“Siyasi gerçekliğe karşı çatışmaların çözümü...”
BASINDAN GÜNCEL...
Keti Kliridis
Ukrayna’daki kriz ortaya çıkıp da bunu hemen Rus işgali izlediğinde, bir kez daha kendime neden bunca alternatif çatışmaların çözüm araçları elimizin altındayken, ilkel bir yöntem olan kendi irademizi bir ötekine kuvvet kullanarak dayatma yolunu seçtiğimizi sordum.
Bu konuda yakın geçmişte sohbet ettiğim bir arkadaşım bana dünyanın ahvalinin bu şekilde olduğunu hatırlattı. Antik Yunan şehir devletleri döneminde, Atina komşu şehir devletlerden pek de mantıklı olmayan taleplerde bulunduğunda, şehir devletler bunların adil olmadığı yönünde protestoda bulunmaktaydılar. Atinalılar ise “Evet bu doğrudur ancak bunları empoze edecek gücümüz de vardır” diye yanıt vermekteydiler...
Bugün bazı şeylerin değişmiş olduğunu neden düşünelim öyleyse? Belki de İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda, aydın liberallerin hatası, güce dayalı bir düzenin ortadan kalktığını çünkü bunun adil olmadığını, uzun vadede kimseyi kurtarmadığını ve bunun savunulamayacağını düşünmüş olmalarıydı...
Ben de dahil pek çok kişi İkinci Dünya Savaşı’nın yıkımından sonra uluslararası topluluk tarafından ortaya konan mekanizmaların yeni bir felaketi önlemekte yeterli olacağına inanmaktaydık. Ancak onlarca yıl boyunca tekrar tekrar gözlemlediğimiz gibi bu yeni dünya düzeni, gerçek politikanın sorunlarıyla baş etmekte sınıfta kalmıştır.
“Reelpolitik” yani “gerçek politika” sözcüğünü 19ncu yüzyılda ortaya koyan şahıs, Alman yazar ve politikacı Ludwig von Rochau idi... Bu sözcüklerle anlatmak istediği şey de, “Güce dayalı yasaların dünya devletlerini idare ettiğiydi, tıpkı fiziksel dünyayı yerçekimi yasasının yönettiği gibi...”
Ancak fiziksel dünyanın, Newton’un yerçekimi teorisinden çok daha karmaşık olduğunu biliyoruz. Gerek devletler arasındaki ilişkilerde, gerekse uluslararası ilişkilerde daha detaylı politikalara ihtiyaç duyduğumuzu anlamamız gerekmez mi? Ulusal öz çıkarları, başka ulusların veya uluslararası topluluğun üstünde tutan güce dayalı politikaları uygulamayı gerçekten de göze alabilir miyiz?
Gerek iklim değişikliği, gerekse Covid-19 pandemisinde olduğu gibi, Ukrayna krizi de dünya ekonomisini ve gezegenimizdeki her bir ülkenin ekonomilerini daha şimdiden sekteye uğratmış ve uğratmaya da devam edecektir. Eğer dikkatle ele alınmazsa, Allah korusun, üçüncü bir dünya savaşına bile yol açabilecektir bu kriz...
Ukrayna krizine baktığımızda, burada diplomasinin büyük bir başarısızlık yaşadığı ve sözkonusu tarafların kaygılarını tümüyle anlamakta başarısız olduğu görülmektedir.
Belki de bunun nedeni, tüm ilgili tarafların ya da krizle ilgili ana aktörlerin herhalde gizli göndemleri olmasından kaynaklanmaktaydı ki bunlar zamanla daha açık hale geldi – hem elimizdeki bilgiler, hem de dolaşımda olan dezenformasyonu elden geçirdikten sonra gördüğümüz budur...
Ancak çatışmaların çözümü, arabuluculuk veya müzakerelerle ilgili olan bizlerin karşısında duran sorun, genellikle kendi milliyetçi söylemlerine hapsolmuş olan siyasi aktörlerin yanısıra daha geniş kamuoyuna bu süreçlerin değerini daha görünür kılmamızdır. Kendini ötekinin yerine koymak, çoğu politikacının kesinlikle sahip olmadığı bir yetenektir ve hatta buna sahip olmayı istemezler bile çünkü hala öteki üstünde zafer kazanma terimleriyle düşünmektedirler.
