Sol’a Dair Bir Değerlendirme
Sol’a Dair Bir Değerlendirme
Mertkan Hamit
[email protected]
Sol düşünceyi eleştiriden ibaret gören arkadaşlarla siyasi bir konuda tartışmaya başladığımızda ilk yaptıkları yorum ‘laf çok ama icraat yok’ şeklinde olur. Ardından da mevcut koalisyon hükümetinin icraat yapamadığını söyleyip eleştirilerini ortaya koyarlar. Bu genelleyici yaklaşım tartışmaya açıktır ancak ortada verili bir durum olduğunu kabul etmekte yarar var. Bir yıldır memleketi yöneten hükümetin performansına kuşkuyla bakan kişilerin sayısı hızla artıyor ve bu başarısızlığın faturası tümden sola kesiliyor. Koalisyon hükümetinde iktidarın büyük ortağı olan CTP-BG’nin yönetimde işlevsiz bir duruma gelmesinin haklı nedenleri olabilir, ancak bu sebepler oluşturulan yargının değişmesi için yeterli değildir.
Sınıfsal, kimliğe dair ya da ulusal meselelere nasıl yaklaştığımız bir yana, sol kendini, kendi dışındakiler üzerinden ifade ettiği sürece yaşadığı akıl tutulmasından kurtulamayacaktır. Geçtiğimiz günlerde Hasan Yıkıcı’nın kaleme aldığı ve birçok noktasına katıldığım İş Cinayetlerine Neden Sessiz Kalıyoruz? başlıklı eleştirel yazısı (1) kafamda yeni soruların şekillenmesine neden oldu.
Bu yazıda değinmek istediğim nokta, Annan Planı sonuçlarını milat olarak kabul eder. Bu sonuçlardan sonra, solun belirleyici talebi olan federasyonun uzak bir ihtimal olduğu ön kabulünden dolayı ortaya çıkan yeni sol söylemi ele alır. Annan Planı sonrası sol, kısa bir sürede temel değeri olan milliyetçilik karşıtı federalist tutumu geri plana itti. Burada ortaya çıkan boşluğu Kıbrıslı Türk toplumu içindeki adaletsizliklere yönelik bir dil oluşturarak gidermeye çalıştı. Daha liberal ve daha sosyalist ayrımındaki söylemler de iki ana koldan beslenmeye başladı. Kabaca bunlar ‘Türkiye karşıtılığı’ ve ‘Sermaye karşıtlığı’ şeklinde ortaya çıktı.
Sol, bunların biri veya ikisiyle kendini var etmeye çalışırken, meseleyi daha kitlesel olarak görmeyi tercih edenler, bu iki söylemi de içselleştirememiştir. Onun yerine biraz daha anayasacı bir noktadan hareket ederek, ‘kendi evimizin içine bakalım’ gibi bir söylem ile kendini siyasetin merkezine konumlandırmıştır. Evimize bakalım derken, bahsi geçen mevzunun, Kıbrıslı Rumlarla oluşturulacak olan federasyon meselesinden bağımsız bir biçimde Kıbrıs Türk toplumunda yaşanan sorunlara çözümler üretme gailesi tarafından desteklendiğini de söyleyebiliriz.
Verili koşullarda Kıbrıs Türk toplumunun içine dönüşü, söylemde federasyona bağlılığı reddetmeyen bir konumdadır ancak Annan Planı kırgınlığı, tahayyülünde Kıbrıslı Rumların yeri son derece siliktir. Halbuki, federasyona yönelik ilgi azalırken, onun yerini dolduran; a) sermaye karşıtı ve b) Türkiye karşıtı tutum tek başına başarılı olabilir mi?
