1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Soldan Düşünceler: Alternatif Ekonomi (1)
Soldan Düşünceler: Alternatif Ekonomi (1)

Soldan Düşünceler: Alternatif Ekonomi (1)

Soldan Düşünceler: Alternatif Ekonomi (1)

A+A-


Mertkan Hamit
[email protected]

Bir süre önce, KTÖS tarafından açılan bir pankartta yer alan, “Ne Paranı, Ne Paketini ne de Memurunu istemiyoruz!” söylemi, Kıbrıs’taki egemenlere karşı verilmiş, dikkate değer bir karşı çıkıştır. Sosyolojik koşulları hesaba katarak, sıradan insanların bu söyleme dönük tepkilerine baktığımızda, bu karşı çıkışın sol çevrelerden açıkça destek aldığını söyleyebiliriz. Sağ çevrelerde ise üsluba dair eleştiriler vardır. Sağ, üsluba dönük kaygıları dile getirmesine rağmen gizliden gizliye uygulanan politikaların Kıbrıs Türk toplumunun onurunu zedeleyici niteliğinden dolayı da karşı çıkışa hak verir. Bu söyleme sadece işbirlikçi çevreler açık bir hiddetle karşı çıkar. Bu noktada bir pankartta ortaya konulan talebin yarattığı fırtına bile Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasındaki ilişkilerin ekonomi bağlamında kamplaşmalara yol açacak kadar problemli olduğunu ortaya koymaktadır.

Türkiye, gerek iktidarların ideolojik kaygıları, gerekse dönemsel çıkarlar ekseninde Kıbrıs’a dönük ekonomi politikalarını belirler. İktidarda kim olursa olsun Kıbrıs Türk tarafı ekonomi politikalarında denk bir özne olarak ilişki kurmakta ise zorlanmaktadır. Bu zorlanma, hem yardım alan taraf olmanın dezavantajlı hali, hem de etkin bir ekonomik model oluşturamamanın basiretsizliğinden ötürüdür.

Borç alan tarafın asimetrik koşullarını giderebilecek olan etkin bir ekonomik model önerisi sunması ile doğrudan ilişkilidir. Bu yüzden geçmiş ve gelecek iktidarların bu konudaki zaafiyeti sarihtir. İlerici alternatif iddiasında olabilmek için ise alternatif ekonomik model üzerine kafa yormak gerekir. Yazının kapsamında ilerici alternatifi sunabilecek tek adres Kıbrıs Türk soludur. Bu yüzden esas amacım bunun üzerinden ilerici bir alternatifin düşünsel ve pratik boyutlarını ortaya koymaktır.

Kıbrıs Türk solu kültürel, politik ve beşeri sermayesi sayesinde varoluşsal krizlere rağmen kendi kendini sürdürmeyi başarabilen önemli bir külliyata sahiptir. Ancak solun ekonomi ile ilişkisine baktığımızda, hem düşünsel, hem de pratik anlamda iyi bir karneye sahip olduğunu söyleyemeyiz. İster iktidarda, ister büyük kitleleri temsil etmekten uzak ücra bir alanda olsun, sol için ekonomik başarılara sahip olması mucize gibi nitelendirilmektedir. Mucize nitelendirilmesi, bir tarafta evrensel anlamda sistematik bir algısal tahakkümün sonucuyken, diğer tarafta da solun ekonomiyi anti-kapitalist iddiası ile ele alıp, yapıcı bir çözüm modeli üretememe kolaycılığından kaynaklanır. Tıpkı, KTÖS’ün pankartında karşı çıkışının yanında ikna edici bir alternatifi koyamaması gibi bir paradoks yaratır.

Dayatmalara karşı yazının başında aktarılan çıkışa iktidarların ilk tepkisi: “Türkiye’den para gelmezse ne yaparız?” şeklinde olur. Ardından da ekonominin basit bir maliye formülüne indirgendiği “denk bütçe” söylemi kullanılır. Bu noktada ilerici bir alternatif ekonomik anlayışının da zihniyetteki sonu gelir.

Meseleyi çözümlemek için en çok karşılaştığımız bu iki söylem ve yarattığı algı ile başlamakta yarar var. Sol için politik ekonomiden bahsediyorsak, başlangıç noktası makroekonomik anlamda enflasyon, bütçe açığı, gayri safi milli hasıla gibi ölçülebilir ve ülkeleri totalde disiplin altında tutmaya yarayan kavramlardan gitmek olmamalıdır. Sol alternatif ekonomiyi matematik değil, üretim ve dağıtım ilişkilerinin aktörleri üzerinden konumlandırdığı zaman anlamlıdır. Meseleye soldan bakan bir iktisatçı için ülkedeki “Gaysi Safi Milli Hasıla” artış veya azalışının hayata yansıması farklılıklara sahip olduğunu bilir.

Örneğin, büyük bir Kamu İktisadi Teşkilatını, özelleştiren bir ana akım ekonomik davranış, gayri safi milli hasılaya büyük bir katkı yapabilir, ancak devletten özele geçen kurumun çalışanlarının bir kısmının işsiz kalması yeni sahiplerin kurumu rasyonalize etme çalışmalarının başında gelir. Hal böyle olunca, gayri safi milli hasıladaki artış ile insanların daha yüksek yaşam seviyesine ulaşması arasındaki ilişkinin kesinlikle pozitif yönlü olduğunu iddia etmek zorlaşır.

Bir başka makroekonomik gösterge olan, gini katsayısı da ülkedeki gelir uçurumunu hesaplamaya yarayan yöntemdir ancak hayata dair yorum yapmakta her zaman işe yaramaz. Çünkü bu yöntem de modern aklın bir ürünü olarak bir bütün üzerinden yorum yapmaya amaçlar. Bütünün ölçülmesi pek de mümkün olmayan alternatifi olan bireylerin hayat kalitesi gibi noktalara dair net bir yargı ortaya koyamaz. Çokça duyduğumuz diğer makroekonomik terimlerde (Ör: enflasyon, faiz oranı, bütçe açığı vb…) mali davranışları disiplin etmek dışında pek bir işe yaramaz. Foucault’nun Disiplin ve Ceza’da Panopticon benzetmesinin ekonomi üzerinden yansımalarını görebileceğimiz bu disipline edici davranış türü, modern iktidarın kitleleri kontrol altında tutabilmesine yönelik çalıştığını da bir kez daha kanıtlamaktadır.

Makroekonomik varsayımların sağlanması üzerine sarf edilen çabaların günün sonunda yeni bir ekonomik düzen yaratamayacağı sarihtir. Ancak bu, tümden makroekonomik istikrar hedeflerinin anlamsız olduğu anlamına gelmemelidir. Demek istediğim, alternatif arayışı sadece bütçe açığı, enflasyon hedefi gibi makroekonomik dengelerde aramanın beyhude bir çaba olduğudur.

Alternatif ekonomi için daha uzun erimli bir çalışma alanı ve anlayış gereklidir. Ekonomik aktörlerdeki dönüşüm sağlanmadan, alternatif ekonominin yaratılması mümkün değildir. Bu bakış açısıyla, ekonomideki aktörlere dair alışkanlıkların ve anlayışların yeniden tanımlanması gereklidir. Bu da bizi makroekonomiden çok mikroekonomiye yoğunlaşmaya çağırmaktadır. Mikroekonomi devletin maliye hesaplarını değil, üretim ve tüketim kapsamında süreçlere dahil olan ekonomik aktörleri çalışan alandır.

Dört yıllık bir iktisat fakültesinden mezun olan öğrencilerin belki de tek öğrendikleri mesele, bireylerin veya firmaların tek bir amacı olduğudur. O da “kâr” maksimizasyonu, yani en yüksek kâr oranına ulaşmak. Aslında bu klasik iktisadın dayattığı bir varsayımdır. Egemen anlayışın bu varsayım üzerinden şekillenmesinden ötürü, Homo Ekonomikus’un da bu davranışı sergilediği ve bunun dışında bir doğru olmadığı varsayımı üzerinden ekonomik ilişkiler şekillenir.

İşte iktisadın yapı bozumunun başlayacağı nokta burası olmalıdır. Klasik kuramın ötesinde bütün davranışlarımızın kâr (ya da tatmin) seviyesini en üst seviyeye çıkarma çabasından oluştuğuna dair iddiayı reddeden ve hâlâ daha çalışabilen ekonomik aktörlerin çoğaltılması koşulunda alternatif ekonomiden söz edebiliriz.

Bu noktada en genel anlamda ekonomik üretim ve tüketim süreçlerinin oluşan “kâr / artı değer” maksimizasyonu ile ekonomik döngünün tamamlanmadığını, döngüyü tamamlayacak bir admın daha eklenmesini hedeflemek gerekir. Daha net bir biçimde söylenecek olursa, kâr yaratılmasının engellenmesi değil, yaratılan kârın toplumsallaştırılmasının sağlanacağı yöntem alternatif bir ekonomiyi yaratabilir.

Bu anlayışla çalışan ekonomik aktörlerin çoğaltılması ile neo-klasik iktisadın dayattığı “ekonomik akıl” anlayışına ait çözümler de işe yaramaz olarak görülebilir. Bu durumda öne çıkan sektörlerin desteklenmesi ve geliştirilmesine dair oluşturulabilecek formüller de dayatmalara karşı ilerici alternatifin önerilmesine olanak sağlayabilir.

Sonuç olarak, alternatif mikro-ekonomik ilişkiler ve aktörlerin yeniden yapılandırılması önemlidir. Bunun için üretim sırasında ortaya çıkan ekolojik tahribat gibi dışsallıkları maliyet olarak değil, sorumluluk olarak algılayabilen bir yapılanma gereklidir. Kâr veya tatmin üzerinden kurgulanan hedonist insanın sadece bir varsayım olduğunu anlaşılmalıdır. Buradan hareketle, alternatif bir ekonomi için bireyin kolektif üretim ve tüketim süreçlerini destekleyebileceği bir aktör olarak ekonomik süreçlere dâhil edilebileceği bir açılım gereklidir. Bunun sağlanması için de ilerleyen yazılarda kooperatif ve sosyal girişim gibi alternatif modeller üzerinden bir tartışma yapılması hedeflenmektedir.

Bu haber toplam 1636 defa okunmuştur
Gaile 384. Sayısı

Gaile 384. Sayısı