En iyi senaryo durumunda politikacılar ister doğru, ister yanlış olsun, kısa vadede kendi ülkelerine hizmet edeceğine inandıkları şeylere ilişkin terimlerle düşünmeleridir. Çoğunlukla da karşımızda duran şey politikacıların öncelikle ilgi duydukları şeyin iktidarda kalmak ya da kendilerini yeniden seçtirmek olduğudur – böylelikle insanlara duymak istediklerini söylerler ve kamuoyunu biçimlendirmek yerine, kamuoyunun birer takipçisi olurlar.
Çatışma durumlarında anlatı her zaman öteki tarafı suçlamaya dayanır ve bizim tarafımız kurbandır. Bu söylem ise müzakereye dayalı çözümler için zorunlu olan tavizleri vermekte siyasi liderleri teşvik etmez çünkü bunlar seçmenlere satmakta zorlanacakları şeylerdir.
Pek çok ülkede reel politik taraftarları, geniş kamuoyunu, çatışmaların çözümü ve arabuluculuğun ancak kişiler arasında, aile içinde, örgütsel ve hatta toplum içinde çatışmalarda başarılı olabileceği yönünde ikna etmeyi başarmışlardır.
Bu alanla ilgili olan bizler için ana sorun, çatışmaların çözümü ve arabuluculuk yeteneklerinin devletler arasında ve uluslararası alanda siyasi müzakerelere götürülmesi gerektiğinün daha geniş biçimde tanınıp kabul edilmesi düşüncesini ileri götürmektir.
Barışı kurmak için İttifak örgütünün yakın geçmişte ortaya koyduğu bir belgede, barış ve barışı kurmanın yeniden tanımlanması gerektiğinin altı çizilmektedir. Genel kamuoyunun barış ve güvenliğin öncelikle askeri büyüklüğe bağlı olmadığını anlaması gerekmektedir.
Günümüz dünyasında, gezegenimizin her tarafından insanlar ve toplumlar birbirlerine bağlıdırlar. Barışı ileri götürmek ve şiddetli çatışmalardan kaçınmak için, çatışma bölgelerinde sosyal bölünmüşlükler arasında, ülkelerin kendi içinde ve ülkeler arasında var olan köprüleri genişleterek barışın koşullarını yaratmalıyız.
Dünyanın bir bölgesinde barışı kurmayı desteklediğimizde, bu hepimize yarar getirir. Aynı şekilde şimdiki Ukrayna savaşında görmüş olduğumuz gibi uluslar dünyanın başka bir yerinde savaşa gittiklerinde, savaş içerisinde olan tarafların çok ötesindeki uluslar da bundan etkilenmektedir. Barışı kurmanın, militarizme ve savaşa karşı uygun maliyetli bir alternatif olduğunu düşünmeye ihtiyacımız vardır.
Rapor, siyasi çerçevede birbiriyle bağlantıda olma söyleminin, militarizme karşı barışı kurmayı anlamlı biçimde anlamaya yardım edeceğinden söz etmektedir. Ancak bu söylemin kamuoyunun düşüncesinde değişiklik yaratabilmesi için yaygın biçimde kullanıma girmesi, barıştan ve çatışmadan nasıl sözettiğimizin parçası olması gerekir. Elbette bu önemli bir sorundur ve geceden sabaha gerçekleşemez ancak bunun için de çalışmaya şimdi başlanması gerekir.
Bu son siyasi kriz de çatışmaların çözümü için becerilere yönelik eğitimlerin çok küçük yaşlardan başlayarak tüm eğitim sistemine dahil edilmesi, aynı zamanda sosyal örgütlenmelere ve diplomatlar ile politikacılar dahil gruplara yayılması, görevleri gereği çatışmayla başetmek durumunda olan politikacılar, diplomatlar, sendikacılar, CEO’lar, yasaları uygulayıcılar gibi sonu gelmeyen bir listede olanlara – bu listenin sonu gelmez çünkü çatışmayla başetmek zorunda olmayan hiçbir meslek yoktur neredeyse – daha ileri spesifik eğitim verilmesi ihtiyacı bulunmaktadır.
Uluslararası diplomasi bağlamında ABD Dışişleri Bakanlığı’nın önleyici, iyi bilgilendirilmiş diplomasinin, çatışmaların çözümü düşüncelerini kullanarak krizlerin ateşini almak ve gelecekte bunlardan kaçınmak düşüncesine sıcak bakmaya başladığı görülüyor.
2022’nin Mart ayında ABD Dışişleri Bakanlığı, Müzakere Destek Ünitesi’nin halka açık lansmanında “diplomasi yapma şeklimizi değiştirmeyi ve sürdürülebilir barışı nasıl kuracağımızı” hedeflediği belirtilmiştir – bunu bu ünitenin başında bulunan Çatışmalar ve Dengeleme Operasyonları Dışişleri Bakan Yardımcısı Anne Witkowsky belirtmiştir.
Bu ünite, o ülkelerde bizzat deneyim sahibi olan diplomatlara danışmanlık yaparak onlara karmaşık siyasi müzakereler üzerinde düşünürken yardımcı olacak bir çatışmaların çözümü uzmanlar ekibinden oluşmaktadır. Geçmişte bu, özel komiteler temelinde yapılmıştı ancak bu ünite çalışmaları daha organize ve daimi bir temele taşıyacaktır.
Bu ünite, tüm çatışmaların çözümü uzmanlar dünyasına başvurarak sivil toplum ile akademisyenlerin yanısıra barışı kuran topluluklarla da temasa geçecek ve “Müzakere Destek Ağı” adlı uluslararası barışı kurma aktivistleri ve akademisyenlerinin ağında bulunan kollektif bilgelikten de yararlanacaktır.
Bu kaynak Ukrayna çerçevesinde kullanılmış mıydı diye düşünüyor insan. Ve eğer kullanılmamışsa, bunun nedeni neydi?
Çatışmaların çözümü mantığını gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde düşünce çerçevesine yerleştirmenin yanısıra, çatışmaları yatıştırmaya, erken müdahale ve önleyici hareketlere – ki buna bazan akıntıya karşı müdahale de deniyor – odaklanmamız da gerekmektedir.
Bu kavram özellikle Ukrayna çerçevesinde geçerli görünüyor çünkü burada ülkenin batısı ve doğusu arasında uzun süreden beridir ayrılık yaşanırken, Ukrayna ile Rusya arasındaki varolan gerginlikler de buna eklenmektedir.
Birleşmiş Milletler olaylar başedilmez olmadan önce taraflara yardımcı olmak maksadıyla bir tür akıntıya karşı müdahale/önleme ünitesi kuramaz mıydı diye düşünüyor insan...
Elbette her bir durumda, böylesi çabalara kimlerin katılacağı bir engel olarak ortaya çıkabilir ancak eğer ekipler ağırlıkla akademisyenlerden oluşacaksa, o zaman onların milliyeti konu olmamalıdır, özellikle de “Elders” grubundan saygın birileri böylesi bir ekibe başkanlık edecek olursa, ağırlıkları daha da artacaktır. Bu alandaki çalışmalar dışarıdan temin edilebilir çünkü dünyanın dört bir yanında önde gelen çatışmaların çözümü enstitüleri vardır ve her bir duruma göre BM ünitesi bunları görevlendirip koordine edebilir.
Bu, 2019 yılı sonlarında Amerikan Kongresi tarafından kabul edilen Global Kırılganlık Yasası çizgisine benzer bir çizgi takip edebilir – bu yasa, kırılgan devletlerde aşırılık yanlılarının büyümesini önlemeye odaklanmaktaydı.
Yasa, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Global Kırılganlık İnsiyatifi adlı kurumlar arası bir insiyatif oluşturmasını öngörmektedir – bu insiyatif, çatışmadan etkilenmiş bölgelerde denge kurmak ve böylesi çabaları desteklemek için fonlar oluşturmakla görevlendirilmiştir. 1 Nisan 2022’de öncelikli dört ülke ile bir bölge ilan edilmiştir: Bunlar Haiti, Libya, Mozambik, Papua Yeni Gine ve Afrika’nın Batı Kıyısı’dır... Bu açıklamaya eşlik eden basın bildirisinde bu duyurunun tam zamanında yapıldığı çünkü bu bölgede genel olarak şiddetli çatışmaların son 30 senedir devam ettiği belirtilmektedir. Kongreye göre eğer bu yasa başarılı biçimde uygulanacak olursa, Amerikan hükümetinin çatışmaları ele alış biçimini temelden değiştirebilecektir.
Çatışmaların çözümü, arabuluculuk, yeniden uzlaşma ve barışı kurma felsefesinin altında yatan şey, sorunların özgün bir diyalog ve daha derin bir anlayış geliştirilerek aşılabileceği, köprüler kurarak herkes için daha adil ve daha olumlu bir gelecek kurulabileceği umudunun ruhudur.
Bugün oynanmakta olan oyunda geçerli olan güce dayalı politikaların uluslararası ilişkilerle ilgili teorisine göre güç paylaşımı veya bunlara yönelik değişiklikler ile ulusal çıkarlar, savaşın ana nedenlerini oluşturmaktadır. Güce dayalı politikalar, ulusal öz çıkarları, başka ulusların veya uluslararası toplumun çıkarlarının çok üstünde tutmaktadır.
Buna bir ara çözüm olarak bazı bölgesel sorunların çözümüne çalışma yaklaşımı ortaya konabilir – örneğin Yunanistan, Türkiye ve bölünmüş Kıbrıs arasında bulunan enerji ve münhasır ekonomik bölgeler sorunu ele alınarak her bir taraf için kabul edilebilir bir uzlaşmaya varacak genel bir kazançlar ve kayıplar üzerine değiş tokuş yapılabilir. Ancak böylesi bir yaklaşımın çalışabilmesi için de tüm ilgili tarafların kamuoyunda uzlaşma ihtiyacına ilişkin bir farkındalık ve kabulün olması da gerekir.
Aynı şey devam etmekte olan ve olası diğer çatışmalar için de söylenebilir ki bunlara günümüz Ukraynası dahildir, çok yakın gelecekte de Tayvan’la ilgili olası bir çatışma olabilir...
Öylese neredeyiz? Çatışmaların çözümü, gerçek hayattaki politikalarla ilgili bir hayal ürünü müdür? Belki de zamanın bu noktasında öyledir ancak çok da uzak olmayan bir gelecekte, önümüzdeki ana sorunlarla başedebilecek olursak ve bu gezegende bir tür olarak varolmayı sürdürmek istiyorsak, bu gerçek olabilir...
(Kıbrıslırum kadın aktivist arkadaşımız Mary Pyrgos tarafından ayda bir yayımlanmakta olan ve kadınların düşüncelerini yayma amacı taşıyan İ APOPSİ MAS/FİKRİMİZ/OUR OPINION adlı internet gazetesinde Keti Kliridis imzasıyla 28.4.2022’de İngilizce olarak yer alan yazıyı özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
“Kayıp” Mehmet Raif’in bir düğün fotoğrafı...
CYTA’daki işinde çalışırken 1963’te “kayıp” edilen Mehmet Raif’in oğlu Raif Toluk, çok değerli anneciği Lütfiye hanım ile “kayıp” babacığının bir düğün fotoğrafını yayımladı... Raif Toluk, bu konuda şöyle yazdı:
“Abohorlu Lütfiye ile İpsillatlı Mehmet Raif. 1937 de evlenmişler. 7 de çocuk yapmışlar. Mehmet Raif CYTA'da çalışan bir telgraf memuru idi. İnsan idiler... O annemdeki taç hep elmas ve yakuttu. Hiçbiri kendisinin değildi. Düğünden sonra geri verilmiş, arkadaşları toplayıp da yaptılar. Birbirlerine sadıktılar. İnasanlıkları vardı. Şimdi hiç öyle bişey yok. Maalesef 1963 olaylarında Mehmet Raif'i CYTA’da çalışırken onu alıp öldürdüler. Ne için bilmem artık. Savaş olmasın, insanlık olsun dileklerimle...”