SOSYAL KARGAŞA
ÜÇÜNCÜ DALGA
Dünyamız hızla değişiyor.
Teknolojideki baş döndürücü gelişmeler,
Alvin Toffler'in de vurgulamış olduğu gibi,
Bir "üçüncü dalga" etkisi yaratarak,
Toplumsal, sosyal, ekonomik ve diğer tüm sistem ve yapıları etkiliyor.
Çalışma yaşamında aranan yetenek, beceri ve nitelikler de hızla ve sürekli olarak değişip, artıyor...
Eğitim sistemleri, teknolojideki değişimlere yetişmeye çalışıyor ve insan yetiştirme modellerinde, bir taraftan toplumsal ihtiyaçlara uygun insan yetiştirmeye çabalarken, diğer taraftan da evrensel ihtiyaçları dikkate alan programlar geliştiriyor.
Bireylerin kendi ilgi, beceri ve yetenekleri doğrultusunda kendilerini yetiştirip geliştirmeleri ise, her dönemden daha da büyük bir önem arz ediyor.
Eğitim sistemlerinin, bireysel ve toplumsal eğitimde ortamlar hazırlayıp olanaklar sunmada, yeteneklerin keşfedilmesinde ve geliştirilmesinde fırsat eşitliğini sağlaması bekleniyor.
DEĞİŞİME KARŞI DEĞİŞİM
Batı toplumları bu değişim süreçlerine doğu toplumlarına kıyasla daha büyük bir hızla adapte olmakta ve aralarındaki makas da doğu toplumları aleyhine giderek açılmaktadır.
Ayrıca, değişim süreçlerini kaçıran, değişim ve gelişmelere yeterince adaptasyon sağlayamayan toplumlarda, giderek değişime karşı bireysel ve zümresel dirençler de artmakta, hatta sosyal sarsıntılar baş göstermektedir.
Dünyanın gerektirdiği bu sistemsel ve yapısal değişimlerin yanı sıra, özellikle doğu toplumlarında ayak uydurulamayan ve uyum gösterilemeyen değişimlerin yönünü değiştirme amaçlı başka değişim istemleri de ortaya çıkmakta, "değişime karşı değişim" mücadelesi yükseltilmeye çalışılmaktadır.
İSTİSMAR !
Ayak uyduramadığın,
Ya da gelişemediğin için,
Kendi "sınıfsal" varoluşunu ve çıkarlarını koruma güdüsüyle "değişim" istemenin (!..) ve,
"Nereden bulacak, nasıl yapacaksanız yapın" tavrının, değişim ile ne alâkası var?
Bunun adı "istismar"dır...
Değişim ise farklı bir şey...
Böylesi yaklaşımlarla sürekli yargılayan kesimler elbette ve muhakkak ki ahlâkçı bir bakış açısına sahipler ama;
Aslında korumaya çalıştıkları şey, en genelde, gerçekte sahip oldukları ve vazgeçemedikleri ayrıcalıklar...
Doğru yola düştüklerinden falan değil...
Böylelerinin pek çoğunun, demokrat ya da özgürlükçü olmakla da bir alâkaları yok!
Siyasetçileri bir tür nefret nesnesi haline soktular...
İşin dozunu da kaçırdılar...
İktidar değişimlerini sistem değişimi haline getirmek, sadece siyasetçilerin gayretleriyle olmaz !
MAĞDURİYET !
Sistem değişimleri, sosyal hayat çerçevelerini söylemsel göndermelerin ötesinde değişikliğe uğratmayı gerektirir...
İşte tam da bu noktada, bu mağduriyet söylemlerinin öteki yüzünü görürsünüz...
Tabii, genellikle bu türden bir "mağduriyet" de bir tür sermaye olmuş...
Bu yöntemle, bir açıdan, kendinizi kurbanlaştırırsınız...
İşin kolayı bu...
Peki bu mağduriyet ne üretiyor?!.
Pastadan daha fazla pay almanın yolunu...
40 yıldır bunu üretti...!
Lâkin, bu türden "mağdurlar", toplumsal bir uzlaşıya ne hazırdırlar, ne de razıdırlar...
NEREYE AİT OLDUĞUNU UNUTAN KENDİNİ DE UNUTUR...
Milletvekillerini "ahlâksız" yaftasıyla yaftalamak anlayışı da ne yazık ki düşünce üretmiyor...
Karşılıklı menfaat tek kişilik olamaz...
Sirkülasyonda tüm kesimler var....Sadece milletvekilleri mi?
Burada tedavi edilmesi gereken, bir "sadaka" ekonomisi varsa, bunun sebebinin ne olduğudur..
Çünkü, nereye ait olduğunu unutan, kendini de unutur...
İşte tüm bu nedenlerle geldiğimiz konjonktürde, KKTC'de yaşananlardaki sorumluluğu, doğru orantılı bir siyasi tepki düzeyiyle değerlendirmek gerekiyor...
Yoksa sanıldığı gibi, her şey, sosyal kargaşa çıkarmakla olmaz...