SONUN BAŞLANGICI…
31 Mart öncesi meydan meydan dolaşarak CHP-HDP- FETÖ- PKK iş birliği ile oluşturulan illet- zillet ittifakı nedeniyle Türkiye’nin ciddi bir beka meselesiyle karşı karşıya olduğunu söyleyen AKP Genel Başkanı, 31 Mart sonrasında “artık kucaklaşma, asıl meselelere odaklanma zamanı” olduğunu söylüyor.
Nedir o acilen odaklanılması gereken “asıl meseleler”?...
Enflasyon, evir çevir revize edilen sepetten bile %20 lere dayanmış olarak çıkıyor. Siyasal tansiyon yükseldikçe, dünyayla kavga edildikçe, ithalata dayalı ekonominin çarkları zorlandıkça ateşi yükselen dövizi baskılamak için çırpınılırken döviz rezervleri hızla eriyor. İşsizlik oranı son 10 yılın zirvesini gösterirken yabancı sermayenin hızlı kaçışı durdurulamıyor. Firmalar ikişer üçer kapılarına kilit vururken uluslararası alanda etkisini giderek daha fazla hissettiren soğuk izolasyon rüzgarları, Türkiye’yi her alanda bir yalnızlaşmaya itiyor.
Oysa bu “asıl meselelerin” gündemimizde olmaması gerekirdi. Malum, 24 Haziran seçimlerinde bir oldu bittiyle geçiverdiğimiz Başkanlık rejimi ile birlikte artık tarihe karışmış olması gereken çok başlılık yerini huzur, istikrar ve büyümeye bırakacaktı. Anlaşılan o ki, Türkiye’nin meseleleri 17 yıllık AKP iktidarında o denli büyümüş, o denli karmaşıklaşmıştı ki “her derde deva Türk işi başkanlık rejiminin bile” altından kalkamayacağı bir hale gelmiş. Hepsi bir yana, çok partili sisteme geçtiğimiz 1950’den bu yana iyi kötü onlarca seçim yaşanan, kendisinden habersiz kuş uçurulmayan ülkede gerçekleştirilen bir yerel seçimle ilgili olarak bizzat AKP kurmayları “tarihin en şaibeli seçimi” yakıştırmasını yapıyorlar ki bu, aynı zamanda 17 yıllık AKP iktidarının, 1 yıllık başkanlık rejiminin vazgeçtik ekonomiyi düzeltmesini, “kendi ifadeleriyle” doğru dürüst bir seçim bile yapamadıkları anlamına geliyor.
Bir hükümet mutfaktaki yangınla baş edemiyor, enflasyonla mücadele edemiyor, sokakları her gün yeni işsizlerle dolduruyor, dünyayla kavga ediyor, bir de üstüne doğru dürüst seçim bile yapamadığını en yetkili makamların ağzından itiraf ediyorsa niye ve nasıl iş başında kalabilir ki?
Şimdi gerçekten asıl ve acil konuya odaklanmak gerekiyor…
Türkiye’de artık hiçbir mekanizmayı işletemeyen, yönetemeyen, sağlıklı bir seçim sandığı bile kuramayan beceriksiz bir iktidar var… Üstelik 25 yıldır yönettiği İstanbul’u, Ankara’yı kaybetmiş, büyük şehirlerin neredeyse tamamını muhalefete kaptırmış, ülke genelinde ancak MHP’yi yanına alarak çoğunluğu sağlayabilmiş bir iktidarın, iddia edildiği gibi 4 buçuk yıl daha seçimsiz biçimde Türkiye’yi yönetebilmesi mümkün görünmüyor.
31 Mart gecesi ve sonrasında birkaç kez kullandığı “Ekonomiyi ben yönetiyorum, seçilip o koltuğa otursalar ne olacak? İstanbul’u, Ankara’yı nasıl yönetebilecekler? Göreceğiz” sözleri, “Artık önümüzdeki asıl meselelere odaklanalım, kucaklaşalım” sözleriyle örtüşmüyor AKP Genel Başkanının… Örtüşen tek konu 31 Mart yenilgisinin hemen ardından sıkça vurguladığı “Endişelenmeyin, önümüzde seçimsiz bir 4 buçuk yıl var” sözleri… Bu sözler hem kendi tabanına hem de genel kamuoyuna dönük endişe içeren bir mesaj aynı zamanda… Zira vaktiyle “İstanbul’u alan Türkiye’yi de alır” diyen AKP Genel Başkanı, muhalefetin metropollerdeki zaferinin “şokunu” atlattıktan kısa bir süre sonra, mutfaktaki ateşin bacayı sarmasıyla koşut bir erken genel seçim rüzgarının esmeye başlayacağını bilecek siyasi tecrübeye de sahip.
Önümüzdeki günlerde metropol belediyelerin çeyrek asırdır kapalı kapılar ardından yaptıkları birer birer ortalığa saçılmaya başladığında, uzunca bir süredir çözülme sinyalleri veren AKP’nin çöküşünü daha da hızlandıracak büyük kapışmalara neden olacak. Şu an büyük kentleri kaybetme faturası üzerine yürüyen tartışma, AKP’yi kısa sürede karşılıklı suçlamalar ve kaçışlarla partiyi ANAP’laşma uçurumuna taşıyacak. Gönül isterdi ki bu süreci emek güçleri, sol yönetebilsin ve yönlendirebilsindi… Ama Türkiye’nin kritik dönemlerinde “yüksek tansiyona ancak belirli bir süre ve belirli bir noktaya kadar dayanabilen” orta sınıfların aldığı pozisyon belirleyici olmuş ve orta sınıflar yönelecekleri adresi “sezgisel olarak” bulmuş ve yönelmişlerdir her zaman… 31 Mart’tan aylar önce sinyallerini veren “orta sınıfların yeni adres arayışı” artık kendisini daha güçlü biçimde hissettiriyor…
AKP ile buraya kadar… En tepeden en sade seçmene kadar herkes biliyor ve görebiliyor artık bunu.
Herkesin gördüğü ve hissettiği bir gerçek daha var: Türkiye artık erken genel seçime gebe… Şimdilik bilinmeyen tek şey, ilk çağrıyı kimin yapacağı ve ülkenin yeni genel seçim sath-ı mahalline ne zaman gireceği… Bana kalırsa 31 Mart yerel seçimlerinden 17 gün sonra, Saraçhane’de İstanbul Büyük Şehir Belediye binası önünü dolduran binlerce İstanbullu, yeni sürecin ilk sinyallerini verdi… En geç 2020 sonuna kadar bir erken genel seçimi bekleyebiliriz artık…
BİR LİDER DOĞDU…
31 Mart yerel seçimlerinin Türkiye’ye en ilginç sürprizi ve armağanı kuşkusuz İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu… 24 Haziran’da herkese “acaba?” dedirten Muharrem İnce’den oldukça farklı bir siyasetçi profili çiziyor İmamoğlu… Yumuşak, kucaklayıcı, mütevazı üslubu ile Erdoğan ve karşısına umut olarak çıkarılan Muharrem İnce’den kesin çizgilerle ayrışıyor. Seçim öncesinde de sonrasında da müthiş bir öfke kontrolü, sarsılmaz bir kararlılık, kavgacı olmayan bir inat, yüzünden eksik etmeyen mahcup ve samimi bir gülümseme Ekrem İmamoğlu’nu İstanbul’un sınırlarını çoktan aşıp Türkiye’nin dört bir yanına yayılan bir liderlik halesiyle çevreledi. “Kimsenin hakkını yemem, kimseye hakkımı yedirmem” diyen İmamoğlu, diğer muhalefet liderlerinin cesaret edemediği biçimde “HDP’li kardeşlerine” de teşekkür etmekten kaçınmamakla kalmadı, verdiği bir röportajda Selahattin Demirtaş’ın barışçı üslubundan da övgüyle, takdirle söz etmekten geri durmadı. “Merkeze” gözünü dikmişken istisnasız herkesin oyuna ihtiyacı olduğunun farkında olan her liderin yapması gerektiği gibi… Kendisine en kuşkuyla bakanları bile heyecanlandıran Ekrem İmamoğlu’nun önünde mazbatasını aldığı gün Saraçhane’de yaptığı konuşmadaki mütevazılığı, kucaklayıcılığı koruduğu ölçüde Ankara’ya uzanan uzun ince bir yol görünüyor artık…
Erdoğan’ın işi, aynı dili konuşabildiği Muharrem İnce ile kolaydı… Bu kez zor…