1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Son Virajda Garantiler
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Son Virajda Garantiler

A+A-

İkinci Mont Pelerin toplantısında yaşanan krizden sonra liderler yeniden yola koyuldular ve kendileri kadar toplumlar da derin bir nefes aldılar. Kesilme noktasına gelen müzakerelerin Ocak ayında yeniden başlayacağı karara bağlandı ve “Çözüm Kervanı” Cenevre’ye doğru yola çıkmaya hazırlanmaya başladı.

Geçen hafta yazdığım yazıda krizi aşmak için olası çıkış yollarından bahsederken en uygun yolun şu olabileceğini söylemiştim: “Üçüncü Mont Pelerin toplantısı hazırlanır ve o toplantıda Kıbrıslı taraflar kendi kozlarını paylaşırken, Türkiye ile Yunanistan da kendi aralarında paralel olarak müzakere ederler. Eğer bu müzakerelerde anlaşma sağlanırsa, Beşli/Çoklu konferansa geçilir.”

Gerçekten de liderler buna benzer bir formül etrafında uzlaştılar. Mustafa Akıncı ve Nikos Anastasiadis Cenevre’de önce kaldıkları yerden baş başa görüşmeye devam edecekler, sonra da garantör ülkelerin katılımıyla beşli toplantı gerçekleşecek ve çoklu toplantının kapısı açık tutulacak.

Liderlerin kendi aralarında müzakere ettikleri konuları bütünüyle sonuçlandırmaları beklenmiyor. Bazı konular garantilerin görüşüleceği masaya bırakılacak. Bu, tarafların müzakere pozisyonlarıyla ilgili bir durumdur.
Türk tarafı toprak konusunu, Kıbrıs Rum tarafı da dönüşümlü başkanlık ve bazı başka konuları Cenevre’ye gidecek olan “Garantör Anavatanların” çantalarına  koyma niyetindedirler.

Anlaşılacağı üzere, bundan sonra müzakerelerin merkezinde garantiler konusu vardır ve bu konuda anlaşma sağlanırsa, tarihte ilk defa iki toplum arasında yapılan müzakereler sonucunda ortaya kapsamlı bir çözüm planı çıkacak. Tabii, nihai çözüm için referandumları beklemek gerekecek.

Kısacası, Kıbrıs’ta çözüm garantiler konusuna endekslenmiş bulunuyor ve söz konusu garantiler olunca da sözün büyüğü Türkiye ile Yunanistan’a düşüyor. Şimdi bütün dikkatler bu iki ülke arasında yapılacak, aslında bir biçimde yapılmakta olan, açık, gizli, dolaylı vs. diplomasi faaliyetlerine çevrilmiştir.

Bu zor aşamada çözüm karşıtı güçler elbette boş durmayacaklardır. Sürecin baltalanması ve görüşmelerin çıkmaza girmesi için yoğun bir propaganda dönemi başlatacaklardır. Kıbrıs’ın güneyinde “sıfır garanti, sıfır asker” sesleri daha şimdiden yükselmiş bulunuyor. Yunanistan’da bu koroya katılacak milliyetçilerle popülistlerin, Batı karşıtı “solcu yurtseverlerin” sayısı hiç de az değildir. Türk Ret Cephesinde yer alanlar ise “Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinden” dem vuruyorlar. Ankara karşısında biraz çekingen davrandıkları için fazla bağırmıyorlar belki ama Türkiye’den bu yönde yükselecek seslerden medet umuyorlar.
Fakat garantiler konusu hiç kimsenin göğsünü gere gere yüksek perdeden konuşacağı bir konu değildir. Çünkü 1960 Garanti Antlaşması bütün taraflarca ihlal edilmiş bir anlaşmadır.

Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini korumak bir yana, 1964 yılında adaya gizlice asker soktu ve 15 Temmuz 1974 tarihinde de darbe yaparak -aslında bu silahlı bir dış müdahaledir- anayasal düzeni yıktı.

İngiltere anayasal düzeni koruma yükümlülüğünü yerine getirmek için en küçük bir çaba sarf etmedi.
Türkiye’ye gelince. Türkiye’nin garantör ülke olarak Garanti Antlaşmasıyla kurulan düzenin ihlal edildiği 1974 15 Temmuz’unda tek başına “hareket geçme” yetki ve yükümlülüğüne sahip olduğu açıktır. Fakat -anlaşmada yer alan “harekete geçme” ibaresinin askeri bir müdahaleyi içerip içermediğini şimdilik bir kenara koyalım ve şunu vurgulayalım- “harekete geçme” ancak ve sadece bozulan düzeni yeniden kurmak amacıyla meşrudur. Oysa Türkiye  20 Temmuz 1974 tarihinde başlattığı ve 16 Ağustos’ta noktaladığı askeri müdahalelerle “yeni bir nizam” kurmaya yöneldi.

Kıbrıslı Türkler arasında yüksek perdeden Türkiye’nin “etkin ve fiili” garantisini savunup çözüm umutlarını bertaraf etmeye çalışanlar genellikle Kıbrıs Türk toplumunun 1960’lı yıllarda yaşadığı acı deneyimlere gönderme yaparlar. Gerçekten de Kıbrıslı Türkler 1963-67 arasında büyük kayıplar yaşadılar. Yirmi beş bin insan evinden barkından ayrılmak zorunda kaldı. Üç yüz kişi kayıplara karıştı ve 224 kişi öldü. Yani, toplam ölü sayısı 524’ü buldu.

Fakat madalyonun öteki tarafında da şöyle bir durum var: Garanti Antlaşmasının garantörlere verdiği tek taraflı müdahale hakkı sonucunda Kıbrıslı Rumlar büyük acılar yaşadılar. 182 bin Kıbrıslı Rum yerinden edildi. 2500 ölü ve ölü olduklarından kimsenin şüphe duymadığı 1508 kayıp Kıbrıslı Rum var. 1.5 Milyon dönüm arazi, yüzlerce fabrika, hotel ve işyeri Türk tarafının eline geçti.

Kıbrıslı Türklerin kendi yaşadıkları acı deneyimleri dillendirmeleri ne kadar meşru ise, Kıbrıslı Rumlarınki de o kadar meşrudur. Üstelik, Garanti Antlaşması Kıbrıslı Türklerin büyük kayıplar yaşamasını engelleyememişken, Kıbrıslı Rumlar Garanti Antlaşmasının hayata geçirilmesi sonucunda mağdur edildiler.
Evet, şu sıralar kritik günlerden geçiyoruz. Bu müzakere sonucunda ülkenin kaderi belirlenecek. Garanti Antlaşmasını Kıbrıs Rum tarafına daha az toprak vermek için bir pazarlık  kozu olarak görebilirsiniz. Ya da dönüşümlü başkanlığı garantilere endeksleyebilirsiniz. Fakat bu pazarlık pozisyonları müzakere masasını devirecek noktaya kesinlikle götürülmemelidir.

En önemlisi, adanın kuzeyi ile güneyinde ve Türkiye ile Yunanistan’da milliyetçilerle popülistlerin giderek daha yüksek sesle işiteceğimiz absürt argümanlarını çürütmek için bütün barış severler harekete geçmelidir.

Bu yazı toplam 4290 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar