1. YAZARLAR

  2. Hakkı Yücel

  3. Sol’(cu’n)un Boynuna Asılan İnciler: “Dinazor(luk)-Dönek(lik)-Liboş(luk)”
Hakkı Yücel

Hakkı Yücel

yeniduzen.com'a özel

Sol’(cu’n)un Boynuna Asılan İnciler: “Dinazor(luk)-Dönek(lik)-Liboş(luk)”

A+A-

Başlıkta dile getirilen isimlendirme ve sıfatlar, günümüzde içerden ve dışardan, Sol’(cu’n)un tanımlanmasında/işlevselliğinde, ona dair olumsuzlukları anlatmak bakımından sıklıkla kullanılan/karşılaşılan, aynı zamanda pejoratif amaçlı tanıdık ifadeler. Özellikle sosyalist sistemin/sosyalizmin çöküşünden sonra Sol(cu) kapsamında ( bundan sonra yazıda geçecek Sol kavramı Solcu’yu da içkin olarak kullanılacaktır) sürdürülen hesaplaşma/yüzleşme/eleştiri süreciyle birlikte gündeme geldiklerini söylemek mümkün. Üzerlerine konuşulmasını gerekli kılan ise hem etik, hem teorik/ideolojik hem de siyasal müktesebat olarak kendini arayan ‘Yeni Sol’un önünü kesiyor olmaları. Nasıl mı?

Bugüne kadar gelende tarihsel serüveni özetlemek bakımından şu söylenebilir: Sol, düşünsel/fikirsel bagajının, alternatiflerinden çok daha yüklü olması nedeniyle her daim yoğun tartışmaları ve bunun getirdiği iç bölünmeleri/çatışmaları şu veya bu oranda yaşamıştır. Bunun olması da  doğaldır, çünkü düşünsel/fikirsel etkinliklerin belirgin özellikleri, benzerlikleri olduğu kadar, hatta ondan daha çok, farklılıkları açığa çıkarmaktır ve bu farklılıklar etrafında onu benimseyen, savunan kümelenmeler de haliyle olacaktır. Sol bağlamında bakacak olursak başlangıçtan itibaren kendi içinde böylesi gerilimli ve dinamik sürecin yaşandığı çok aşikârdır.

Geniş zamana yayıldığında bu gelişim süreci içinde (paradoksal gibi görünen) iki şey dikkat çekicidir: Birincisi, düşünsel/fikirsel müktesebat olarak Solun, tam da buradan kaynaklanan, dinamik/çeşitlilik/farklılık içeren karakteri nedeniyle bütüncül/tamamlanmış külliyat olarak tarif edilmekteki zorluğudur; ikincisi ise yine Solun sadece düşünsel/fikirsel bir müktesebat değil, aynı zamanda yeni değerler üzerine oturan, yeni bir düzen inşa etme projesi/tahayyülü olması, yani siyasal hedefinin olmasıdır. Paradoksu yaratan da işte budur, şöyle ki, düşünsel/fikirsel yanı ağır bastığı sürece bir tamamlanmamışlığı, ucu açıklığı içeren/ifade eden müktesebat (bu durum onun aynı zamanda potansiyel yaratıcı/doğurgan mahiyetini de işaret etmektedir); siyasallaşmaya/ideolojik bir nitelik kazanmaya, somut pratik hedefler belirlemeye başladığı oranda -ki bu türden önermelerde bulunmak zorundadır- sınırları kesinleşen/keskinleşen, bütüncül/tamamlanmış hüviyet arz eden bir konuma dönüşmektedir (bu da özellikle zaman içinde tutuculaşma/dogmatikleşme eğilimini ortaya çıkarmaktadır). Bir başka ifadeyle Sol; sınırları/ufku geniş, haliyle daha esnek/yaratıcı/üretken olan ‘düşünsel/fikirsel’ alandan, giderek sınırları daha keskin, ufku daha dar, daha katı olan ‘siyasal/ideolojik’ alana geçiş yaparken, tarifi/tanımlanması mümkün bütüncül/tamamlanmış bir mahiyet kazanmaktadır. Şu da var ki soyut olandan (düşünsel/fikirsel olandan) somut olana, yani gerçek bir sistem/düzene geçmek, bunu realize etmek, hem (siyasal) ideolojiyi hem de bu türden bir seyri zorunlu kılmaktadır. Öyledir çünkü (siyasal) ideoloji, hayata/dünyaya yönelik projelere kendi damgasını vurmak ve de onları gerçekleştirmek yolunda vazgeçilmez araçtır ve bundan sonra da böyle olmaya da devam edecektir. 

Zurnanın zırt dediği yer de galiba burasıdır. Sol bağlamında bakacak olursak ideolojik (her ideolojide nispi derece farklılıkları görülebilecek olsa da bu böyledir) alanın kendisinden kaynaklanan, sınırları kesin/keskin, ufku daralmış, ödün vermeyen katı yapısı, onda içkin potansiyel düşünsel/fikirsel çeşitliliği baskılarken;  aynı anda doğruyu salt kendi tekelinde kabul eden, bunu mutlak kılan ve bütün zamanlarda geçerli olduğu iddiası taşıyan; müntesiplerinden sorgusuz sualsiz mutlak aidiyet talep eden; kendinden olmayanı dışarda bırakan bir mahiyet kazanmasına yol açacaktır. Keza diyalog/eleştiri/özeleştiri gibi, verili koşulların anlaşılmasında ve işlevsel kılınmasında yardımcı olacak yapıcı/yaratıcı unsurların göz ardı edilmesi ise kendi bünyesinde iç bölünmeleri ve de çatışmalara varan şiddeti de beraberinde getirecek sonuçlar doğuracaktır. (Tek başına Türkiye Solu’nun yakın geçmişi bu konuda yeterince ve de dramatik örneklerle doludur.)

20.yüzyılın başından itibaren teorik kurgulanışı ve yüksek idealleriyle, insanlık tarihinde talep edilebilir somut bir seçenek olarak açığa çıkan, oldukça geniş sayılacak bir coğrafyada sistem olarak realize olan, küçümsenmeyecek kazanımları yanında (eşitlik), göz ardı edilemeyecek eksiklikleri, aksaklıklarıyla (özgürlük) Sol’un 20.yüzyıl sonu itibarıyla tarih sahnesinden çekilmesi, ardında sadece kendiyle hesaplaşmasını zorunlu kılan bir boşluk bırakmamış; evrensel anlamda o boşluğu dolduracak siyasal-ekonomik-ideolojik alternatif sisteme de yer açmış ve de o boşluk, zaten mevcut olan, bu arada çöken Sol’dan da kısmi rol çalarak, en azından bu iddiayla, (neo)liberalizm tarafından doldurulmuştur. Ancak bugün itibarıyla gelinen aşamada dünyanın her seviyedeki hâli, o boşluğun beklendiği şekilde doldurulmuş olmak bir yana, krizlerle seyreden bir kaosa dönüştüğü gerçeğini de apaçık ortaya çıkarmıştır. Daha net bir ifadeyle, 20. yüzyıl sonu itibarıyla artık insanlık adına talep edilebilir bir seçenek olmaktan çıkan ve tarih sahnesinden çekilen dönemin Soluna, 21. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanmak üzereyken, istenildiği kadar revize/restore edilmeye, allanıp pullanmaya çalışılsın (neo)liberalizmin de katıldığı, buradan doğacak boşluğun başka bir şeyle ikame edilmesi gerektiği gerçeği belirgin bir hal almıştır. Bu durum ise şimdiye kadar yaşanan deneyimlerin/birikimlerin ışığında insanlığın ve dünyanın geleceği adına yeni başlangıçları zorunlu kılmıştır.

Gelinen aşamada kritik soru, yeni başlangıçları işaret/talep eden bu geçiş döneminde Sola ihtiyaç olup olmadığı ya da Solun yeniden seçenek olup olamayacağıdır. Buradan bakınca kuruluşunda kuram ve pratik olarak değişim, eşitlik, özgürlük, adalet değerleri üzerine oturan ve bunları temel ilkeler olarak kabul eden Solun; şu an dünya/insanlık adına tam da bu değerlerin esas alınması ve uygulanır olması gerektiğinden; hâlâ bir seçenek olabileceğini söylemek mümkündür. Ancak şu da vardır ki bu değerler sadece Solun inhisarında değildir. Onu bu noktada alternatiflerinden farklı kılacak husus, Sol adına bu değerlerin söylemle sınırlı kalmayan, eylemle bütünleşen olmazsa olmaz ilkeler olduklarıdır. Böyle olunca, büyük yenilgi sonrası dağılan Solun yeniden ayağa kalkması hem mümkün hem de zorunludur.  Bunun tarihsel deneyimini yaşamış ve tarih sahnesinden çekilmiş/çekilmek zorunda kalmış eski Sol olmaması, geçmiş deneyim/birikimlerinden hareketle, epistemolojik(bilgi) ve ontolojik (varlık) olarak yeni bir Sol olması gerekeceği ise bir başka göz ardı edilemeyecek zorunluluktur. Eğer böyleyse bunun ayni zamanda entelektüel-siyasal bir yeni aklı (yeni bilgileri) ve yeni toplumsal-siyasal açılımları (yeni toplumsal-siyasal deneyimleri/pratikleri) gerekli kılacağı, aynı zamanda yeni(lenmiş) düşünce/fikir/ideoloji ilişkisiyle besleneceği ve de tam da bu nedenlerle ezberleri bozacağı ve nihayet bütün bunları yerine getirecek cesarete ve yoğun çabaya ihtiyaç duyulacağı aşikârdır.

