Sosyal Konut Ne Kadar Sosyal?
Kültürel olarak apartman yaşamına alışık olmadığımızdan nasıl bir yaşam tarzı yaratacağımızı da aslında bilemedik, kendimizi bu bloklara ait hissedemedik ve hep geçici olduğumuzu düşündük.
Nevter Zafer Cömert
[email protected]
Barınma hakkı her canlının varoluşundan itibaren kazandığı temel haktır. Her birey cinsiyet, ırk, din, dil, gelir grubu gibi ayrımları gözetmeden insani gereksinimlerini karşılayabilecek konut ve barınma hakkına sahiptir. Kimine göre barınma, örtüden oluşan ve dış etmenlerden korunacak barınak, kimine göre tanımlı farklı büyüklükteki yapısal kütleler arasındaki yaşamlar olarak algılanmaktadır. Barınma hakları evrensel bir olgudur ve ülkeden ülkeye bu haklar yaşam biçimlerine göre şekillenir ve değişir. Barınma, salt baş sokacak konut olarak değil, tüm kültürel, sınıfsal, toplumsal taleplere uygun mekanlarda yaşama hakkı olarak da algılanır. Barınma, sadece dört duvardan veya üzerimizi kaplayan bir örtüden ibaret değildir; bu mekanlar bizlerin yaşanmışlıkları ile şekillenerek hayat bulan mekanlardır. Her kişi barınmayı kendisinde hak olarak görmekte ve bu haktan oluşan birbirine benzemeyen farklı yaşam biçimlerini de en mahrem haliyle göz önüne sermektedir. Bu farklılıklar bir dizi konutların oluşturduğu sokakları, sokaklar mahalleleri, mahalleler bölgeleri ve bölgeler de şehirleri oluşturmaktadır. Bu dizilimler insan DNA’sındaki sarmal dizini gibi sokaktan sokağa, şehirden şehire, kendine has özelliklerini sergilerken her konut bir diğerinin aynısı olmamaktadır. Eski sokaklardaki konutlara baktığımız zaman kapısının süslemesi, penceresin biçimi, avludaki ağaçları ve konut içerisindeki farklılaşmalar her bir konutu birbirinden ayırıp, farklı yaşam tarzlarını gözler önüne sermektedir.
Sanayi devrimi ile birlikte tüm dünya, standartlaşmaya başlamış ve bu standartlaşma zaman içerisinde yaşam alanlarına kadar ulaşarak yaşam biçimlerimizi de dönüştürmeye başlamıştır. Kentlerde artan iş gücü ihtiyacı köyden kente göçü tetiklerken, hızlı yapılaşmanın sonucu modüler veya standart yaşam birimleri hayatımıza girmeye başlamıştır. Adada ise dünyadaki bu dönüşüm süreci 1900’lerin başında başlamış ve İngiliz döneminde Vakıflar idaresine ait olan ilk sosyal konutlar ‘Samanbahçe konutları’ 68 adet aynı mimari özellikleri gösteren toplu konutlar düşük gelirli ailelerin barınması için yapılmıştı. Bunu takiben yine İngiliz döneminde Çağlayan bölgesi ile Kaymaklı bölgesi arasında yapılan memur evleri de bu örnekler arasındadır. Her ne kadar aynı tip konutlarda yaşam devam etse de yaşam tarzlarımız ve kültürel değerlerimiz ele alındığında bu konutların her biri kapının renginden başlayarak pencerenin içerisindeki bir Sardunya’nın mevcudiyeti gibi küçük veya büyük detaylarla birbirinden ayrılmaya başlamıştır.
Kerpiç ve taş binalardan betonarmeye geçişimiz, betonlaşmanın modernleşmenin bir göstergesi olarak görülmesi de bu dönemlerde başlar. Bunu takip eden yıllarda bireysel konutlar yapılmış, göç yıllarında göçmenlerin barınması için farklı bölgelerde göçmen evleri inşa edilmiştir. Göçmen evleri güneyden kuzeye göç edenler için barınma koşullarını sağlayacak minimum yaşam mekanlarının oluşturulduğu yaşam birimleriydi ve genellikle bir veya iki yatak odalıydı. Yıllar sonra ilk sosyal konut projesi ise devlet tarafından yapılmış ‘devlet sosyal konutları’ diye adlandırılan, başvuru kabulü ile evi olmayan ve geliri belli bir ücretin altında, ihtiyacı olan ailelere kurayla belli bir ücret karşılığı ve uzun vadeli geri ödeme planı ile verilmişti. Sosyal konutun sözlük açılımı, “Devlet tarafından veya kar amacı olmayan kuruluşlar tarafından düşük gelirli kişilere verilen düşük maliyetli konutlar” diye tanımlanır. Evrensel anlamda sosyal konut, gelir düzeyi düşük kişilere devletin barınmak için sağladığı minimum şartları yerine getiren ve yönetiminin devlete ait olduğu konut anlamına gelmekteyken bizdeki sosyal konut kavramı bundan biraz daha farklı olup herkesin banka kredisi kullanmadan ve devletin yapılan konutlardan kar marjının olmadığı, borcunun ödenmesi sonucunda sahibi olduğu konut anlamına gelmektedir.
