Siyasetsizlik Bataklığındaki Temsili Demokrasiyi Ters Yüz Etmeliyiz
Cumhurbaşkanlığı seçimi ardından oluşan hükümetsizlik hâli, beraberinde sistem tartışmalarını da getirdi. Uzun zamandır gündemimize yerleştirilmeye çalışılan “başkanlık sistemi” önerisi, derdimize deva olacak bir reçete gibi sunuluyor. Tabi ki mesele bununla da sınırlı değil. Ayrıca seçim barajının yükseltilmesi de dillere dolandı. Böylece diğerlerine nazaran daha küçük partilerin meclis dışında kalmasıyla, yürütme organının daha kolay şekilleneceği iddia ediliyor. Ama bu görüşlerin hiçbirinin içerisinde, “demokratik değerler” ve Kıbrıslı Rum liderliği ile yürütülen çözüm görüşmelerindeki hassasiyetlerden “siyasi eşitlik” gibi kavramlar tartışılmıyor. Hâlbuki toplumlar arasında kuralacak federasyonda dikkate alınan bu değeri, aynı zamanda kendi toplumumuzda da iyice kavramamız gerekiyor.
Maalesef bir süredir siyasete dair değerler ve dil yok sayılıyor. Bunun en temel nedenlerinden biri, ideolojilerden arınmış, “temiz” ve salt hukuka uygunluğu gözeten tartışmaların memleket yönetiminde egemen olmasıdır. Hâl böyle olunca kısır bir sürece hapsolmak zorunda kalıyor, “iradeye sahip çıkanlar ve satılanlar” ikileminin oluşmasına zemin yaratıyoruz. Bahsi geçen karşıtlıkların oluşması, bize has bir durum değil. Önemli olan nedenlerini tespit edip, uygulanabilir çözüm önerileri geliştirmektir. Bunun için de siyasi stratejiler oluşturmamız gerekir.
Robert A. Dahl “Siyasi Eşitlik Üzerine” isimli eserinde, ideal demokrasinin temelleri ve siyasi eşitliğin erişilebilir bir değer olup olmadığı üzerinden değerlendirmeler yapıyor. Dahl bu bağlamda, ideal demokrasinin kurulabilmesi sürecinde dikkate alınması gereken noktalara atıfta bulunuyor. Buna göre etkin katılım, oy kullanmada eşitlik, ülke yönetimine dair aydınlanmış bir kavrayış kazanma, siyasi gündem üzerinde nihai denetim uygulama, süreçlere dâhil olma ve temel hakların korunması hususlarına vurgu yapıyor. Tabi ki kitapta daha çok Birleşik Devletler örneğine yer veriyor olsa da, kurduğu şu cümle ile dünya geneline has bir problemi işaret etmiş oluyor: “Politikayla derin bir biçimde ilgilenen yurttaşlar, bir azınlık oluşturur”. Biz, vatandaşların sokakta sürekli siyaset konuştuğunu iddia etsek de aslında siyasi seçkinler tarafından önümüze sunulan yemekler hakkında yorum yaptığımızı kabul etmeliyiz.
Tabi ki bunun tek sorumluluğu toplumun omuzlarına yıkılamaz. Temsili demokrasinin en önemli öğelerinden olan siyasi partiler, enerjilerinin büyük bir kısmını, seçmenlerin oyunu alıp merkezi iktidara gelmeye harcadıkları için, yerel anlamdaki demokrasinin gelişmesine ve siyasetin tabana yayılmasına güçleri kalmıyor! Buna ek olarak diğer örgütlü yapılar da daha geniş kitlelere ulaşabilmek adına gerekli çabayı sarf etmiyor, etki alanlarını geliştirmek ve ideallerini hayata geçirebilmek için stratejiler üretemiyor. Oysaki KKTC gibi başka bir devletin her türlü müdahalesine açık bir ülkeden bahsediyorsak, toplumun tüm kesimlerinin varlığı ve ihtiyaçları yönünde ciddi çalışmalar yapmak gerekir. Aksi takdirde yapılan baskı ve yönlendirmeler neticesinde demokrasimizin zarar görmesi kaçınılmazdır. Ne de olsa doğa boşluk tanımaz.
Yasa önünde her yurttaş seçme – seçilme hakkına sahip olsa bile, içinde yaşadığımız sosyal ve ekonomik koşullar, siyasi kaynaklara erişim yönünde herkese eşit imkânlar sunmamaktadır. Bu sebeple çoğu zaman yoksulların, kadınların, lgbti bireylerin, engellilerin, göçmenlerin, azınlıkların ve diğer ötekileştirilen grupların ihtiyaçlarını gözeten politikaların hayata geçirilmesi çok zor olur. Kıbrıs’ın kuzeyi özelinde düşünüldüğünde, bugüne kadar söz konusu alanlarda ciddi anlamda çözüm üreten bir yönetimin oluştuğunu söylemek mümkün değil. Hâliyle özellikle yoksullar ve göçmenler, kendilerine göre yaşadıkları adaletsizlikleri güçlü duygularla açığa çıkarırlar. Dahl bu gibi durumlarda, söz konusu kesimlerin kimi zaman barışçıl kimi zaman şiddete başvurarak, bireysel veya örgütlü bir şekilde hareket ederek adil dağılımı gerçekleştirmek için eylemde bulunduklarından bahseder. Eğer içte kurduğunuz temsili demokrasi düzeni, bu gibi kesimlerin ihtiyaçlarını gözeten bir yerden şekillendirilmezse, o zaman öfke duygularına en iyi şekilde hitap edenler etrafından örgütlenir ve onları desteklerler. Bunun yöntemini en iyi kurgulayanlar da genellikle milliyetçi ve dini değerleri kullanarak siyaset yapanlardır.
Adamızın kuzey yarısındaki tartışmalara bu gözlükle bakıldığında, iradesine sahip çıkanı da – iradesini “sattığı” üzerinden eleştireni de daha kolay anlayabilir ve tanımlayabiliriz. Şu anki ezberimize saplanıp kalırsak, kimin ekmeğine bal süreceğimiz bellidir. Özellikle “türk – kıbrıslı” üzerinden politika yapan, bu ikiliği bizzat kendi sözleri ile körükleyen YDP yetkililerinin, ters köşe yapıp birileri tarafından kutuplaşma yaratıldığını ve bu sebeple toplum içinde çatışma çıkabileceğini söylemesi de manidardır. Yine aynı parti yetkililerinin genel seçimin ardından seçmenlerine seslenerek “artık sizin de temsilcileriniz mecliste, sizin de sesiniz burada” gibi açıklamalar yapmaları da bu kurgunun bir parçasıdır.
Sonuç olarak, yolu hakiki anlamda demokrasiden geçen, siyaseti seçkin kesimlerin oyuncağı olmaktan çıkarıp daha geniş katılımlı bir hâle getirmek için çaba sarf eden ve barışın gerçekleştirilmesini hedefleyen kesimlerin, siyasetsizlik bataklığını kurutmaları gerekir. Son zamanlarda iyice erozyona uğrayan demokrasimize sahip çıkmak ve daha güçlü bir şekilde mücadele edebilmek için başka çaremiz yoktur. Tabi ki bunu yaparken, sadece kendi sesimizi duyan kulaklarımızı dışarıya açıp kibrimizden kurtulmalı ve konforlu alanlarımızı terk etmeliyiz. Unutmayalım ve her daim hatırlayalım: Bu ülke ve üzerinde yaşayanlar, bir grup faşist ve ganimet yiyicinin eline bırakılamayacak kadar değerlidir.