Siyasetin Yangını
Orman yangınını önümüzdeki kısa bir dönemde hararetle konuşmaya hazırlanan yönetenlerden/yönetemeyenlerden bazı beklentilerimiz olmalıdır.
Aksi halde, yeni yangınları, tüm ormanlık alanları tüketene kadar konuşmaya devam edeceğiz!
Şimdi siyasetçilerin ve tümüyle siyaset kurumunun, eylemleriyle yanıt vermesi gereken bazı sorular vardır. Önemli olanlarını burada sıralamanın belki de bir faydası vardır.
Mesela:
Düzensiz ve kontrolsüz yapılaşmayla ormanlık alanlara yapılan tecavüz nasıl ve ne zaman durdurulacaktır?
Tüm ülke coğrafyasını ‘yerleşim alanı’ olarak gören ‘basit anlayış’ ne zaman terkedilecektir?
Önlem almayı sadece sorunun ortaya çıktığı gün düşünen, sonrasında ise sorunun kaynaklarını öğrenmeyi bile denemeyen ya da bir türlü öğrenemeyen bir anlayışın daha ne kadar ömrü kalmıştır?
Ormanlarımızın korunmasıyla ilgili olan meslek odalarının, çevre örgütlerinin ve uzmanların görüş ve önerileri ne zaman dikkate alınacaktır?
Yangın aslında ormanlık alanda başlamadı!
Tam tersine siyasal yapımızın tam merkezinde ortaya çıkarak, ormanlık alan yanında toplumsal hayatımızda ilerleyerek tüm değerleri yakıp kavuruyor!
Esas yangının nerede başladığını doğru şekilde tesbit etmek için, Güven Yaratıcı Önlemler (GYÖ) konusuna nasıl yaklaşıldığına bakmak yeterlidir.
Günümüzde BM ve AB dahil, tüm uluslararası toplumun Kıbrıs adasını bir yangın yeri olmaktan kurtarmak için gösterdiği çaba ortadadır.
Bu çaba kapsamında, uluslararası toplum, ‘KKTC’nin tanınması korkusu’na saplanan KıbrıslıRum tarafının, bu anlamsız korkuyu bir tarafa bırakarak, iki toplum arasında işbirliği yapılmasına odaklanmasını istenmiştir.
Ayni şekilde, KıbrıslıTürk tarafı ve Türkiye’den de ‘iki ayrı egemenlik’ talep ederek yürüttüğü Taksim siyasetinden vazgeçip, sorunun barışçıl yöntemlerle ve BM GK kararları ışığında çözümünü kolaylaştıracak bir bir tutum takınması beklenmiştir.
Bu kapsamda, Güven Yaratıcı Önlemler, Kıbrıs’ın tümünün barışçıl geleceğinin tasarlanması için çok önemli görünmektedir.
BM raporları da bu gerçekliğin altını çiziyor.
Bu nedenle, uluslararası toplumun telkinlerini dikkate alan KıbrıslıRum tarafının, Güven Yaratıcı Önlemler kapsamında nihayet takınmak durumunda kaldığı tavır olumluydu.
Bu olumluluk, hem GYÖ’lerin öneminin nihayet somut olarak kabul edilmesi, hem de iki toplumun yaşamakta olduğu önemli sorunların çözümüne katkıda bulunacak önerilerin yapılmasından kaynaklanıyor.
Herşeyi ‘kapsamlı çözüm’e havale eden bir anlayışın başarısız olduğunun görülmesi de ayrıca oldukça önemliydi.
Mesela, Kapalı Maraş’ta mülkü bulunan binlerce insanın acılarının dindirilmesinin amaçlanması değerli bir yaklaşımdı.
