Siz “cellat” mısınız?
“Senin de ipini çekeceğim.”
Başka kimin ipini çektiniz?
Derin bir huzursuzluk, yoklukla sınandığımız bir ağırlık, uçurumlar yutkunduğumuz bir karanlık ve güvensizlikle çoğalan bir ıssızlık içerisinde asıl soru şu: Siz cellat mısınız?
***
Kimi görgü tanıkları bu sözlerin alkol tesiri altında olduğuna inanıyor.
Umarım öyledir.
Samimiyetle söylüyorum umarım öyledir.
En azından bir “kontrol dışı” durum söz konusu olur o zaman…
Ayıplar ama anlarsınız.
“Şişede durduğu gibi durmuyor” dersiniz.
Öyle olmazsa “Başbakan” olarak anılan kişinin “şerefsiz” naraları atması ve asıp kesmesi affedilir olmaktan çıkar.
Öyle “özür” falanla da geçiştirilemez bu tavırlar…
En açık terimle “voyvodalık” gibi anılır, en hafif ifadeyle “kabadayılık” denir.
***
“Siz cellat mısınız” diye söze girdim ya…
Pek çok insan hemfikir aslında…
Kıbrıslı Türk toplumu için “cellat” rolünü oynuyorlar.
Nefret var içlerinde, yalan var, hile var…
Kıbrıs’ın kuzeyinde bir başka “ülke” inşa edecekler.
Yeni bir kültür yaratacaklar burada…
Yeni bir kimlik…
Sermaye de siyaset de dışarıdan belirlenecek.
Nüfus da değişecek, demokrasi de…
Ne gelenek kalacak, ne ses, ne söz…
Ne kadar değer varsa yıkmaya yeminliler…
Ne irade bıraktılar, ne de hoşgörü…
“Senin de ipini çekeceğim” diyorlar, bu toplumun gözlerinin içerisine baka baka…
Medya “el değiştirince” ne olur?
Yirmi sene önceydi sanırım…
Kıbrıslı Türk gazeteciler olarak tehlikeyi görmüş, bir komite oluşturmuş, o dönemin siyasi elitlerine derdimizi anlatmaya çalışmıştık.
“Bu ülkenin yerel, kurumsal, bağımsız medyasına destek olmak gerekiyor.”
Bunun için çeşitli yollar önermiştik.
Hem haksız rekabeti ortadan kaldırmak hem de gazetecilerin destekleneceği, kurumsal medyanın kendi ayakları üzerinde durabileceği ve basının denetim gücünün güçleneceği yapılandırmalar gündeme getirmiştik.
Şunu söylediğimi anımsıyorum: “Bunu başaramazsak hem gazeteciler hem de gazeteler satın alınacak.”
Demokrasimiz, ülkemiz, insanımız kaybedecekti.
Korkumuz buydu.
Çok uğraştık, kimin kapısını çalsak “siz de para istiyorsunuz” gözüyle baktılar.
“Devlet” denen oluşum tam bir “patronaj” sistemi üzerine kurulmuştu ve herkes, kendi payına düşeni üleşiyordu.
Bizi de böyle gördüler.
***
Medya birer birer el değiştirdi zamanla…
Açık ya da gizli ortaklıklarla Türkiye’nin büyük sermayesi medyaya çöktü.
İhaleler kazandılar bu sayede…
Siyaseti belirlediler…
Seçimlere müdahale ettiler ve toplumun kendi geleceğini belirleme hakkını yok saydılar…
***
Eski ‘KIBRIS’ gazetesinin logosunu kullanan AKSA’nın yayınlarına göre Teknecik Elektrik Santrali’nde “sendika başkanı, Başbakan’ı darp etti…”
“Başbakan” olarak anılan Üstel’in kendisi “geldik buraya ki sendika başkanı neredeyse üzerimize yürüyecek” diyor.
İzleyiniz, göreceksiniz.
Kendi ifadesi bu!
Oysa “gazete” bir yalanı sürdürmekten geri durmuyor.
Yalan olsa yalnızca keşke!
Kışkırtma bu…
Toplumu aldatıyorlar ve bunu paranın gücüyle yapıyorlar.
Satın alıyorlar.
Hem de bir başka ülkeden gelerek…
Böylesi bir yüzsüzlüğün tek sebebi var, “altın yumurtlayan tavuğu” yitirmemek…
Çünkü bu toplum karanlığa gömüldükçe, onları cepleri aydınlanıyor.
***
Soluduğumuz kötü havanın temel sebebi Teknecik’ten yükselen “kara” duman değildir.
Haysiyet, irade ve yurtseverlik duygusundan yoksun yöneticilerdir.
Yozlaşmanın, çürümüşlüğün, iş bilmezliğin, onca utanmazlığın ve rezilliğin en temel sebebi para ve makam hırsıdır.
Bu düzene uşaklık edenlerdir asıl karanlığın sebebi…
Elektrik kesintileri değil…
N O T L A R
GÜZEL ÖNERİ
* “Bence tükürme emojisi de yaratmalı sosyal medya.” (İhsan Gürel)
YANITSIZ SORU
“Başbakan”ın dediği gibi Teknecik’te “sabotaj” varsa, bir gün evvel “halka özür borcumuz var” diyen Kıb-TEK Yönetim Kurulu Başkanı Paşa da sabotajın ortağı mı?
KİR
“Kirli yakıtı ihalesiz olarak getirme kararı verenleri kim hapse attıracak?”
BİR DE BU ÇIKTI?
“Hükümet”e değil “muhalefet”e çatanlar!
Böylece kim korunuyor acaba?
BİR SÖZ
“Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olurmuş…”