1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Soldan Düşünceler: Özne Olabilmek
Soldan Düşünceler: Özne Olabilmek

Soldan Düşünceler: Özne Olabilmek

Soldan Düşünceler: Özne Olabilmek

A+A-


Mertkan Hamit
[email protected]

Deneyimlediğimiz gündelik sorunların birçoğu sadece bize özgü değildir. Karşılaştığımız sorunların büyük bölümü, hali hazırda oluşturulmuş olan koşulların bir sonucudur. Bu yüzden de karşımıza çıkan koşulları oluşturan sisteme karşı eleştirel bir tutum düşünen insanlar için olmazsa olmazdır. Ancak koşullara karşı eleştirel bir tutuma sahip olmak, tek başına sol siyaset yapıldığı anlamına gelmez.

Bu ülkede yaşayan çoğu insan mevcut vergi sistemine karşı eleştiriler getirir, asgari ücretten şikayet eder, her yeni hükümetle beraber yeni müşavirlerin yaratılmasına karşı tepki verir, taş ocaklarına karşı olduğunu söyler. Bütün bunlar düzenin getirdiği somut koşulların yarattığı rahatsızlıklara yönelik verilen tepkilerdir. Ancak, bunlar gibi birçok meseleye karşı gelmek sol siyaseti oluşturmaz. Sol siyaset üzerine konuşurken sadece düz bir muhalif tutumu değil, bir adım sonrasını da kurgulamak önemlidir. Başka bir deyişle, sadece sorunları tespit etmek değil, aynı zamanda sorunlara çözüm önermek de gereklidir.

Çözüm önerirken esasta düşünülmesi ve duruş geliştirilmesi gereken, ortaya konulan önerilerin hangi çıkar gruplarını karşısına alıp, hangi grubun mağduriyeti gidermeye yönelik olduğu ile ilgilidir. Muhalif olup ardından güçlünün daha da güçlenmesine neden olacak kararların ortaya konulduğu, farklı dönemlerde pek çok kez yaşanmıştır. Bu yüzden yasalar ya da yürütme bağlamında gerçekleşen her “değişim” adımı olumlu sonuçlar getirmez. Çünkü değişimden bahsederken, salt içi boş bir söylemden değil aynı zamanda ideolojik bir kurgudan da bahsederiz. Politikayı söz kalabalığından çıkarıp, bir mücadeleye çeviren esas noktada da budur. Bugün ihtiyacımız, politikayı kulağa hoş gelen kelimelerden oluşan bir hitabın ötesine taşıyarak, hayata dokunan somut dönüşümleri gerçekleştirmektir.

Siyaseti hitabet ile sınırlandıranlara dair, yaşadığımız en bariz ve biraz da garip deneyimlerden biri 5 Ağustos tarihinde gerçekleştirilen Demokrasiye Destek Platformu eyleminde ortaya çıkmıştır. Platformun içinde iktidar koalisyonu UBP ve DP’nin yanında meclis içinde temsil edilmeyen ama “değişimin” öncülüğünü yaptığı iddiasındaki Halkın Partisi ve hakkında pek bir şey bilmediğimiz Sosyal Demokrat Parti yer almıştır. Partilerin yanında Kuzey Kıbrıs sermayesinin temsilcileri olan Sanayi ve Ticaret odaları destek verirken, adını duyduğumuz ya da duymadığımız yüzlerce sivil toplum örgütü de eyleme destek vermiştir. Ayrıca, yükseköğrenim kurumları bu eyleme katılarak “demokrasiden taraf” olduklarını iddia etmiştir. İddia etmiş diyorum, çünkü “idam isteriz” diye bağıranların yer aldığı bir oluşumun Türkiye’de otokratik bir düzen yaratılmasını destekleyen rüzgara kapıldığını düşünmekteyim. Bu eyleme destek verenlerin demokrasi anlayışının, evrensel değerlerden yerine alt-yönetimi olduğumuz Türkiye iktidarının aklına göre tanımladığına inanıyorum. Bu anlayışa sahip olan siyasi parti, örgüt ve derneklerin sunacağı “değişimin” sınırları da arzulananı vermekten uzak olduğu açıktır. Bu deneyim, yukarıda teorik olarak anlattığım laf kalabalığı ile yapılan siyasetin geleceği son noktayı açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Bir süredir UBP-DP ve CTP’nin aldığı oyların Halkın Partisi’ne doğru yönelmesi ve bunun engellenmesi üzerinden kurulan çalışmalar kimi zaman komik haller alsa da, bu kaygan seçmen kitlesinin oylarını talep eden siyasetçiler için, ideolojik bir temel üzerinden taraf olmanın varoluşsal manası yoktur. Siyaseti bir araç değil de, amaç olarak algılayanlar için kalabalık olmak esastır. Bu açıdan merkez sol ve sağdaki ana akım partilere göre, siyaset dönüştürücü bir kavgadan çok kariyer odaklı bir fırsattır. Alınan kararlar da bu anlayış ile tutarlılık göstermektedir.

Bu noktada, sistemle uzlaşmayı reddeden ve mevcut koşulların getirdiği adaletsizlikleri alaşağı edecek bir dönüşüm isteyenler için mecliste temsil edilen siyasi partiler tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Anlamlı ve gerçekçi bir dönüşümü arzulayanlar için ise çok katmanlı bir mücadeleye her zamankinden daha çok ihtiyaç vardır. Bir taraftan güncel gerçekliklere dönük sözünü ve tavrını ortaya koyan pratik adımlar gereklidir. Ancak kısa dönemli tepkisel adımlar tek başına çözüm yaratmadığı gerçeği de göz ardı edilmemelidir.

Kısa dönemli pratik adımların yanında uzun erimli bir mücadele de gereklidir. Bu yüzden verili koşullar hem bugünü yöneten iktidar yapılarına karşı gelebilecek etkin bir muhalefeti gerektirir, hem de adaletsizlikleri ortadan kaldırarak özgürleşmeyi sağlayacak bir mücadeleyi gerekli kılar. Esas nokta ise, bunların birbiri ile ayrışan değil, birbiri ile iç içe geçen mücadeleler olarak kurgulanmasıdır.

Esas ihtiyaç tutarlı ve aktif bir sol muhalefettir. Sadece hükmedenlere karşı duran bir sol değil, aynı zamanda neo-liberalizm ve kapitalizmin getirdiklerine, temel hak ve özgürlüklere müdahale eden kararlara yönelik oluşturulacak bir yapının yaratılması elzemdir. Ancak, neoliberalizm ve kapitalizm gibi büyük anlatıları boş bir kalıp olarak kurgulamak yerine Kıbrıs özeline biraz daha yakından bakmamız gerekmektedir. Çünkü Kıbrıs’ta neoliberal ideoloji ve kapitalist anlayışın oluşturduğu en büyük tehdit Kıbrıslı Türklerin özne olma hakkına yöneliktir.

Kıbrıs’ta sol için esaslı mücadele alanlarını da düşündüğümüzde akla üç ana başlık gelir. Bunlar:
1) Kıbrıs sorununun federasyon temelinde çözülmesi
2) Özelleştirme dayatmalarına karşı kamusal varlıkların korunması ve geliştirilmesi,
3) Sosyal ve siyasi tüm azınlıkların daha iyi temsil edilmesi ve sivil anlayışın yaygınlaşmasına yönelik demokratikleşme biçiminde özetlenebilir.

Bu üç ana konu en genel anlamda Kıbrıslı Türklerin özne olma mücadelesidir. Ancak özne olma talebi ne yenidir, ne de sola ait bir mücadeledir. On yıllardır Kıbrıslı Türklerin bu mücadeleyi çeşitli koşullarda sürdürdüğünü akılda tutmakta yarar vardır. Bu noktada tarihselliğini dışlamadan özne olabilme mücadelesinin tamamlanması ve neredeyse yüz yıldır devam eden karmaşanın sonuçlanması esas olması gereken uzun erimli bir mücadele gereklidir.