Ayni şekilde, Kıbrıs’ın kuzeyinden doğrudan ticaret yapılmasının kapısını açan ve KıbrıslıTürk toplumunun yaşamakta olduğu sosyo-ekonomik sorunlarla başedilmesini kolaylaştıracak olan, Ercan bağlantılı doğrudan uçuşları mümkün kılan bir öneri, yeni bir dönemin başlangıcı olabilirdi.
Ama KıbrıslıTürk tarafı, ‘eşit iki egemen devlet’ yani ‘Taksim’den başka hiçbir öneriyi görüşmeyi kabul etmeyiz’ diyerek, Anastasiadis’in sunduğu GYÖ paketini müzakere yapmadan reddetti.
Anastasiadis’in uluslararası toplumun telkinleri sonucunda yaptığı öneriler, KıbrıslıRum tarafının kontrolündeki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini tek yanlı olarak kuzeye de yayması anlamına gelmiyordu.
Bu olgu çok önemliydi.
Tam tersine, önerilen GYÖ paketi, egemenliğin KıbrıslıTürklerle belirli alanlarda paylaşılması yönünde ciddi bir adımı oluşturuyordu.
Bu adımların devam ettirilmesi durumunda, varılacak durak, BM parametreleri ve geçmişteki uzlaşmalar zemininde oluşacak Birleşik Federal bir devletten başka bir şey değildir.
‘KıbrıslıTürk tarafı ve Türkiye’nin ‘KıbrıslıRumlar egemenliği paylaşmak istemiyor’ söylemi, bu ret kararından sonra havada kalmaktadır.
Şimdi uluslararası toplum KıbrıslıTürk tarafı ve Türkiye’nin bu retçi tutumunu nasıl değerlendirecektir?
Bunu tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.
Uluslararası toplum açısından aşağıdaki sonuçların ortaya çıkması kaçınılmazdır:
1. ‘Türkiye ve KıbrıslıTürk tarafının çözümle ilgilenmediği, GYÖ paketinin reddedilmesiyle artık kesinleşmiştir.’
2. ‘Türkiye ve KıbrıslıTürk tarafının esas motivasyonu, KıbrıslıTürk toplumunu olumsuz olarak etkileyen sosyo-ekonomik izolasyonların gevşetilmesi ve bu yolla ekonomik sorunların çözümü değildir.’
3. ‘Doğu Akdeniz’de gerginliğin artması ciddi bir olasılık olarak devam etmektedir.’
4. ‘AB’nin toprakları üzerinde devam eden Kıbrıs sorunu çözümlenmeden, AB ile Türkiye arasında normal ilişkilerin kurulması mümkün değildir.’
5. ‘Bölgedeki muhtemel gerilimin önlenmesi için, Türkiye dışındaki bölge ülkelerinin, uluslararası diğer aktörlerle işbirliği içinde önlem alması gereklidir.’
6. ‘Türkiye ile Batı arasında Kıbrıs’ın bölünmesinin pazarlık konusu yapılmasıni ima eden herhangi bir konuşma yapılmayacaktır.’
GYÖ paketinin reddedilmesiyle, özellikle KıbrıslıTürk toplumunu yakıp kavuran sosyo-ekonomik yangına körükle yaklaşılmış, yangının devam etmesi sağlanmıştır.
Kıbrıs’ın kuzeyindeki orman yangınının söndürülmesi için İsrail devleti iki uçak göndermiş,
Bu uçaklar, Larnaka havaalanından ikmal yaparak yangına müdahale ediyorlar.
Bunun durumun nedenini herkes biliyor.
Eğer Ercan havaalanını da kapsayan GYÖ paketi kabul edilmiş olsaydı, İsrail uçakları orman yangınımıza müdahale ederken daha yakında olduğu için Ercan havaalanını kullanacaktı.
Bu durum, GYÖ paketini reddederken aslında neleri redettiğimizi anlatan basit bir örnektir.
Ayni derecede önemli olan ise, GYÖ paketini reddederken, sosyo ekonomik yangınımızı söndürme olanağını da reddetmiş olmamızdır.