“Siyasi Doğruculuk” ve Murathan Mungan’dan Bir Uyarı!
Umberto Eco'nun bir yazısında okumuştum. “Siyasi Doğruculuk” (political correctness) kavramı ilk defa ABD’de dile getirilmiş. Bir köle tüccarının yargılanması esnasında, tüccar sık sık “devletin çıkarlarından” söz edip kendini savunmaya çalışıyormuş. Bunun üzerine hakim tüccarı uyararak, “siyaseten doğru” olanın toplumun çıkarlarından söz etmek olduğunu belirtmiş, devletin değil!
Kavram, ilk kullanılışının üstünden epeyce zaman geçtikten sonra, 20. yüzyılın farklı dönemlerinde farklı amaçlarla dolaşıma sokuldu ve 1980’lerden itibaren de dışlanan ve aşağılanan insan topluluklarını koruyan bir içerik kazandı.
Amerikan üniversitelerinde sol ve liberal çevreler sayesinde siyasi bir akıma dönüşen Siyasi Doğruculuk, çok-kültürlülüğü savunan ve farklılıkların ötekileştirilmesine karşı çıkan bir dil kurarak ayırımcılığa ve dışlanmışlığa karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır.
Siyasi Doğruculuk, özellikle ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin dilimize sinen söylemlerine karşı bizi uyanık olmaya davet ediyor.
Spontane bir şekilde ağzımızdan dökülen sözcükler, ırkçılıkla cinsiyetçiliğin gündelik hayatta oluşturduğu hegemonyanın bizi hipnotize etmesinden kaynaklanıyor ve bu hegemonyadan kurtulmak istiyorsak, onun dilini bozmaya, o dilden arınmaya ve siyaseten doğrucu olmaya önem vermeliyiz.
Fakat siyaseten doğru olma özeniyle bazen siyasi doğruculuğu amacından saptırabiliyoruz. Nitekim bu konuda yoğun tartışmalar yapılıyor.
Ben bu yazımda, Murathan Mungan’ın bir konuşmasında dile getirdiği görüşlere yer vermek istiyorum. Siyaseten doğrucu olmaya özen gösteren ünlü yazarın yaptığı uyarıları anlamlı bulduğum için, konuşmasının bir kısmını burada okurlarla paylaşıyorum:
“Kimlik politikalarında, kimlik mücadelelerinde şuna dikkat etmekte yarar var: ideolojilerimiz bizim göz bağımız olabilir. Üzerimizde aydınlatıcı olduğu kadar köreltici etkileri de olabilir. Bizim ‘siyaseten doğruculuk’ diye öğrendiğimiz şey, bizi gündelik yaşamda başkalarının komiseri olmaya götürebilir. Kendimizi, bir tür iktidar sanma yanılgısına düşürebiliriz. Bizi asıl meseleyi, işin özünü, çekirdeğini görmekten alıkoyabilir.
Toptancılığa, özcülüğe götürebilir.
Yani dikkat gösterilmezse, kendi tersine, zıddına düşebilir.
Böyle durumlarda hayal ettiği, kurmak istediği dünyanın bir parçası olmaktan çok, eski dünyanın sistemine eklemlenmiş bir arıza olma tehlikesi vardır.
Her kişisel hikayeyi siz kadın düşmanlığı adı altında etiketlerseniz hikaye aslını kaybeder. Genellemeler, toptancı yargılar arasında kişisel hikayeler kaybolur.
Aynı durum şu homofobi suçlamaları için de geçerli. Bir nedenle başı sıkışan gey, karşı tarafı homofobik olmakla suçluyor.
Yani her durumu kendi kişisel hikayesinden soyutlayarak bir üst başlık altında toplayamazsınız.
Kişisel hikayelerin kaybı hayat kaybıdır, dahası gerçeklik kaybıdır, dahası ve benim için en önemlisi, edebiyat kaybıdır.
Edebiyat aslında kişisel hikayelerin üstünde yükselir. Büyük anlatıların büyük cümlelerin toptancılaştırılmış düşüncelerin üzerinde değil.
Bizim anonim kültürler büyük anlatıları kendi genellemeciliğine, toptan kutsama ya da toptan mahkûm etmeciliğine dönüştürebilir.
Siyaseten doğruculuk dikkatlerini her an her duruma uygulanabilir bir saplantıya dönüştürmüşsek ya da her olaya adeta tutku haline getirilmiş entelektüel kibirden bakıyorsak, doğal olarak bazı olguları, ayırıcı özellikleri, ayrıntıları, farklılıkları da göremeyiz.
Körleşmenin de çeşitleri vardır.
Özümsenmemiş entelektüel birikim aydınlattığı kadar körleştirebilir de.
Öte yandan bütün kimlik politikalarının aynı zamanda şöyle bir sorunu yok mudur? Dışlandığın, baskı gördüğün için, özgürleşmek için ait olduğun kimliğin politikasını yaparsın, mücadelesini verirsin. Zaten yapmalısın da. Ama sistem sana kötülüğü aynı zamanda başka yerde daha yapıyordur: Seni kimliğine hapsederek, kimliğinin dışında hiçbir şeyi görmeyecek kadar ona kilitleyerek...
Kimlikler, tarihsel geçici kategorilerdir, bunların hepsi aşılacak bir gün. Şimdiki mücadeleni böyle bir geleceği hedefleyerek, buna hazırlanarak verirsin.”