Son mu, sondan bir önceki durak mı?
Kıbrıs sorununun çözümü yönünde yaklaşık 3.5 yıldır sürmekte olan yeni dönem toplumlararası görüşmelerde sona yaklaşıldı.
Bu son nasıl bir son olacak?
Çözüme mi yoksa kalıcı bölünmeye mi gidiyoruz?
Zirve başarılı mı, başarısız mı?
İki taraf da zirvede
Kıbrıs sorununun çözümü yönünde yaklaşık 3.5 yıldır sürmekte olan yeni dönem toplumlararası görüşmelerde sona yaklaşıldı.
Bu son nasıl bir son olacak?
Çözüme mi yoksa kalıcı bölünmeye mi gidiyoruz?
Zirve başarılı mı, başarısız mı?
İki taraf da zirveden memnun ayrıldığına göre kim başarılı? Türk tarafı mı, Rum tarafı mı?
Görüşmeci heyetimiz ısrarla başarılı olduklarını iddia ediyor. Gerçekten öyle mi?
Son olarak da biz, yani sokaktaki insan ne yapmalı?
İşte bu yazıda tüm bu sorulara yanıt aramaya çalışacağım.
Ekim 2010 Newyork.
Ocak 2011 Cenevre.
Temmuz 2011 Cenevre.
Ekim 2011 Newyork.
Yani 1 yılda tam 4 zirve.
Bu zirvelerin sonuç açıklamalarını alt alta koyun ve okuyun. Hepsinde özet olarak BM Genel Sekreteri her iki lidere de “iyi çalışmıyorsunuz, verimli olamıyorsunuz, gidin 2 ay, ya da 3 ay daha sıkı çalışın, üretken olun, şu şu şu konularda yeterli ilerlemeyi sağlayın ve şu zamanda şu yerde yeniden görüşelim” demektedir.
Açıkçası BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon süreci kurtarmaya, sonu ertelemeye ve belki yeni yeni yöntemler denemeye çalışmaktadır.
Buna rağmen liderler Mart 2010 ile Ekim 2010 arasındaki verimsiz çalışmalara Ekim 2010 ile Ekim 2011 arasında da devam ettiler. Bu sürede hiçbir başlıkta somut hiçbir ilerleme sağlamadılar. Dahası Talat döneminde hemen hemen sona yaklaşılan “Yönetim ve Güç Paylaşımı” başlığı bile son zirvede hiçbir ilerleme sağlanamayan başlıklar arasına yazıldı.
Çünkü Eroğlu, Talat’ın karma oyu da içeren 4 Ocak 2010 öneri paketini geri çekerek, Hristofyas’a da önceden kabul ettiği dönüşümlü başkanlıktan vazgeçme fırsatı verdi.
Bu kimin başarısıdır?
Elbette çözüm istemeyen biri bunu kendi hanesine başarı olarak yazabilir. Ama çözüm güçleri için bu tam bir başarısızlıktır.
Dönüşümlü başkanlık ortak devletin en önemli göstergesidir. Bu hakkı ortaklardan yalnızca birine bırakarak nereye varılmaya çalışılıyor?
Öyleyse olacak olan bellidir. Çözüm karşıtları sürecin önünü açmak için çaba harcamak yerine “dönüşümlü başkanlık bizim için olmazsa olmazdır” diyerek böylesi çıkışlarla süreci tıkamaya çalışacaktır.
Zirveden sonra yapılan ortak açıklamada böylesi ipuçları da eksik değil. Örneğin ilk kez “Vatandaşlık” konusu da ayrı bir başlık olarak sayıldı. Bundan önce “Yönetim ve Güç Paylaşımı” başlığı altında görüşülen yurttaşlık konusu artık ayrı bir başlık oldu. Çünkü Ban açıklamasında “önemli konular olan yönetim, mal-mülk, toprak ve vatandaşlık konularında ise çok daha az ilerleme sağlandı” dedi.
Vatandaşlık neden ayrı bir başlık oldu?
