterim. Bu sene hiç tatil yapamadım, denize de iki defa girebildim. Ama önümüzdeki bayramda kısmet olursa ilk defa Uzakdoğu’ya gideceğiz.
“SİBEL, GEL BİR KAHVE İÇELİM…”
Bu yoğunluğun içinde doktorluğa devam edecek misiniz?
İşte şimdi bu çok büyük bir sorun oldu. Bir dükkânın kapısına kilit vurup çıkarsınız ama doktorluk böyle bir meslek değil. Benim 30 yıllık hastalarım var. Bu zaman içinde aranızda öyle bir bağ oluşuyor ki o kişilerle… Mesela o kişiye, “ben gelemiyorum, bir başka doktor arkadaşa göndereyim…” diyorum. “Hayır, gidemem!” diyor. Çünkü siz o hastanın sadece hastalığını tedavi etmiyorsunuz, o hastayla ayrı bir iletişiminiz var. “Buraya hasta giriyorum ama iyileşmiş çıkıyorum” diyor mesela ki, çoğu doktora olur bu. Sizin ona söylediğiniz güzel bir sözcük veya verdiğiniz güven duygusu o hastaya moral oluyor. Dolayısıyla hastalarıma mümkün olabildiğince zaman ayırmaya çalışıyorum.
Dr. Sibel Siber Kıbrıs’ın en çok nesini sever?
Benim kliniğimin camı açıktır. Oturduğum yerden karşı komşumu görürüm. Hastam yoksa karşıdan bana, “Sibel gel bir kahve içelim…” der. Memleketimizin hısım, akraba, eş, dost hali en çok sevdiğim yanıdır. Buralarda hiç yalnız değilsinizdir. Yalnızlık duygusunu yaşamıyorsunuz, başınızı yaslayacağınız, derdinizi anlatacağınız birileri hep vardır burada.