1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Sosyal medyanın gücü (!)
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Sosyal medyanın gücü (!)

A+A-

Sosyal meydanın gücünü inkâr edecek değilim.
Aptalca olur.
Dünyayı kasıp kavuruyor çünkü…
Ama şu da bir gerçek, her “güç” hayatı iyileştirmiyor.
Çoğu sosyal medya kullanıcısı beyaz camın önünde ya da akıllı telefonun tuşlarında gezinirken, gerçek üstü bir kılığa bürünüyor.
Birkaç tuşla kahramanlaşıyor.
Vicdan sızısını gideriyor, öfkesini kusuyor, kendini kandırıyor.
Yüz yüze geldiğiniz zaman bambaşka davranan insanlar, sosyal medyada kılık ve karakter değiştiriyor, meseleleri çarpıtıyor, alkış ya da beğeni toplamanın dayanılmaz cazibesine kapılıyor.
Elbette yaratıcı ve bilge paylaşımları tenzih ediyorum.

* * *


Bir “kontak kapama eylemi” yaşadık.
Akaryakıt zamları Başbakanlık önünde protesto edilecekti.
Eylem sosyal medyadan organize edildi.
Sosyal paylaşım mecrası Facebook’a göre 4 bin 192 kişi eyleme gitti.
(Gidecek de değil, gitti!)

2 bin 900 kusur insan da gitmeyi düşünüyordu.
38 bin davetli vardı üstelik!

* * *


Peki gerçek neydi?
Gazeteci arkadaşlarıma sordum, kimine göre 15, 20 kişi katıldı, kimine göre “en fazla otuz…”


* * *


Sosyal medya elbette önemli bir güçtür.
Yine de en önemli güç bilgi ve üretimdir.
Laf değil!

 

1-024.gif

2-020.gif

 


 

Neden hepsi erkek!
 

Sendikalar ile Başbakan’ın görüşmesinde dikkatimi çekti.
Bir de sokak ortasında açıklama yaptıkları sırada görmüştüm.
Sendikalar çok erkek!
Siyasi partilere akıl vermek konusunda her daim cömert oluyorlar da…
Bu aklı biraz da kendileri kullansalar ya…
“Kadın Kotası” örneğin…
Sendikalarda da olmalı…
Yoksa bu “erkek egemen” yapının ürettiği mücadele hem çok hoyrat kalıyor, hem de fazlaca ezberci!
Tutarsızlığı da bol oluyor, bencilliği de…

 

3-015.gif

 


 

Elçi
 

Bu ada yarısında kim “misafir” kim “ev sahibi” anlamak güç bazen…
İçimizdeki “yalnızlık” büyüyorsa, onca kalabalıklaşırken… Yabancılaşma hissi tüm bedenimizi sarmışsa… Vardır bir sebebi…
Büyükelçi Kanbay’ın sözleri gibi!
Şimdi ben dünya kadar kelam ettim, “ek mesai” eylemini eleştirdim.
Öyle de…
Elçi, yerini yurdunu bilmeli…
Yoksa…
“Vali” denirse gücenmemeli…
Mesele doğruyu ya da eğriyi söylemesi değildir.
Nezakettir… Saygıdır… İradedir…
Türkiye’deki büyükelçilere bakınız.
Hani bir başlasalar konuşmaya…
Demokrasi için… Özgürlükler için… Bir başlasalar…
Kim bilir reis-i Cumhur’dan ne yanıt alırlar.

 


 

‘Dördüncü’ güç!
 

 

Medya demokratik bir güçtür.
Yasama, yürütme ve yargıdan sonra “dördüncü kuvvet” derler.
Dünyada böyledir.
Yasama, yürütme, yargıyı gözler, sorgular, toplumsal bir irade gösterir gazeteci, bir tavır sergiler, bir duruşu vardır.
“Hadi canım, hepsi öyle mi?”
Bize ne başkasından!


YENİDÜZEN’in yayınlarını bir süredir kimileri “gazetecilik” dışında okumalarla gündeme getiriyor.
Anlamıyoruz.
Böylesi okumaları demokrasiden çok uzak buluyoruz.
Hatırlatmak istiyorum…
Gazeteler “gazeteciler” tarafından yayınlandığı zaman “güç” oluyor.
Gazeteye benzediği zaman!
Siyasetçiler tarafından yönetilirse, değil.
Öyle olsa “otoriter” bir anlayıştan söz edeceğiz.
Tek sesten...
Örnek mi?
Türkiye!
Bir gazeteyi okuduğunuz zaman sekizini birden okumuş oluyorsunuz!
Böylesi otoriter ve gerici anlayışlarda gazeteler, insanlar “duymasınlar, öğrenmesinler, tartışmasınlar” diye yayınlanır.


Gazete gazetedir.
Parti de parti…
Gazete gazetedir…
Hükümet de hükümet…
Bunu reddetmek ya da değiştirmeye çalışmak, demokrasi güçlerinden birini katletmektir.
Nasıl ki sosyal medya “fikir özgürlüğü” adına herkese bir mecra yaratmıştır.
Geleneksel medya da “gazetecilik disiplinleri” üzerinden bunun kurumsal yansımasıdır.
İçinden gazetecileri çekip alırsanız ve gazeteciliği… Fikir özgürlüğünü alırsanız içinden… Geriye bir “yığın” kalır. Kağıt yığını…
O durumda kesilen ağaca yazıktır!


İyi ki Yenidüzen bu anlayışları çoktan aşmıştır, iyi ki bu ilerlemeyi göğüsleyen yürekli insanlarca kucaklanmıştır.
Ha yazdıklarımız doğrudur, eğridir, beğenilir, beğenilmez, sevilir, sevilmez, duyarlıdır, duyarsızdır bunu tartışmak başkadır.
Gazeteyi gazetecilik bağlamından kopartmak bambaşka…


Ve unutulmasın bir dolu insan, asgari ücret düzeyinde bir maaşla demokrasimizin bu önemli kalesi yıkılmasın diye çalışıyor, her gün.
Üstelik sırtında, her ay, iki yüz bin liraya yakın bir bütçe dengesini, riskini, sorumluğunu taşıyor.


“TL’nin Zaferi” yazmışız da Başbakan’a Türkiye’den randevu vermeyeceklermiş.
“TL’nin sefaleti” de yazabilirdik.
30 Ağustos’a denk gelince de belki birileri anlar, ironi yapalım dedik.
Hem ne sandınız siz bizi, "randevu" koklayan arzuhalci mi, kapıkulu mu yoksa?
Biz bu değiliz.

 

4-003.gif

Bu yazı toplam 4892 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar