Sonrası kan ve gözyaşı
Sonrası kan ve gözyaşı
Feminist Atölye (FEMA)
Aslında her şey “artık her iki kişiden birinin oyunu alıyoruz” diyen Ustalık Dönemine geçiş ile başlamıştı. Ustalık döneminin hemen öncesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren adeta devletin karakterini belirleyen askeri-sivil Kemalist vesayet, yavaşça bertaraf edilmeye başlanmış; dönemin Avrupa Birliği vizyonu ile birlikte “yeni bir Türkiye imkânı doğuyor galiba” dedirten gelişmeler yaşanmıştı. Öyle ya, Türkiye’de şahin kadroların belirlediği politikaların dışına çıkan siyasal hareketler, Cumhuriyet tarihi boyunca darbeler, muhtıralar, gözaltılar, idamlar ve işkencelerle inim inim inletilmiş, ne zaman bir özgürlük hareketi filizlenecek olsa üzerlerine askeri botlarla basılmıştı. 2000’li yıllara gelinceye kadar geçen süreçte, Özal’ın başlattığı neoliberal politikalar sağ partiler tarafından istikrarla yürürlüğe koyulurken, neoliberalizmin tüm dünyada “-mış gibi yaptığı” özgürlük vaatleri Türkiye’de tutturulamamış, geleneksel-otoriter-askeri vesayet Demokles’in kılıcı gibi devletin parya muamelesi yaptığı sosyal grupların başında bir aşağı bir yukarı sallanmıştı.
Şehirlerde kendi içerisinde mitos bölünmelerle parça pinçik olan sosyalist gruplar vardı… Doğu’da maruz kaldığı devlet şiddetine karşı direnmeye çalışan Kürtler… Batı ve Akdeniz bayrak fetişizmi ve Cumhuriyet mitingleri hezeyanları ile dolup taşarken, Orta ve Kuzey ise Milli Selamet geleneğinin ve MHP’nin geleneksel söylemlerinin yetersiz kaldığı, uzunca bir süredir ekonomik palazlanmayı bekleyen İslami-muhafazakâr kesimlerin diyarıydı. Sol kanattan (ÖDP’nin yarattığı birkaç yıllık bir umut dışında) Türkiye’yi demokratikleştirecek alternatif örgütlenmeler bir türlü çıkamıyordu. DYP ve ANAP büyük sermaye ile kol kola girmiş neoliberal politikaları bilfiil yürürlüğe koyarken vesayete eklemleniyor, Refah Partisi ise ekonomik olarak palazlanmak isteyen esnaf, küçük işletme ve İslami muhafazakâr taşra erbabı için fazla sekter kalıyordu. Bir başka proje lazımdı; hem Özal’ın başlattığı neoliberal politikaları devam ettirecek, hem vesayetin palazlanmasına izin vermediği taşra erbabını ekonomik olarak güçlendirecek, hem AB vizyonu aracılığı ile büyük sermayenin ve liberallerin onayını alacak bir proje…
Bu projenin adı Adalet ve Kalkınma olmalıydı. Şahin siyasetlerin dışladığı paryalar için Adalet, büyük sermayeden fırsat bulup semiremeyen küçük sermaye için Kalkınma… Her neoliberal parti gibi, “catch all” olmalıydı Adalet ve Kalkınma. Milli selamet geleneğinden gelse bile sadece İslami-muhafazakâr kesime değil, sağda duran farklı sosyal tabanları içerecek bir koalisyon zemininde kurulmalı, hatta mümkünse bir miktar liberal ve sosyal demokratı da çeşni olarak barındırmalıydı. Kemalist vesayet bertaraf edilinceye kadar “sivilleşme” söylemi bir politik rota olarak tutturulmalı, Avrupa Birliği vizyonu ile beraber hak ve özgürlükler genişletilmeli, küçük ve orta ölçekli işletmeler desteklenip sermaye yapılanması büyük şehirlerden ve kartellerden taşraya doğru kaydırılırken, devlet içinde kadrolaşma da tamamlanmalıydı. Tüm bunlar olurken, Adalet ve Kalkınmanın üzerine bina edildiği milliyetçi ve muhafazakâr zemin kamufle edilmeli, “özgürlüklerin genişletilmesi” adı altında ortaya çıkan hareketliliğin, sadece bazı sosyal grupların özgürlükleri için olduğu belli edilmemeliydi. Örneğin, “inanç ve ibadet özgürlüğü” denirken, Cem Evlerinin ibadet yeri sayılmadığı saklanmalıydı. Zaten Ustalık Dönemine ancak böyle geçilebilirdi. Bir yanda tonu giderek hafifletilecek “sivilleşme” söylemi devam ettirilirken, öte yandan AB’nin yerine Ortadoğu’yu koyan “One Minute”li güç politikaları zerk edilmeliydi. Öyle de oldu.
Ustalık dönemi ile birlikte, bir tek kişinin şahsında somutlanan ve önce hükümet, sonra devlet düzeyinde genişleyecek olan totaliter devlet geleneğine dönüş başladı. AB gündemi rafa kaldırıldı, özgürlükler söylemini makbul kadın ve erkeğin ne olduğunu anlatan muhafazakâr söylemler aldı, insanların kaç çocuk doğuracağı, kiminle yaşayacağı, ne içip ne yiyeceği, yukarıdan beyan edilmeye başlandı. Kadın cinayetleri 100 kat artarken, kürtaj hakkı sınırlandı, tecavüzcüler beraat ettirildi. Dış politikada sıfır komşu noktasına gelirken, Kürt sorunu ve Kıbrıs Sorunu iç siyasi hesapların cepte tutulan kartları olmaya devam etti. Kimin besleme, kimin çapulcu olduğu bu süreçlerde belirginleşti. Evet, Ustalık önemliydi ama yeterli değildi. Başkanlık sistemi gelmeli ve restorasyon adı altında formüle edilen neo-Osmanlıcı bir rejim değişikliğine gidilmeliydi. Buna itiraz eden kadrolar tasfiye edilmeli, muhalif yayınlar durdurulmalı, çoğulcu ve demokratik bir Türkiye umudu veren HDP gibi siyasal hareketler bastırılmalıydı… Sonrası mı? Sonrası kan ve gözyaşı…
----------------------------------------------
Cadı Süpürgesi:
14 yaşındaki kız çocuğunu tehdit ettikten sonra kendinde onu bir ilkokula götürüp tecavüz etme cesaretini gören erkekleri de, bu erkekleri yaratan ataerkil toplumsal yapıyı da cehennemin dibine doğru süpürmek istiyoruz.
-----------------------------------------------
Mor Kitaplık:
Özgürlüğün Ekolojisi-Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı ve Çöküşü
Murray Bookchin
On binlerce yıllık muğlâk bir toplumsal evrim sonrası, yeniden doğal evrime girmemiz gerekir. Sadece nükleer intihar ve ekolojik felaketler olasılığı karşısında hayatta kalmak için değil, yaşam dünyasında kendi verimliliğimizi geri kazanmak için de... Yeniden ilk atalarımızınki gibi ilkel yaşam biçimlerine dönmemiz gerektiğini ya da etkinliği ve techné'yi pastoral uysallık ve kırsal pasiflik imgesine teslim etmemiz gerektiğini söylemiyorum.
Doğal dünyanın öznelliğinin yanı sıra onun yaratıcılığını, aktifliğini, çabasını ve gelişmesini de inkâr ettiğimizde onu kötülüyoruz demektir. Doğa asla uyuşturulamaz. Doğal evrime yeniden girmemiz, insanlığın doğallaştırılması olduğu kadar doğanın insanlaşmasıdır aynı zamanda.
Özgürlüğün ekolojisi, en nihayetinde, toplumsal özgürlükle doğal özgürlüğün bu ekolojik etkileşimi içinde şekillenecektir. Bu kitabın Özgürlüğün Ekolojisi şeklindeki başlığı, doğa ile insan toplumunun yeni bir ekolojik duyarlılık ve yeni bir ekolojik toplum içinde yeniden uzlaşmasını -insanın insanla yeniden uyum içine girmesi yoluyla doğa ile insanlığın yeniden uyum içine girmesini- ifade etmeyi amaçlamıştır. (Tanıtım Bülteninden)
Yayınevi : Sümer Yayıncılık
------------------------------------------------
Feminist 50 Film
Feminist 50 Film arasından seçtiklerimizden tanıtım yayınlamaya devam ediyoruz..
Kadınlık Belası – 1974
Female Trouble | Yönetmen: John Waters
Dawn Davenport, Noel’de istediği hediyeleri alamamıştır. Annesiyle kavga edip kapıyı vurup çıktıktan sonar otostopla Earl’ün arabasına biner. Kısa süre sonra Earl’den hamile kalınca adamdan para ister ancak reddedilir. Kızını doğurur ve ona tek başına bakma zorunda kalır. Garsonluk, hırsızlık ve fahişelik yapmaya başlar. Asıl adı Harris Glenn Milstead olan ve John Waters’la birlikte yarattıkları Divine karakteriyle filmde arz-ı endam eden aktör, filmde hem Dawn’ı hem de Earl’ü canlandırıyor.
3 Kadın – 1977
3 Women | Yönetmen: Robert Altman
Pinky, Kaliforniya çölünde bir spada çalışmaya başlayan tuhaf bir ergendir. Spada çalışan Millie’yle oda arkadaşı olurlar ve Pinky, Millie’ye karşı aşırı bir bağlılık geliştirir. Millie ise umutsuzca ilgi çekmeye çalışan bir tiptir. Hamile, tuhaf yaradılışlı bir sanatçı ve onun kovboy kocasının sahip olduğu barda takılmaya başlarlar. “Muhtemelen bir alfa-erkek yönetmen tarafından çekilen en dikkat çekici film. Ve kendisi hakkında konuşturan bir kadın filmi.” diye yazmış Molly Haskell bu film hakkında.