Bunun için bu iki duruşu biraz daha tanımlamakta yarar var. Önce daha reaksiyonel olan Türkiye karşıtı tutumu ele alalım. Türkiye karşıtı tutum kendini ‘Arif Hocanın Dediğinden’ söylemi etrafında oluşturmaktadır. Aslında herhangi bir politika önermek yerine reaksiyonel bir noktadan hareket etmektedir. Türkiye’nin Kıbrıs’taki konumunu ‘işgal’ olarak nitelendirip, olan tüm olayları ‘işgale’ bağlamaktadır. İşbirlikçi ve yurtsever ikileminde gidip gelirken, sol adına sınıfsal ve enternasyonalist bakmak yerine meseleleri etnik-merkeziyetçi bir biçimde ele almaktadır.
Diğer yanda sermaye karşıtı tutum ile vurgulamak istediğim ise, özelleştirmelere yönelik alınan tavırdır. Fakat bu tutum bununla sınırlı değildir. Genel olarak deregülasyon ile piyasa ekonomisinin kontrolsüz bir biçimde oluşturacağı yıkıcı etkilere çeşitli bakış açılarıyla (toplumsal kimlik, hegemonya vs…) ortaya konulan tepkilerin tümünü bu kategoride ele alıyorum. Görece kamuya ait olan varlıkların kamu malı olarak kalmasına yönelik tutum toplumda ciddi bir bilinçlenme yaratmıştır. Özellikle KIB-TEK konusunda yaratılan farkındalık önemlidir. Benzer bir biçimde, Türkiye’den gelen su konusundaki tartışmalar da yeni bir tutum oluşmasına yönelik önemli bir role sahiptir. Bunlar sermaye karşıtı hareketin güçlü yanı olurken, kurumlara yönelik oluşturduğu hassasiyeti, insan merkezine almakta sorun yaşamaktadır. Örneğin, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden inşaat işçisi ve hemen ardından sigortasız çalışan Suriyeli işçinin ‘iş kazası’ nedeniyle hayatını kaybetmiş olmasına herhangi bir tepki gösterilememiştir. Benzeri durum seks işçisi olarak çalışan bir kadının bir süre önce katledilmesinde de ortaya çıkmıştı. Bu yüzden, bu duruşu sermaye karşıtı nitelerken, emekçi dostu olmak konusunda kat edeceği uzun bir yol olduğunu söyleyebiliriz.
Kabaca anlattığım Kıbrıslı Türk solu için durum epey karamsar. Bir taraftan kendini karşıtlıktan var eden bir grup, diğer tarafta sermaye karşıtıyken, emekçilerin haklarına karşı mücadeleyi sadece Kıbrıslı Türk sınırlarında oluşturan alternatif bir soldan bahsediyoruz. Ana akım sol ise, ev temizliği diye girdiği anayasal iyileştirmeler konusunda karşılaştığı tepkiden sonra reform yapabilme konusunda inandırıcılığını yitirmiş durumdadır.
Bugün itibarıyla, sol siyasetin görünümü aşağıdaki gibidir. Hâlihazırda federasyon tartışmaları bir kenara bırakıldı, solun en derin tartışması Meclis Başkanı Sibel Siber’in Erdoğan’ın ziyareti sırasında gülüşü ile sınırlandı. Aynı dönemde ‘iş cinayetleri’ sonucunda hayatını kaybeden emekçilere yönelik hak mücadelesi başlatmak yerine alternatif sol sosyal medyada bir iki satır haber yorumu yaptı. Ana akım sol ise yasalara atıfta bulundu. Son kertede akıl tutulması sadece kurumsal değil. Genel hatlarıyla sol da hızla kan kaybediyor. Sanırım bunun çıkış yolu geçtiğimiz 10 yıl ile yüzleşmekle ve uzun zamandır pek değer göstermediğimiz federal talebe yönelik katılımcı ve çoğulcu bir duruş geliştirmekle mümkün olacak.
Notlar:
1- Yıkıcı, Hasan. "İş Cinayetlerine Neden Sessiz Kalıyoruz?" (http://www.ankaradegillefkosa.org/is-cinayetlerine-neden-sessiz-kaliyoruz-hasan-yikici/). Erişim: 21 Eylül. 2014.