Solun içerden ve dışardan boynuna adeta bir esaret zinciri olarak asılan, bu bağlamda hareket alanını, yaratıcı düşünce etkinliğini, ideolojik genişliğini ve de esnekliğini, haliyle verili olanı anlama, dönüştürme ve yeniden inşa etme gücünü ve de cesaretini sınırlayan inciler de işte tam burada ortaya dökülmeye başlamaktadır. Kerameti kendinden menkul bu inciler Solu, geçmişe mahkûm ederek (dinazor-luk) anakronik kılmak; karşı kutba savrulduğunu söyleyerek hain (dönek-lik) ilân etmek; ya da yolunu şaşırarak düzenle buluştuğu (liboş-luk) hükmünü vermek suretiyle, düşünsel/fikirsel/ideolojik etkinlik olarak kendi içine kapalı kalmasını dayatmak yanında; bugünün kaotik dünyasından çıkışta ve daha eşitlikçi, daha özgür, daha âdil gelecek inşasında güçlü bir model olabilecek potansiyel Sol bir siyasal/ideolojik seçeneğe engel olmak gibi bir misyonu da yerine getirmektedir.     

G.Deleuze, her düşüncenin yaratıcı ve işlevsel olmadığını (bunu özellikle direnme gücü anlamında söylüyor), böyle olabilmesinin acil durumlardan acil sorular üretmek ve bunlara yanıtlar aramaktan geçtiğini söyler. Elan görünen, düşünceden ideolojiye kendisi siyasal/ideolojik seçenek olma iddiası taşıyan yeni Solun da, hem şimdiki zamana dair çözümler üretmek (somut seçenek) ve hem de gelecek tahayyülleri oluşturmak (umut devşirmek) bakımından acil durumlar karşısında acil sorular ve bunlara çözümler öneren yanıtlar üretebilmek yeteneği sergilemesi gerektiğidir ki, bu da onu eskinin dogmatik kalıplarından kopması, yeniyi inşa etmek yönünde yeni adımları atması ile mümkün olacak gibi görünmektedir.   

Dünyadan izole, kendi sınırları içine hapsolmuş, uzaktan kumanda yönetime mahkûm, irade zafiyetiyle malul, ağır ekonomik sorunlardan karanlık ilişkilere, güvenlik korkusu ve gelecek endişesinin hemen herkesi kuşattığı küçük ülkemizde; farklılıklarıyla, mevcut Solun, acil sorunlardan başlayarak acil sorular ve bunların çözümüne dair yanıtlar üretmek, bu yolda siyasal-ideolojik esnekliği göstermek, gerekli ilişkileri, ittifakları kurmak, nicelik ve nitelik olarak adım adım genişleyecek yeni bir mücadele hattı oluşturmak, bu cesareti ve çabayı göstermek yerine; “dinazor-luk/dönek-lik/liboş-luk” gibi hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan inciler üzerinden birbirini suçlamak, bu kolaycılıkla kendini aklamak yarışına girmek; kendi gücünü ve potansiyelini heba etmek kadar, ülkenin gelecek umutlarını söndürmek bakımından da vebali ağır davranışlar olacaktır.

Bu ülkede eğer Sol var ve bu Sol değiştirici/dönüştürücü bir çekim merkezi ve  toplumsal/siyasal bir güç ve de talep edilir bir seçenek olacaksa, herhalde böyle bir lüksü olmasa gerektir.

Bu yazı toplam 2647 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar