Sorumluluğunuzun Farkında mısınız?
Nazi dönemi Almanya’sında yaşayan bir din adamı olan Bonhoeffer’e göre sorumsuzluk, kötülükten tehlikelidir. Boenhoffer hapiste yazdığı “On Yıl Sonra” kitabında sorumsuzluğu ve budalalığı birbirinden ayıran bir bölüme yer vermiştir. Ona göre kötülüğe karşı çıkmak ve protesto etmek mümkündür ancak sorumsuzluk karşısında böyle bir imkân yoktur. Çünkü sorumsuzlara karşı mantıklı açıklamalar yararsızdır. Sorumsuz, inancıyla mutludur ve kendini güvende hisseder. Bunun sonucunda bazen açık gerçeği inkâr ederek mutlu olur, üstüne gidilirse kızar ve saldırıya geçer. Gerçek inkâr edilemeyecek kadar açık olduğu durumlarda da, ya gerçeği tahrif eder ya da gerçeğe yüklediği anlamı değiştirir (Baltaş, 2022).
Sorumluluk veya sorumlu olma üzerine yeniden düşünmemiz gerekiyor. Hele bu sorumluluk ülke eğitimi, en kıymetli potansiyelemiz çocuklarımız ve gençlerimizle ilgili ise… Peki, bugün ülkeyi ve eğitimi yönetenler, bu sorumluluğun farkında mı?
Çocuklarımız ve gençlerimiz artık diplomanın, nitelikli bir işe girmek için yeterli olmadığını biliyorlar. Değişim öylesine hızlı ki, onun kendilerini geliştirmeye ve yenilemeye sınır koyma olanağı vermediğinin bilincindeler. Hatta dış koşulların diretmesine teslim olmaya da gönüllü değiller. Heyecan duydukları konulardan uzaklaştırmalarına tahammülleri yok. Ayrıca yeni yaşam biçimlerinden vazgeçmek için katlanacakları özverinin de elde edecekleri sonuca değmeyeceğini düşünüyorlar.
Kısacası bütün bunlar çocuklarımızın şu anda var olmayan işlerde çalışabilmeleri, henüz icat edilmemiş teknolojileri kullanabilmeleri ve bilmediğimiz problemleri çözmeleri için eğittiğimiz gerektiğini anlamına geliyor. Kısacası eğitim dediğimiz şey bugünden çok, geleceğe yöneliktir… O halde yukarıda sorduğumuz soruyu tekrar soralım; bugün eğitimi yönetenler, bu sorumluluğun farkında mı?
Çok kısa bir süre önce yine bu sayfada bahsetmiştim. Ancak öyle anlışıyor ki bir kez daha söylemekte fayda var. Çünkü sorumsuzluk toplumun en büyük aynası olan eğitimde katmerlenerek kendini gösteriyor:
- Çocuklarımızı sınıflara sığdıramıyoruz.
- Çocuklarımızın okula hevesle gitmediğini, okullarında mutsuz olduklarını her geçen an daha sık gözlemliyoruz.
- Ne yaparsak yapalım onları iyi yetiştiremiyoruz. Canın çektiğini yapan, çekmediğini yapmayan, arkadaşlarına şiddet uygulayan, dalga geçen, küfürlü konuşan, çevreyi kirleten, kullandığı eşyalara zarar vermeyi kendine hak gören, sorumsuz davranışları tavan yapan çocuklarımızın varlığı hergeçen gün biraz daha fazla artıyor.
- Sınav odaklı yarışmacı bir sistemle boğuşan çocuklarımızın büyük bir kısmı günlük yaşam problemlerini çözemiyor, okuduğunu ifade edemiyor, ifade etmek istediğini yazamıyor.
- Dinlemeyi, konuşmayı, olaylara mantıksal tepki vermeyi bilemeyen, düşünmek, üretmek, fikir geliştirmenin keyfini almayan, sorulan en basit sorulara mantıklı yanıt veremeyen, öğretmeninin sunduğu yönergeleri takip edemeyen çocuklarımız var okullarımızda…
- Gelişimlerini destekleyecek öğretmenler; işe girişte, mesleki gelişimde, yükselmede, eğitim-öğretim faaliyetlerinde ciddi sıkıntılar yaşıyor ve kısa sürede tükenmişliğe uğruyorlar.
- Geleneksek anlamdaki uygulama ısrarları çocuklarımıza çağın becerilerini kazandıramıyor.
- Eğitim “denetimin” yok denecek düzeye inmesi; gelişimden, gelişimin sürekli kılınmasından yoksun bir yapıya dönüşmüş bir sistemle baş başa kalmamıza neden oluyor.
- Kısacası önümüzdeki 1-2 yıl içinde çocuklarımızız nitelikli eğitim alabilecekleri okul ortamlarını tamamen kaybetme tehlikesini iliklerimize kadar hissediyoruz.
Bu listeyi uzatmak mümkün elbette ama liste ne kadar uzun olursa olsun bütün bunlarla baş edebilmenin yolu; sorumluluk sahibi ve özgüvenli çocuklar yetiştirmenin önemi fark etmekten geçiyor. Ne var ki, sorumlu ve özgüvenli çocuklar, sorumlu ve ögüvenli toplumlarda yetişir.
Her geçen gün toplumun özgüvenini erozyona uğratan bugünkü anlayışla eğitimde ihtiyaç duyduğumuz değişim ve dönüşümü de yapmak, sorumlu ve ögüvenli yeni bir nesil yetiştirmek de pek mümkün değildir…
Biliyor muydunuz?
Bazılarını hep aldatabilirsiniz. Bazen de herkesi...
Ne var ki, herkesi her zaman aldatamazsınız.
Ineas Barnum
Anlayana Gülmece
Ödeşme
Yolların çok bozuk ve kaygan olan bir sokak alış-veriş yaptıktan sonra yürüyerek evine dönen bir adam kaygan yolun nedeniyle birden kendini yerde bulur. Arkasından gelen iyi giyimli bir başka adam, kalkmasına yardım eder.
Düşen adam nazik bir ifadeyle :
- “Çok teşekkür ederim... Bu iyiliğinize nasıl karşılık verebilirim?" der
Diğerinden yanıt gelir :
- “Vallahi ben şimdiki hükümet partisinin bir üyesiyim. İlk seçimlerde
bizim partiye oy verir, tekrar bizi iktidar yaparsanız, ödeşmiş oluruz”
Yerden kalkan adam, diğerine ters ters bakarak :
- “Beyefendi, beyefendi... Ben düşünce kıçımı yere vurdum, kafamı
değil”...