Siyasetin kara delikleri…
28 Haziran’da gerçekleşecek “Crans Montana görüşmesi” müzakere tarihi açısından önemli bir aşama olmasına rağmen, tarihin gidişatını değiştirecek kadar güçlü ortak iradeyi yansıtıp yansıtmayacağı konusunda emin değiliz; hep birlikte göreceğiz…
Kıbrıs sorununun özellikle yönetici elitlerde ciddi bir yorgunluk yarattığı görülmektedir. Bu yorgunluk, siyasetin gücü ve mücadelenin sürekliliği açısından ciddi bir handikap aslında. Neredeyse, eğer sonuç alınamazsa “dükkanı kapatma”yı konuşan çevreler var. Elbette isteyen dükkanını kapatabilir ancak, yorgunluktan ve kısmen sözde çaresizlikten kaynaklanan sert ve kırılgan siyasi yaklaşımların yaratacağı tahribatın sonucunu kabullenmek mümkün mü ?
Bu yaklaşımın peşi sıra ortaya çıkabilecek katastrof’a dönük olarak, ertesi günün sorusu olan “ya şimdi ne yapacayık?”ı yanıtlayabilecek olan var mı? Varsa buyursunlar…Eğer yoksa bu kadar kırılgan ve sert bir tavır geliştirmeye kimin ne hakkı var ?
Belli bir uçuş limitinin ardından, arıza çıkarmamasına rağmen emekliye ayrılan uçakların “metal yorgunluğu”ndan bahsedilir. Ben, bizdeki yönetici elitlerin tavrını buna benzetiyorum. Metal yorgunu oldu yönetici elitlerimiz…
Siyaset bütünlüklü veya kısmi düzeyde çözüm üretme meselesidir. Toplum siyasetten bugün ve yarına dair gelişme, ilerleme, refah ve bunun için de değişim, dönüşüm iradesi, programı bekler. Proje, program, kadro vs tüm bunlar aslında işte bu dönüşümü sağlayacak ortak iradeyi yansıtması bakımından önemli konulardır.
O yolda yürürken, şu “post truth” (gerçek ötesi ya da yalanlar dünyası) hallerden çıkıp, topluma gerçekleri söylemek, deneyimler paylaşmak ve olası program ile projeleri, bu gerçekler ve deneyimler üzerinden yaratmak oldukça önemlidir.
Neden önemli ve değerlidir biliyor musunuz?
Çünkü siyasetçinin tarihsel rolü gerçeği saklayarak değil, deşifre ederek proje üretmektir. Bu durum, bugünün dünyasında çok belirgindir.Gerçekleri konuşmak ve gerçekler üzerinden program yapmak, dönüştürücü güç haline gelmek… Gerçeklerle yüzleşmekten ve paylaşmaktan korkmamak !
Günümüzde toplumlar, kendisine akıl verilmesini, kendisine önderlik yapılmasını istemiyor; iyice gözlemleyebilirsiniz bunu. (“Lider” Denktaş döneminin baskıcı ve tahribat yaratan müdahalelerinin toplumda yarattığı anti-demokratik düzeni unutan yok değil mi? Tek adam yılları…)
İşte eğer dün ile bugün arasında temel bir fark varsa, bu “durumu idare edelim” döneminin çoktan kapandığıdır. Çünkü genel anlamda herkes aslında herşeyi biliyor. Özelde ise, insanlar çok haklı olarak olası durum ve konular üzerinde yaşanılanları görmek, bilmek, anlamak, tartışmak, katılmak isterler. Bu da siyasetin tabana yayılması bakımından çok önemli bir işlevdir.
Bizdeki siyasetin en temel hastalığı, toplumsal bilincin zayıflama ihtimalini dikkate almayarak, gerçekleri saklayıp durumu idare ederek, “sin da gülle geçsin” yaklaşımıyla zaman kazanacağına olan garip “sinik” tavırdır. Sözde koruma adına topluma gerçekleri söylemekten korkuyoruz. Toplumun böylece korunduğunu sanıyoruz…Tam tersi.
Aldatmanın, bilgi saklamanın niyeti sorgulanamaz, niyet iyi olsa da bu aldatmadır ve bu çağda da artık bilgi saklamak, gizlemek, asla işlemez ! Gülerler adama ! Ve en önemlisi inandırıcılığınızı sarsarsınız.
Gerek müzakere sürecinde ancak esas olarak iç “siyasette” hakim “kara delikler” görmezden gelinerek dönüştürücü adım atılacağına asla inanmıyorum. Bu kara delikleri konuşmadan atılan hiçbir adımı toplum da dikkate almıyor zaten. Maya tutmuyor, tutmaz.
Müzakerelere yine bakacak olursak, demokratları temsil eden iki dönem vardır Kıbrıs Türk siyasi tarihinde. 1. Talat 2. Akıncı dönemi. Bu görüşme süreçlerinin de kendine göre tartışılması gereken farklı boyutları vardır, gayet normal olarak.
Elli yıldır görüşüyoruz, bir sonuç elde edemedik, hep beraberiz, önümüze bakalım gibi ucuz manipülasyonlar bizden uzak dursun.
Çözümcüymüş gibi yapan statükocuların manipülasyonlarına inanmış olsaydık, geçen gün kaybettiğimiz sevgili dostum Hakan Çakmak ile omuz omuza: “Kıbrıs mapushane içinde biz mahkum, yeşil hat parmaklık, beybaba gardiyan oldu.” diye havalara zıplamazdık.
Kim ne düşünüre düşünsün, bizim için kavga bitmez…Nefes aldığımız sürece…