Son Kahraman: Noel Baba!
Dünyayı kurtarmak zor, uğruna bedeller ödenmesi gereken, ciddi özveri isteyen bir iştir. Başarabilmek için birçok tehlikeyi göze alabilmeniz gerekir. Mesela Anneanneniz sizi 3. kez “ Yemek hazır Mehmet!!! Soğudu dersan bana şimdi tabağı kafana dökec
Dünyayı kurtarmak zor, uğruna bedeller ödenmesi gereken, ciddi özveri isteyen bir iştir. Başarabilmek için birçok tehlikeyi göze alabilmeniz gerekir. Mesela Anneanneniz sizi 3. kez “ Yemek hazır Mehmet!!! Soğudu dersan bana şimdi tabağı kafana dökeceğim!” şeklinde bir çığlıkla yemeğe çağırmış olsa bile, bu çağrıya kulak vermeyip dünyayı kurtarmaya devam etmeniz gerekebilir. Tıpkı benim çocukluğumun büyük bir bölümünde yaptığım gibi... “Çocuk” kapsamına girdiğim yılların büyük bir bölümünde, sabah 8- akşam 5 oyuncaklarımla birlikte hergün dünyayı kurtarma mesaisi yaptım. Diyelim ki dünyayı kurtarmayı kendinize meslek edindiniz, ki ben o dönem edinmiştim, o zaman karşınıza şu soru çıkıyor: Peki ama kime ve neye karşı? Tabi ki yine sizin yarattığınız ve hatta büyük bir özenle seslendirmesini de yaptığınız kötü adamlara karşı... Üstelik her defasında dünyayı kurtarmanın biraz daha da zor hale getirildiği ve yine sizin eseriniz olan senaryolarda... Çocukluğuma hoşgeldiniz!
Superman bir çocuğun dünyayı kurtarmak adına kendine idol seçmesi için çok müsait bir karakterdir. Karşısına çıkan herhangi bir zorluğu, üstün ve hatta üstünlüğü tartışılmaz yetenekleriyle aşabilir. Bir başka kıtada birini kurtarması mı gerekti? Herif anında ışık hızında uçar ve oraya gider. Uçak mı düşüyor? Havada yakalar. Birini mi dövecek? Gözünden ışın atar, yeter de artar bile! Adamın on parmağında on marifet olsa da, bütün çocukluğum boyunca dünyayı kurtarmak için enstrüman olarak en az kullandığım kahraman Superman’dir. Her şeyden önce adamın bu kadar güçlü ve yetenekli olmasını muhatabı olan kötü adamlara karşı bir haksızlık olarak, çocukluk deyimi ile “Galleşlik!” olarak algılamışımdır. İkincisi ise “İyi adam, kötü adamları döver ve dünya böylece kurtulur!” teması bana hep çok sıkıcı gelmiştir. Senaryo biraz daha derin ve hatta iyi adamın da kusurlarını ön plana çıkaracak cinsten olmalıdır. Bu gereksinimler doğrultunsunda en çok yakın bulduğum ve benimsediğim karakter Batman olmuştur. Her şeyden önce adam insan! Superman gibi uzaylı değil! Yetenekleri Superman’e kıyasla çok daha ölçülü ve gerçekçi. Adam bileğinin hakkıyla süper kahramanlık yapıyor! Öyle herhangi bir tarafından ışın atmıyor! Üstelik kılık kıyafeti de daha ağır, mesela kırmızı yerine siyah pelerin giyiyor. Uçarak değil, arabayla seyahat ediyor! Kıbrıslı Türk bir çocuk için daha uygun şartlar...
“BENİ RADYOAKTİF BİR ÖRÜMCEK ISIRDIYSA BENİM NE SUÇUM VAR?”
Batman’le yazıp oynadığım ve oynarken de yaşadığım senaryolar beni bayağı uzun bir dönem idare etmiş olsa da, maalesef onunla da uzun vadede problemler yaşadık. Neydi o problemler? Mesela çok basit ama önemli bir sorun: Batman espri yapmıyor! Daha doğrusu yapamıyor! Adamın mizacına ters... E bir bakıma haklı da! Adam gece işi yapıyor. Karanlığın içinden çıkıp: “ Selam ben Batman... Bir Bet ofis açıp adını Bet men mi koysam o işte çok para var! Muahahaha” diyecek hali yok. E ben de mizaha meyilliyim... Aramızda bir uyumsuzluk başgösterdi. Senaryoda Batman’e esprili replik yazıyourm, adamın ağzından çıkmıyor. Eh! “Ben da oynamam o zaman!” dedim ve attım sepete. Bu olay Spiderman ile tanışmamıza vesile oldu. Peter Parker temiz yüzlü bir öğrenci olup yine Superman’dan farklı olarak reel şartlarda kahramanlık yapmakta ve tamamen bilimsel esaslarla bu işi yürütmektedir. Adam diyor ki: “Beni radyoaktif bir örümcek ısırdıysa benim ne suçum var? Belediye ilaçlamıyor buraları!” Spiderman, Batman’e kıyasla çok daha “genç işi”bir kahraman olup, kot pantolon, sırt çantası gibi aksesuarları da o dönem ilkokulda olan bendenize daha yakın olduğundan, tercih sebebi oluyor ve uzun bir dönemde yolumuza Spiderman ile devam ediyoruz.
Yaşınız ilerledikçe oyuncaklarınızdan ve oyunlarınızdan kopuyorsunuz. Bu hüzünlü bir seramoni. Her ne kadar “ Eşşek kadar adam oldun hala bunlarla mı oynuyorsun?!” muhabbetine direnebildiğim kadar direnmiş olsam da bir gün geldi ve oyuncaklarımla kadife bir ayrılık yaşadık. O gün bir de baktım ki karşımda gerçek bir dünya, elimde o dünyayı kurtarmak için malzeme olarak ben ve çocukluğumdan bana miras kalan hayal gücüm kaldı. Zaman geçtikçe “Kurtarmak” fiilinin bendeki anlamı da hayatın derslerine paralel farklı anlamlar kazandı. Bugün “Dünyayı kurtarmak” hangi anlamda ve nasıl mümkündür diye sorulsa, bu saatlerce tartışılabilir. Bu konudaki bir başka önemli soru ise “ Acaba dünya kurtarılmak istiyor mu?” sorusudur. Genel olarak Dünyaya pek bir şey soran olmaz. O bu iş için vardır. Kurtarılmak için! Peki ya kötü adamlar? Oyunlarımızda olduğu gibi sırf kötü olmak için mi kötüler? Yoksa o kötü adamları, kurtarmaya çalıştığımız “dünya” mı yarattı?
Bunlar büyümeye direnen bir çocuğun aklındaki sorular...
“Günümüzdeki kahramanın kim?” diye soracak olursanız, cevabım tartışmasız Noel Baba olacaktır. Sanırım artık uğraş olarak “Dünyayı kurtarmak”tan çok “Dünyayı mutlu etmek” bana daha güzel bir hedefmiş gibi geliyor. İkisi arasında ise bariz bir fark var. Dünyayı kurtarırken, siz kendi kafanızdaki “kurtarılmış dünya” yı gerçek dünyaya dayatıyorsunuz. “Dünyayı mutlu etmek” hedefi ise mutluluk doğası gereği dayatılacak bir şey olmadığından daha sağlıklı ve samimi. Noel Baba belki kimseyi kurtarma iddiasında değil, belki gözünden ışık atmıyor, belki siyah pelerini yok, belki ağ atıp ordan oraya zıplamıyor, belki yakışıklı değil ve hatta belki azımsanamayacak bir göbeği de var ama insanların yüzünde güzel bir tebessüm yaratabiliyor... İşte gerçek kahramanlık...