1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Siz ne düşünüyorsunuz?
Siz ne düşünüyorsunuz?

Siz ne düşünüyorsunuz?

Siz ne düşünüyorsunuz?

A+A-

 

Konu:

Sosyal insan denince ne anlaşılır? Asosyal ne demektir?
Sosyalliğin, asosyalliğin çerçevesi nedir?
Politikayla ilgilenmek insanı sosyal yapar mı? Politikayla ve günlük sorunlarla ilgilenmeyen kişi asosyal midir?
Nasıl bir insan profili sizi tatmin eder? Sosyallik, asosyallik arkadaş seçiminizde etkili midir?

***

Özel dosyalarımız konusunda düşünce ve önerilerinizi bekliyoruz. Sizin istediğiniz, sizin seçeceğiniz, tartışılmasını istediğiniz konuları bize bildirebilirsiniz. [email protected] adresinden bize ulaşabilir, eleştirilerinizi yapabilirsiniz.

--------------------------------------------------------
 

Dr. Çiğdem DÜRÜST
Psikolojik Danışman

SOSYALİZASYON VE ASOSYALİZASYON KISIR DÖNGÜSÜNDE POLİTİZASYON


"Sıradan(!) sosyalleşmenin gereklerinin çevremize çizdiği çerçeve sayesinde, politik sosyalleşmeyi benimseyen bireyler sosyalleşme sürecinde 'tanrılaşıyorlar' ".

Ne karışık bir cümle bu böyle!
İnanın cümlenin yazarı olarak, bunu açıklamak için en az 700 kelime isteyeceğimi bilmiyordum.

***

İnsanız biz!
Hem de sosyal insan...
İnsanı diğer organizmalardan ayıran en önemli fark, onun sosyal bir varlık olmasıdır ya... İşte ondan, insan olmak bir "üstünlük" sağlıyor bize. Böylece, diğer organizmalardan üstün olmak, bizlere birbirimizin üstünde olma pratiğini de kazandırıyor otomatik olarak.
İnsan toplum içinde yaşar, toplumdan etkilenir ve toplumu etkiler. Davranışlarımızın büyük bir bölümü, sosyal çevre aracılığıyla şekillenir. Çünkü çevremizin beklentilerine uygun davranırız.  Yani içinde yaşadığımız toplumdan etkilenerek, toplumun beklentilerine uygun davranışlar geliştirmemiz, bizim sosyal davranışımızdır.
Sosyal davranışı şekillenmiş birey, sosyal birey(mi?)dir.
Bireyin içinde yaşadığı topluma uygun davranmasını sağlayan süreç sosyal etkidir. Sosyal etki sayesinde, bireyin ve bireyin dâhil olduğu grupların davranışlarında etkileşimler ve değişimler meydana gelebilir. 
Sosyal etki sebebiyle birey uyumlu veya uyumsuz olarak yaftalanabilir. Uyumsuzluk bazı zamanlarda marjinallik etiketine, bazı zamanlarda asosyalite benzetmesine maruz bırakabilir.

GRUP VE BİREY İLİŞKİSİ

*Marjinalite, sosyal uyum sürecini tamamlayamamış birey ve sosyal gruplardaki uyumsuzluğu ifade etmek için tercih edilen bir kavramdır. Asosyallik ise, yaygın kullanılan şekli ile itaat etmeyi reddeden birey ve gruplar için tercih edilen bir etiket haline dönüşmektedir.

Bir insan sırf başkaları öyle istiyor diye bir davranışı sürdürüyorsa bunun adı itaat ve sosyal uyum olabiliyor; lakin itaat etmiyorsa da marjinal veya asosyal gibi tanımlamalara maruz kalmak zorunda bırakılıyor.
Sosyal uyum sürecinde, asosyal olarak tanımlanan bireylerin, sadece kendilerini toplumsal yaşamdan soyutlamaları demek olmadığı; tek bir tanımı olamayacak kadar derin anlamlar içerdiği kısa bir literatür taraması ile kolaylıkla anlaşılabilecektir.
Asosyal olmayan veya marjinal kabul edilmeyen insanların belli gruplar içerisinde daha çok yer alabiliyor oluşları, genel kabul gören gruplar içerisinde kimliklendirilebilmelerine de sebep olmaktadır.
Grupların bireylerden, bireylerin de gruplardan faydalandığı unutulmamalıdır.
Gruplar:
• Bireylerin amaçlarını gerçekleştirmelerine yardımcı olur.
• Bireyleri birbirine yakınlaştırır. Ortak duygu ve düşüncelerin gelişmesine yol açar.
• Bireylerin tutumlarının gelişmesine ve değişmesine neden olur.
• Bireylerin kendilerini güven içinde görmelerini sağlar.
• Birey iş bölümü sayesinde kendini kanıtlama imkânı bulur.
• Bireyin sosyalleşmesine yardım eder. Kişiliğin toplumsal yanının gelişmesinde etkili olurlar.

*Görüldüğü gibi grup ve birey arasında faydacı bir süreç vardır. O halde, bu noktada, sosyal ve asosyal bireyleri, gruptan faydalanan veya grubu faydalanılacak bir alan olarak görmeyen bireyler şeklinde tanımlamak çok hatalı olmayacaktır.

İnsan davranışı genelde "öğrenilme" temeline dayalıdır. Özellikle sosyal yaşamda içgüdüsel davranışların azlığı dikkat çekecek boyuttadır. Doğumdan başlayarak, hayatımızı sürdürdüğümüz sosyal temasımıza sebep ve sonuç olan her şey toplum içerisinde öğrenilir, uygulanır ve gelecek nesillere aktarılır. Sosyalizasyon yani toplumsallaşma budur.
Tersten bakalım: Eğer birey, toplum içinde yaşamıyor olsaydı, sosyalleşme sürecini başarı ile tamamlayamazdı. İşte bu nedenle "Asosyalizasyon" kullandığımız biçimi ile "sosyalizasyon" kavramına tam karşılık gelemez.

EGEMEN BİZ

*Madem ki sosyaliz ve asosyalleşmek gibi bir lüksümüz yok; bunu layıkıyle yerine getirelim.

Açıkçası bir toplumda belirlenmekte olan yönetim biçimi daha demokratik olacaksa, mevcut psikolojinin ardında yatan ideolojik bakış açısı da yenilenmelidir.
Şikâyet edip değiştiremediğimiz düzenin bir parçasıyız. Değişimi isteyen fakat yerine getiremeyen bir toplum olarak sancılar ve sıkıntılar içinde yaşamımızı sürdürmek, genellikle de politikacıları suçlayan bir toplum olmaya devam etmek sosyalleşmemizin bir parçası değil midir?
Siyasetçiyi suçlamayı ve toplumun içine düştüğü çıkmazdan sadece onların hatalı olduğunu söylemeyi alışkanlık haline getirdik ya, onları da mutlak iktidar “ilan edilmeye” alıştırdık... Mutlu olmak için okulumuzu, evimizi, eşimizi değiştirerek sağlayabileceğimize inandığımız kadar, istikrar sahibi bir devlet yapısı için de hükümetleri/politikacıları değiştirmek gerektiğine inandık.

Oysa değişikliğin bizim dışımızda olmadığını göremedik! Belki görmeyi reddetmek daha kolay geldi…
Demokratikleşen iktidar anlayışı sayesinde ulaşılabilecek pek çok hedef olduğunu bildiğimiz halde, demokratikleşmeyi kısıtlayan mutlak iktidar anlayışını sürdürecek politikacıları beslemeyi sürdürdük.
Madem ki toplumuz, onların sosyalleştikleri alanın egemenleri olduğumuzu hatırlamalıyız!
Siyasi partileri de bizim sosyalleştirdiklerimiz şekillendirdi. Aynı siyasi partiler, devleti yürütüyor. Oysa devlet artık aşılamaz bir set oldu önümüzde. Bilgi birikimimizi aşan veya anlamakta zorlandığımız bir durum ile karşılaştığımızda Tanrı gibi, ulus gibi metafizik göstergelerini yanı başımızda bulmak bizi rahatlattı. Kendi kurduğumuz sedde hükmedemedikçe devleti yücelttik. Bilmemek kaygısı ile içimizde yarattığımız boşluk o zaman yerini iyi bir dayanağa bırakmış oldu:

* “Devlet yücedir. Onu yücelttikçe biz de yüceliriz!”

Şimdi politikacılara ulaşılmaz oldukları, bizi temsil etmedikleri için kızıyoruz.
Ne politikacılar asosyal, ne de politika onları daha sosyal kılıyor. Sadece biz ne istediğimize karar veremiyor, sosyal ve siyasal yaşamı şekillendirecek toplumsal gücümüzü kullanamıyoruz. Hepsi bu!

----------------------------------------------------------
Barış Başel
Psikolog

Sosyalleşme ve sivil toplum katılımı

Sosyalleşme, insan yavrusunun toplumun bir üyesi haline gelmesidir, yani ailesinin, akraba ve komşuluk çevresinin, kent ve köylünün ve nihayet ulusunun bir parçası olduğunu öğrenmesidir. Büyümekte olan çocuk, etrafındakilerle etkileşim sonucu, onlarınkine benzer davranışlar geliştirecektir. (Kağıtçıbaşı,Ç 2005)

SOSYAL TEPKİME-SAPMA

Gruba veya çoğunluğa uyma davranışı, genelin benimsediği değer yargıları, kültürel öğeler ve yaygın olan yaşam biçimine uymak ya da buna uymayı reddetmek o toplum içerisinde kabul görmeyi veya dışlanmayı belirler. (Kağıtçıbaşı,Ç 2005) Aslında kapitalist sürecin yok ediciliği ve bilgi teknolojilerinin geldiği noktaya baktığımızda bu yaklaşımın farklı bir boyutunun daha ortaya çıktığını görebiliyoruz. Mesela çoğunluktan ayrılma davranışına yönelen kişi, veya örgütler kaptalizm tarafından marjinal gruplarmış gibi gösterilip yok edilmeye çalışılmaktadır. Greenpeace ve FEMEN gibi dünya çapında faaliyet gösteren örnekler olduğu gibi hemen her toplumda sosyal tepkimelerde bulunan örgütlerin bulunması buna en güzel örnektir.  Bu nedenle çoğunluğun kabul ettiğini reddetme ve sosyal bir tepkimede bulunma davranışı ile toplumun genelinden sapma davranışını birbirine karıştırmamak gerekir. Sosyal tepkime bireyin içinde yaşadığı sistem, çevre ve toplumun yaşadığı sorunlara karşı sergilenen bir durumdur. Çoğunluğa uymama veya toplumun değerlerinden aşırı sapma durumu suç gibi bir örnek kapsamında değerlendirilmelidir. Bireyleri değerlendirmek için sosyal veya sosyalleşmemiş kriterlerini kullanırken de bu yanılgıya çoğunlukla düşeriz.
Popüler kılınan kültür ve bunu insan bedeni için yeni bir estetik anlayış ile kılıktan kılığa sokan moda, pop müzik kanalları, internet medyası, yaşam biçiminin törpüsü olma misyonunu üstlenen reklamlar gibi aşırı uyaranlar okyanusu dediğimiz bir çağın ortasındayız. Okyanusun suyunun tuz oranı o topluluk içerisindeki bireylerin yaygın inançlarını da yeniden şekillendirmektedir. Bu şekilde marka faşizmi mevcut sınıf farklılıklarını etiketleyen, hatta tescil eden ikonlar olarak kapitalizmi her gün bin kez yeniden doğurmaya devam edecektir. Toplumları sınıf farklılıklarına ayıran katmanların çeşitliliği, bu katmanların arasında büyük uçurumlar oluşmaya başlaması içinde yaşanılan sistemi kaotik bir yapıya sürükleyecektir.

TAKSİT, REKABET

Başkalarının hayatına özenmek, görünür olma çabası, markaların sunduğu hep daha iyisine sahip olabilme duygusu için ömür boyunca taksit ödeme, sürekli rekabet duygusu yaratan kurumsal kölelik olarak Kariyerizm, internet medyası tarafından pompalanan ve güvenlik duygusunu yerle bir eden korkunç suç öyküleri gibi her biri kendi içinde yüzlerce duyguyu barındıran uyaranlar listesine maruz bırakılan insanoğlu kendi seçimlerini özgürce yapıyorum duygusu ile tüketim kültürü içerisinde boğulmakta, önce kendine sonra da içinde yaşadığı çevreye ve toplumu tehdit eden sosyal sorunlara yabancılaşmak durumunda bırakılmaktadır.
Bir çoğunun “sosyal birisidir” diye tanımladığı davranışlara günümüzde farklı bir anlam yükleniyor ve sosyal medyada kendini sunduğu şekli ile kimin neyi ne kadar beğendiği veya paylaştığı, arkadaş sayısı gibi kriterler bir insanı sosyal yapar gibi bir bakış açısı ortaya çıkıyor. Ait hissettiği grupla eğlence mekanlarını paylaşmak, kahve içmek veya yemeğe çıkmakla sadece o kişilerle sosyal çevreyi paylaşıyoruz. Oysa gerçek anlamda sosyalleşme bireyin kendine ve içinde yaşadığı topluma yabancılaşmamış olmasıdır. Empati, hoşgörü ve başkalarının sorunlarına duyarlı model karakterlerin yetiştirildiği, eğitim sistemi güçlü olan ve çocuklara sosyal yaşam becerileri küçük yaşlarda kazandırılan toplumlarda vatandaşların sivil toplum örgütlerine katılım oranı yüksek olmakta ayrıca sorun çözme ve sosyal sorunlar karşısında örgütlenme becerileri gelişmektedir. Bu becerileri geliştiremeyen bireylerin çoğunlukta olduğu toplumlarda yeni üyeler için ait hissedilecek bir madde kullanım veya suç kültürünün gelişmesi, şiddet, ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi gibi sosyal hastalıkların ortaya çıkması doğaldır. Çarpıklaşmaya başlayan sistem sonuçta bunu normalize edecek ve çoğunluğa uyma davranışı geliştirecek yeni kuşaklar yetiştirecektir. Bu sorunlara olumlu anlamda yön verecek sosyal yaşam becerilerini geliştirmek ve gönüllü eğitimleri Sosyal Hizmet Politikaları açısından makro ve mikro düzeyde oluşturulmalıdır. Unutmamak lazım sivil toplum katılımı olmadığı bir sistemde hiçbir iktidar toplumsal sorunlara önem göstermeyecek ve sermayeyi korumaya devam edecektir.

***

KAYNAKÇA:
Kağıtçıbaşı, Ç. (2005). Yeni İnsan ve İnsanlar. (pp. 325-327). İstanbul: Sistem.


-----------------------------------------------------

Sinan Dirlik
İletişimci

Asosyallik net, sosyallik belirsiz

Çevresiyle iletişim kurmakta zorluk çekmeyen, kolay iletişim kurabilen ve kurulabilen, bunun da ötesinde çevresinde çekim merkezi olabilen, iletişimi yönlendiren, “dışa dönük” kişileri “sosyal insan” olarak kabul ediyorum. Asosyallik konusunda biraz tereddütlüyüm açıkçası. Zira asosyallik bir “bozukluk” olarak görülse de, kimi insanın bireysellik anlayışı kalabalık topluluklarla ilişki/iletişim kurma konusunda onu daha seçici hale getirebilir ve asosyal gibi algılanmasına yol açabilir. Tamamen içe dönük yaşayan, girdiği profesyonel ya da özel topluluklarda iletişim kurmakta zorlanan, kuramayan ve bunu “sorun olarak yaşayan” insanlar asosyaldir diyebilirim.

NET VE BELİRSİZ

Çerçeve asosyallikte biraz daha net sanırım. “Sorun düzeyinde” bir iletişim kuramama hali yaşanıyorsa, kişi de bundan rahatsızlık duyuyor ve gündelik yaşamını etkiliyorsa “asosyallik” başlar diye düşünüyorum. Sosyalleşme ise biraz daha belirsiz bir kavram sanırım. Kimi insan için seçtiği bir çevre içerisinde sosyalleşme yeterli kabul edilirken, kimi insan seçmiş olsun ya da olmasın çevresindeki tüm insanlara açık bir iletişimi tercih edebiliyor. Sınırlı ve özel bir arkadaş grubu ile ya da profesyonel çevresinde sınırlı bir grupla sosyalleşmeyi yeterli gören insanlar da tanıyorum, bunun aksine herhangi bir seçme yapmaksızın, her ortamda tanıştığı herkesle yakın iletişimi tercih eden insanlar da tanıyorum. Asosyalliğin çerçevesi daha netken, sosyalliğin çerçevesi biraz daha müphem geliyor bana…

POLİTİKA

Aktif politikayla ilgilenen insanlar kaçınılmaz biçimde sosyal olmak zorunda zaten. Eğer bir parti, bir sivil toplum kuruluşu ya da örgütte aktivist olarak yer alıyorsa en azından o parti, örgüt içerisinde etkin bir sosyalleşme içerisine giriyor insanlar. Fakat politikaya ilgisini herhangi bir parti ya da örgütte aktivist olarak görev almadan da sıcak tutan insanlar (ki kendimi öyle kabul ediyorum, herhangi bir örgüte üye değilim) politikayla çok ilgili olsalar bile bir aktivist düzeyinde sosyal olmayabiliyorlar. Politika ve günlük sorunlarla ilgilenmeyen insanların asosyal olduklarını düşünmüyorum. Hayat politikadan ibaret değil. Farklı ilgi alanlarının da sosyalleşmeye açık olduğu muhakkak…

ZOR DAHA İYİ

Dışa dönük bir insan olarak tanınmakla birlikte aslında dar bir arkadaş grubuna sahibim. İlişki kurduğum insanları doğal olarak seçiyorum. Bu seçimimde ortak ilgi alanları öncelik taşıyor. Genellikle aynı düşüncede olmadığım insanları özel alanımda tutmayı tercih ederim. Farklı siyasi görüşlerde, farklı inançlarda insanlarla kurduğum iletişim beni zenginleştiriyor. Kolay iletişim kurulabilen insanları herkes seçer. Ben sanırım beni zorlayan insanlarla iletişim kurmayı, başarabilirsem arkadaş olmayı daha çok seviyorum. Zor kurulan ilişkilerin zor koptuğuna inanırım. 


----------------------------------------------------

Uz. Umut Akçıl
Akademisyen

Sosyallik önemli

Sosyal insan denince ne anlaşılır? Asosyal ne demektir?
Sosyal insan kendi yaşamı içerisinde kaldırabileceği ilişki çerçevesinde çevresiyle ve çevreyi kullanan tüm paydaşlar ile etkileşim içerisinde olan insan olarak tanımlanabilir. Sosyal insan toplum içerisinde aktif bir yaşam süren insan tipidir.
Asosyal  insan ise yukarıda tanımladığım insan tipinin tam tersi çevresi ile etkileşim içerisinde olmayan  ve toplum içerisinde aktif bir yaşamı temsil eden faaliyetler içerisinde bulunmayan insandır.

Sosyalliğin, asosyalliğin çerçevesi nedir?
İnsanın çevresi ile kaldırabileceği ilişki potansiyeli düzeyi bu çerçeveyi belirler.

POLİTİKA, SOSYALLİĞİ BELİRLEMEZ

Politikayla ilgilenmek insanı sosyal yapar mı? Politikayla ve günlük sorunlarla ilgilenmeyen kişi asosyal midir?
İnsan sosyal olmak için ille politikayla ilgilenmesi gerekmiyor. Günlük sorunlar ile ilgilenmeyen kişi kendi fikri ve hoşnut duyduğu herhangi bir olay veya çevre paydaşı ile ilgilenerek de sosyal olabilir. Yani kişi günlük sorunlar ile ilgilenmiyor, bu sorunlar hakkında konuşmuyor diye asosyal olarak nitelendirilemez.

Nasıl bir insan profili sizi tatmin eder? Sosyallik, asosyallik arkadaş seçiminizde etkili midir?

Çevresinde paydaş olabilecek potansiyele sahip her canlı veya olay ile ilgilenen, özellikle aynı çevreyi ve topluluğu paylaştığım bir yerde fikir sahibi kişi beni tatmin edecektir. Sosyallik illa ki önemlidir.

Bu haber toplam 3035 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 175. Sayısı

Adres Kıbrıs 175. Sayısı