Bizdeki sosyal konutlar da ilk başta bu felsefeye yakın yapılmış, devredilemez, eklenti yapılamaz gibi şartlar konulmuş fakat ilerleyen zamanlarda farklı biçimlere dönüşmeye başlamıştır. İki farklı tipolojide yapılan sosyal konutlar, sıra evler ve apartmanlar olarak düşünülmüş, aile büyüklüklerine göre iki veya üç odalı ve iki farklı büyüklükte tasarlanıp inşa edilmiştir. Apartmanlar zaman ile eskimeye başlamış ve ülkemizde ortak yaşama uyum sağlayamayan apartman sakinleri arasında çıkan anlaşmazlıklar dolayısıyla hem apartmanların çehresi eskimiş, hem de ortak kullanım alanları atıl tehlikeli alanlara dönüşmüştür. Kültürel olarak apartman yaşamına alışık olmadığımızdan nasıl bir yaşam tarzı yaratacağımızı da aslında bilemedik, kendimizi bu bloklara ait hissedemedik ve hep geçici olduğumuzu düşündük. Zamanla daire sahipleri kentin farklı bölgelerine taşınarak bu daireleri kiralamaya başlamışlardır.
İki katlı sıra evlerde ise aynı cepheye ve karaktere sahip olan sosyal konutların bir kısmında ortak kullanım alanları bulunmaktaydı. Birbirine benzeyen ve birbirinin aynısı olan onlarca yaşam birimi ve bunu şekillendirecek yaşam tarzları… Bu olgu bizim için biraz yabancı ancak alışılması gereken yaşam biçimiydi. Kıbrıs’ta yer anlatırken genellikle bellekte yer etmiş bina veya nirengi noktaları referans alınarak tarif edilir. Fakat sosyal konutların aynılığı bu geleneğin bozulmasına ve tariflerin yapılmasında sıkıntıların doğmasına sebep olmuştur. Zaman içerisinde konutların ön bahçeleri kullanıcıları tarafından dikilen ağaçları, sarmaşıkları, çiçekleri veya pergolaları ile kişiselleştirilmeye ve birbirinden ayrı karakterleri oluşturulmaya başlamıştır. Bir süre sonra bu konutların önlerine yapılan farklı tipolojideki üzeri kapalı yarı açık garajlar ön cephelerin farklılaşmasına sebep olmuştur. Aslında tek tip olan konutları kişiselleştirmeye ve yaşam tarzlarımızı evimize yüklemeye başlamıştık. Buna karşılık zamanla kültürel değerlerden kaynaklanan veya yaşam tarzımızdan dolayı yetmeyen mekanlar sosyal konutlarda eklenmelerin yapılıp büyümesine sebep olmuştur. Bu dönüşüm, konutların tipolojisini değiştirmeye başlamış ve sosyal konut kavramından çıkıp daha lüks konut biçimine dönüşmeye başlamıştır. Bir kısmının yapılan tadilatlarla dükkana veya iş yerine bile dönüştüğü gözlemlenmiştir. Feriha Altıok’un dediği gibi “... eskiden küçücük evlerimiz kocaman yüreklerimiz vardı” ama artık durum maalesef böyle değil.
Düşük gelirli ailelerin barınması için yapılan konutların büyük bir kısmı zaman içerisinde değişmiş ve sınıf atlamıştır. Temel barınma ihtiyacını ötesine geçen sosyal konutlar artık sosyal konut olmaktan çıkmış farklı bir kimliğe bürünmüştür. Cephelerde yapılan malzeme müdahaleleri ve/veya eklemeler artık aynı tipolojiye sahip olmayan konutlar ortaya çıkarmış ve “sosyal konutların ne kadar sosyal olduğu” sorusunu bizlere sorgulatmıştır. Bunun devamında toplu konut mantığı ile ortaya çıkan ve kentin eşiklerinde gelişen müstakil veya ikiz konut kavramı hayatımıza yerleşmeye başlamıştır. Her ne kadar sosyal konut farklı tipolojilerde müstakil konut olarak devam etse de işin gerçeği, onlar da günümüz şartlarındaki optimum barınma ihtiyacımızı karşılayan konutlara dönüşmüştür. Ne bahçeleriyle, ne iç mekan kaliteleriyle, ne de biçimsel özellikleriyle aslında sosyal konuttan bir farkları bulunmayan konutlara dönüşmüşlerdir. Yine onlara da farklı anlamlar yükleyerek farklı yaşam tarzları oluşturacağız, peki sonrasında bakalım hangi modaya uyacağız?
Barınma ihtiyacımız, doğduğumuz andan itibaren kazandığımız temel haktır, bir odalı Megaron’dan çok odalı konutlara kadar uzanan geniş yelpazede bizler zorunlu veya gönüllü seçimlerimizi yapmaktayız. Bu kapsamda sosyal konutlar da belli bir gelir grubunun barınması için tüm dünyada aynı felsefede yapılandırılmıştır. Umarım bu mantığı kaybetmeden bizler de Sosyal Konut’un sosyal kazanımlar için yapıldığını unutmayız ve maksimum fayda olgusundan uzaklaşmadan dönüşümünü gerçekleştirebiliriz.