Çünkü UBP hükümeti hiç durmadan vatandaş yazıyor. Bu durumda artık Annan planı referandumunda oy kullananan ve tartışmasız yeni kurulacak federal devletin de vatandaşları olma hakkını kazanan yurttaşlıklar da yeniden masaya gelecek ve tartışılacaktır.
İkincisi çözüm karşıtları yarın “ben vatandaşlarımı tartıştırmam” diyerek yeni bir tıkanma noktası yaratacaktır.
Ban Ki Moon’un açıklamasında en önemli nokta da son paragrafta yer aldı. Ban açıklamada “Ocak 2012 zirvesine kadar Kıbrıs sorununun iç yönlerinin çözülmesini bekliyorum ki kısa süre sonra çok taraflı konferansa geçebilelim” dedi.
BM Genel Sekreteri ilk kez uluslararası konferansı Rum tarafının istediği gibi tüm iç sorunların çözülmesi şartına bağladı.
Hatırlanacağı gibi bugüne kadar Türk tarafı görüşmelerde “Güvenlik ve Garantiler” hariç bütün başlıklarda yeterli ilerleme sağlandığı zaman son noktayı koymak üzere garantörlerin de dahil olacağı bir konferans toplanmasını talep ediyordu. BM de bunu olumlu karşılamaktaydı. Ancak bu son zirvede Rum tarafının talebine uygun olarak bütün iç konuların yani mal-mülk, toprak ve dolayısıyle harita dahil bütün sorunların çözülmesi sonrasında böyle bir uluslararası konferans çağrısı yapacağını söylüyor.
Bunun için de taraflara sadece 2-2.5 aylık bir süre veriyor.
Yeterli mi?
İki taraf da iyi niyetli, istekli ve verimli çalışırsa elbette yeter. Ama tam 1.5 yıldır hemen hemen hiç bir önemli ilerleme sağlayamayan Eroğlu-Hristofyas ikilisi ile bunun olasılığı elbette zayıflıyor.
Kaldı ki en önemli sorun bu sürede liderler halkları tarafından çok rahat bırakıldı.
Sokaktaki insan neredeyse çözümle ilgilenmediği gibi, sorunu unuttu bile.
Sendikalar ve sivil toplum örgütleri de liderlere yeterli baskıyı yapmadı, meydanı bu alanda boş bıraktı.
Zirve başarılı mı?
Yeni bir olanak verdiği ve kopmadığı için başarılı diyenlere katılamıyorum.
Kopmaması elbette önemlidir.
Ama Ocak’ta kopmayacağının, ya da bir sonraki zirvede kopmayacağının hiçbir garantisi yoktur.
BM uzatmaları biraz daha uzattı.
Hepsi bu.
Peki bu durumda çözüm için umutlanalım mı?
Açıkçası ben ufukta en küçük bir umut göremiyorum.
İnsanımıza boş umutlar vermektense süreci ilerletmek için iki lidere de baskı oluşturmayı ve bu yeni süreyi daha verimli kılmak için sokağa çıkmayı tercih ederim.
Son olarak bir noktanın daha altını çizmek istiyorum.
Ocak zirvesi son, ya da sondan bir önceki durak olabilir.
Bunun için ellerini ovuşturarak bu defa da çözüm olmazsa ayrılık, ya da bölünmenin kalıcılaşması ve KKTC’nin tanınması hayallerini kuranlar bir kere daha hayal kırıklığına uğrayacaklar.
Ne BM’nin, ne AB’nin ne de dünyanın böyle bir gündemi yoktur.
Olacak olan Kıbrıs sorununun buzdolabına kaldırılmasıdır.
Ne zamana kadar mı?
En azında Rum tarafının AB dönem başkanlığının sona ermesi, arkasından Rum başkanlık seçimi ve yeni Rum hükümetinin kurulmasına kadar.
Kısacası Mart-Nisan 2013’e kadar.
Bunun dışında bir sonuç bekleyenler boşuna beklemiş olacaklar.