Özne olabilme mücadelesinin tarihselliği, konunun Kıbrıslı Türkler için ne kadar yüksek öneme ait olduğunu göstermesinden dolayı değinilmeye değer. Kıbrıslı Türkler için farklı dönemlerde farklı siyasi görüşlere ait olan insanlar özne olabilme kaygısını ön plana taşımıştır. Mesela, D. A. Alkan imzasıyla, Derviş Ali Kavazoğlu tarafından yazılan ve 1944 yılında Halkın Sesi’nde yayınlanan PEO’ya yönelik eleştirel makalesinde, solda olanların özne olabilme meselesini şu sözlerle dile getiriyordu:

Birliğinizde yüzlerce Türk ve birçok Ermeniler aza bulundukları halde, bazı genel toplantılarınızda “Kardeşler! Yunan olmamız dolayış ile mücadeleye devam ederek teşkilatlanmalıyız ki hani sonunda milletimizi yükseltebilelim!” diye haykırıyordunuz. Madem ki ırk ve din farkı gözetmiyorsunuz, hükümetçe tanınmış olan kaza heyeti arasında neden tek bir Türk bulunmuyor?” (i)

Ancak benzeri bir biçimde, Halit Ali Rıza gibi milliyetçi Kıbrıslı Türk elitlerinin de 1950’li yıllarda Kıbrıs’a sunulan anayasa önerilerine yönelik tepkisi benzer bir özne olma kaygısını içinde barındıracak niteliktedir.

Sağ ile solun özne olabilme sorunu tespiti ortaktır. Ancak çözüm önerileri birbirini dışlamaktadır. Bir taraftan anti-komünist Türk milliyetçiliği ile diğer taraftan sosyalistlerin kurguladığı Kıbrıs yurtseverliği ekseninde süregiden özne olabilme meselesi aynı şekilde devam etmektedir. Oluşan bu farklılaşmanın bugünkü hali ise KKTC’nin meşruluğunun sağlanması ile KKTC’nin reddedilerek federal bir Kıbrıs’ın kurulması karşıtlığında yaşanır.

Bu, özne olmanın Türkiye’ye eklemlenerek gerçekleşeceğine inanlar ile özne olma hakkının Kıbrıslılar arasında paylaşılması gerektiğine yönelik taraf olanların mücadelesidir. Ancak mücadelenin Kıbrıslıların arasında paylaşılmasının mümkün olup olmamasına yönelik kaygılar artmaktadır. Ekonomik olarak anlamlandırılmış – kimi zaman da anlamlandırılamamış – paket ve projeler karşısında özne olma mücadelesinin eldeki araçların çoğunun işlevselliklerini yitirdiğine dönük inanç güçlü bir zemine sahiptir.

Federal bir Kıbrıs’a ulaşarak, Kıbrıslı Türklerin politik eşitliğinin garanti altına alıp özgürleştirilmesi esaslı bir mesele olmasına rağmen bu mücadelenin uygulama alanının seçilmiş ve atanmış elitlerin gerçekleştirdiği bir zeminde sürdürülmesinden ötürü etki gücünü kaybetmektedir.

Bu noktada sol adına Federal bir Kıbrıs kurulmadan özne olma mücadelesinin sağlama alınmasının imkânsız olduğu akılda tutulmalı, solun bu teşhisi hesaba katarak çok yönlü söylem ve eylem pratiklerini hayata geçirmesi gerekmektedir.  Zaman kaybetmeden çözüm yolları üreterek federalist bir mücadelenin gündelik ve uzun erimli hareket alanının belirlenmesi gerekmektedir.

Federalist bir anlayışla hareket etmek, liderlerin masada ne yaptığından bağımsızdır. Çözüm ister Aralıkta, ister Martta olsun, isterse de buzdolabında beklesin, federalist anlayışın güçlendirilerek yayılması solun özne olabilme derdinin devasıdır. Bu nedenle, özne olabilme mücadelesinin oluşturucu unsurlarından biri olan federalist mücadeleyi dışlamamak solun gelecek stratejilerinin oluşturucu meselelerinden biri olmalıdır.

 

------------------------------

(i) Niyazi Kızılyürek (2016), Bir Hınç ve Şiddet Tarihi: Kıbrıs'ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma, İstanbul Bilgi Yayınları, s.55. (Kaynağın kullanıldığı eser henüz yayınlanmamıştır, alıntı yapılırken söz konusu eserin yazarından izin alınmıştır.)

Bu haber toplam 1708 defa okunmuştur
Gaile 382. Sayısı

Gaile 382. Sayısı