1. YAZARLAR

  2. Sami Özuslu

  3. ‘SOPA VE SIPA’NIN ÖTESİ
Sami Özuslu

Sami Özuslu

‘SOPA VE SIPA’NIN ÖTESİ

A+A-

 

Kutlu Adalı bundan tam 22 yıl önce, 6 Temmuz 1996’da katledilmezden önce Yenidüzen’de çıkan son yazısında ‘Anavatan-Yavruvatan politikasından vazgeçmeliyiz’ diye uyarmıştı toplumu…
Niçin?
Cevabını kendisi vermişti Adalı:

“‘Anavatan-Yavruvatan’ politikasından vazgeçmeliyiz. Bu politikanın ruhunda acındırma vardır, acizlik vardır, sızlanma vardır, dilenme vardır, tembellik vardır, kolaycılık vardır, hazırlopçuluk vardır. Ananın memesindeki sütü, emme basma, tulumba gibi emerek sömürme vardır, muhtaçlık vardır, boyun eğme vardır, şamar vardır, tokat vardır, tekme vardır, baskı vardır, sopa vardır, ama kişilik, kimlik, gurur, onur yoktur…”

Yalan mı?
Muhtaç olmadık mı?
Boyun eğmiyor muyuz?
Baskı görmüyor muyuz?
Kimliğimiz yok olmuyor mu?
Onurumuz, gururumuz incinmiyor mu?
Hem de nasıl!

*  *  *

Keşke dinleseydik Kutlu Adalı’yı…
Görmüştü başımıza neler geleceğini. Anlamıştı. Haykırıyor, isyan ediyordu adeta kalemiyle…

“(…) İnsan ‘Anavatan–Yavruvatan’ politikasına yattı mı politika, siyaset üretemez, kültürü de yok olur, toplumsal yapısı da, kendine özgü yasaları, kuralları, tüzükleri giderek yok olur, Anavatan hukukuna teslim olur. Köylüsünden askerine, manavından memuruna, öğrencisinden öğretmenine, polisinden aşçısına, bakkalından bankacısına, makinistinden işçisine, hacısından hocasına gazetecisinden gazetesine, adi suçlusundan mali suçlusuna devletin yapısı değişir…”

Yalan mı?
Kültürümüz yok olma noktasına gelmedi mi?
Siyaset kurumu politika üretemez hale gelmedi mi?
Devletin yapısı, insanların ve kurumların halleri değişmedi mi?
Biz ‘biz olmak’tan çıkmadık mı?
Hem de nasıl!

*  *  *

Kutlu Adalı’nın gailesi vardı. Bu toplumun onurunu, gururunu, varlığını, alın açıklığını, kültürünü önemsiyordu. Entegrasyoncu mentalitenin toplumu nereye taşıyacağına dikkat çekmek istemişti.

“(…) Devlet dediğin kuruluşun başı dik olur. Siyasal ve bağımsız erk sahibi olan halkı, nüfusu, başkanı, hükümeti, meclisi, kurum ve kuruluşları olur. Dış denetlemelere, baskılara, dayatmalara bağlı olmaz. Devlet Başkanı, kendi devletini temsil eder. Devlet adamı kendi yönetimi altında örgütlenmiş halkına karşı sorumluluk duyar. Ülkesinin değerlerini korur, üretimini başkalarına teslim etmez, tüketici durumuna düşürmez. İnsanını yoksullaştırmaz, göçe zorlamaz, nüfusunu eritmez, ‘gelen Türk, giden Türk’ demez. Halkına değer verir, halkına saygı duyar, halkını yüceltmeye çalışır, ezdirmek için politika üretip koltuk işgal etmez. Bir devlet Başkanı, bir Devlet Adamı Anavatan–Yavruvatan politikasına yattı mı, elini de kaybeder kolunu da. Çok sürmez boynunu da kaybeder, ne devleti kalır, ne cemaatı, ülkesini kaymakamlar, valiler yönetir, han kapısına dönmüş yavruvatanın her köşesinden ‘Ahlar Vahlar’ baykuş sesi gibi acı acı yükselir…”

Yalan mı?
Üretimden kopmadık mı?;
Değerlerimizi yitirmedik mi?
‘Yöneten’ değil, ‘yönetilen’ pozisyonuna düşmedik mi?
Ve ‘ahlar-vahlar’ yükselmiyor mu bütün toplumdan?

*  *  *

Tam 22 yıl önce yazmıştı Kutlu Adalı ‘Sopa ve Sıpa’yı…
Ertesi gün öldürüleceğini bilmiyordu.
Ama biz biliyoruz ki ‘Sopa ve Sıpa’nın bile çok ötesindeyiz artık.
Ne Adalı’yı vuranları ve vurduranları bulabildik…
Ne de uyarılarını dikkate alıp erimekten kurtulduk.
Sopa da hakkımız, sıpa da!..

 

 

Bu yazı toplam 2956 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar