‘Şok taciz!’
Dün ilginç bir konu vardı gündemde.
Aslında konu değil gündem olması yarattı ilginçliği.
Sınıra yakın camilerde ezan frekanslarına Rumca şarkılar karışmış, ezan sırasında müzik sesleri de duyulmuş.
Din İşleri Başkanı Talip Atalay’ın olayda kası
Dün ilginç bir konu vardı gündemde.
Aslında konu değil gündem olması yarattı ilginçliği.
Sınıra yakın camilerde ezan frekanslarına Rumca şarkılar karışmış, ezan sırasında müzik sesleri de duyulmuş.
Din İşleri Başkanı Talip Atalay’ın olayda kasıt olabileceğini düşündüğünü söylemesiyle de konu birdenbire Türkiye basınının gündemine oturmuş.
Sanırsınız ki savaş çıkmış!
“Rumlardan şok taciz” diyen mi istersiniz, “çirkin tahrik” mi, “skandal” mı akla gelebilecek en yaratıcı başlıklarla konu birden bire gündem olmuş.
Atalay basına yaptığı açıklamalarda aslında konuyu anlatıyor.
''Aslında bu çok anormal bir şey de değil. Çünkü belli bir frekans aralığından yayın yaptığımız için bu frekanstan başkaları da yayın yapabilirler. Bizim bu konudaki en büyük sıkıntımız ülkemizin uluslararası alanda tanınıyor olmamasından kaynaklanıyor. Frekansa başkaları girebilir ve yayın yapabilir. Uluslararası bir korumanız yoksa kabullenmişliğiniz yoksa bir başkasının bu frekanstan yayın yapmasını engelleyebilecek gücünüz yoktur demektir”
Atalay bunları söylerken, alınan teknik önlemlerle sorunun giderildiğini de anlatıyor.
Ama aynı açıklamada bunun kasıtlı yapılmış olabileceğini düşündüğünü de söylüyor.
Kasıtlı yapılmışsa tabii ki çirkin bir tavır. Ancak zaten Atalay’ın dediği gibi, frekans aralarına ulaşılabiliyorsa, zaten bunun için özel bir çabaya gerek yok.
Belki özel olarak frekanstan çekilmemişlerdir.
Frekans sorununu farklı şekillerde uzun yıllardır Kıbrıs Türk televizyonları da yaşıyor.
Uluslararası frekans tanınmışlığı olmadığından yerleştiği frekans aralarına daha güçlü yayın yapan Rum kanalları karışıyor.
O yüzden de evinizde karasal yayında, yani antenlerinizle izlediğiniz yayında birçok kanalı net izleyemiyorsunuz.
Bundan birkaç yıl önce aynı konu, Rum tarafının verici güçlerini yükseltmesiyle siyasi bir krize dönüşmüş, bir süre Türkiye kanalları da adanın Kuzey’inde izlenemez duruma gelmişti.
Atalay’ın dediği gibi sınıra yakın bölgelerde daha fazla hissedilen bu sızıntı, kanallar için de geçerli.
İşin ilginç tarafı, Türkiye üzerinde konu bu kadar hassasiyet yaratmasına rağmen, örneğin, iki karasal frekans ve uydu ile Digiturk üzerinden yayın yapan Türkiye kanallarının, temiz karasal frekanslarını yerli kanallarla paylaşmaması, bu sorunun çözüm talebinin bile bir siyasi krize dönüşmesi.
Yani biz aslında uluslararası kriterlere göre gayrı yasal olarak bulunduğumuz frekanslarımızı Rum tarafını ikna edip temizleyemiyoruz ama Türkiye’nin de Kıbrıs’ta yerleştiği temiz kanalları bizimle paylaşmasını da hiçbir şekilde gündeme getiremiyoruz.
Oysa bunun başka örneği yok!
Güney’de Yunan kanalları bir alıcı üzerinden izlenme yaygınlığını henüz yeni kazanmışken biz, neredeyse sırf dostlar alışverişte görsün diye tutuyoruz ulusal kanallarımızı.
Atalay’ın dediği gibi, konu yeni değil.
Ancak ortada bir sorun varsa, liderler müzakere masasında bu sorunlarla ilgili bir çalışma yapabilirler.
Yapabilmelidirler…
Sadece frekanslar değil, telefon kullanımı gibi günlük hayatı olumsuz etkileyen pratik uygulamalarla ilgili kararlar üretilebilir.
Bunların birçoğunun ne bir maliyeti var ne de olağanüstü teknik çalışma gerektirir.
Önemli olan niyet…
Hani barışmak çözmek diyoruz ya yarım asırdır çözemediğimiz sorunda en azından böylesi insan odaklı sorunları aşabilseydik keşke.
Bunu bugüne kadar yapamadık.
Ama şimdi “çirkin tahrik”, “şok taciz” gibi başlıklarla da bunların çözümüne hizmet edilmediği ortada.
Durduk yere yılların kronik sorununu bu şekilde gündem yapmak neye hizmet eder bilmiyorum.